Feyzi Açıkalın

Bu kiri tokaç değil otoklav paklar

30 Haziran 2021 Çarşamba

Sedat Peker, yaygın söylemin aksine Pandora’nın Kutusu’nu açmadı, o “kirli bohçası” nı ortalığa saçtı. Banyo kapısının arkasına asılmış, kirli çamaşırların gelişigüzel istiflendiği ortası yarık bez torbayı yere döküverdi.

Böylece, çamaşır yıkama gününün geldiğini anlayan mahalleli bahçeye üşüştü. Ortalıkta koşuşturup maraza çıkarmasın diye, Peker’e çamaşır kazanı ateşine odun atma görevi verilmişti. Temizlik onun değil, evin büyüklerinin işiydi.

Bahçenin gölge alan yerindeki yıkama taşının yanına kazan kurulmuştu. Hemen yanında ise külün kaynatıldığı su dolu gaz tenekesi yer alıyordu. İyice ağarsın diye içine kül ve çivit atılmış su dolu tenekede beyazlar kaynatılacaktı.

Çamaşırlar, üstüne yapışan kirlerine göre ayrıştırılmıştı. Gündelik kullanımdaki, daha çok sokaktaki çamura bulaşmış olanlar daha ilk kaynatmada temizlendi. Sıcak suyun içine rendelenmiş sabun, sıradan kiri temizlemeye yetmişti.

Ayrılmış olan renkliler beraber kaynatılırken hayret bir şeklide yumuşamıyordu. Özellikle iç çamaşırların kirleri birbirine geçmiş, lekeler katmanlaşmıştı. Çözüm olarak Arap sabunu ilavesi düşünüldü.

Kiri ilk çözünen, siyasetteki “ilişki koçlarının” kullandığı çamaşırlar oldu. Uçkuruna düşkünlüğünü, sanılananın aksine bir övünç göstergesi olarak sunan Anadolu taşra siyasetçisinin hizmetindeydi bu pazarlamacılar. Akrilden yapılma ucuz, kolay temizlenen kumaşlardı.

Sonrası daha sorunluydu. Hırsızlar, ahlaksızlar, tacizciler, vatanını satanlar ve din tüccarlarının çamaşırları birbirine girmişti. Birinin yağlı bulaşığı öbürünün terine; diğerinin ten kokusu bir başkasının meni lekesine yapışmıştı. Yıllar içindeki birliktelikleriyle katmanlaşan kirleri bir türlü ayrışmıyordu.

Yan tarafta kaynamakta olan gaz tenekesine fazladan kül atıldı. Hatta yağ bile eklendi. Çamaşır oradan çıkarılıp teneke leğenlerde çitilendi. Kazanda bir su kaynatıldıktan sonra çıkarılıp yassı odun tokaçlarla yıkama taşında dövülmeye başlandı. Köpük köpük kir çıkıyordu.

Kazanda ikinci suya başlandı. Evden getirilen oklava ile çıkarılıp şöyle bir kontrol ediliyor, paklanmadığı görülünce kazana geri atılıyordu. Peker, ateşe odun atması yasaklanmasına rağmen arkadan dolaşıp çalı çırpı ile alevi harlıyordu. 

Mahalleli ateşin yanında duran ve içinden çok pis kokular gelen değişik bir çamaşır yumağının kazana atılmadığını görüyordu. İlginç bir şekilde görmemezlikten geliyorlar, birbirlerini uyarmıyorlardı. 

Mahallenin kadınları bütün gün uğraştılarsa da çamaşırı paklayamadılar. Ne kadar tokaç sallasalar da olmuyordu. İçlerinden birinin aklına bir fikir geldi; madem ki zor işe yaramıyordu, öyle bir yöntem bulunmalıydı ki bütün kirliler yan yana, iç içe işleme girmeli ve artık birbirlerini etkileyemeyecek şekilde mikroplardan arınmalıydı.

Bir ülke halkını içine alabilecek büyüklükte imal edilen bu cihaz yıllar sonra otoklav olarak tanımlandı. Basınçlı bir sıcaklıkta işlev görecek ama içine girenlerin niteliğini bozmayacaktı. Steril hale gelen farklı kumaşlar yine birlikte kullanıma girebileceklerdi…

Ne ütopya ama, değil mi? Hayır, değil. Vakit yaklaştı…



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları