Feyzi Açıkalın

Yoksullaşmanın kim, neresinde?

27 Mart 2022 Pazar

Yoksunluk” ile “yoksulluk” ilk bakışta, kimin bir diğerini doğurduğunun sorgulandığı tavuk yumurta hesabına benziyor. Bir neden sonuç ilişkisi içinde incelendiğinde ise o hesaplamadan farklı olduğu görülüyor.

Yoksul olmanın kader olarak görüldüğü, kanıtsatıldığı; hatta yoksulluğun feryadının "edebiyat yapmak" şeklinde küçümsendiği bir ülkede yaşıyorduk. Ülkenin gerek dünyadaki krizlerden, gerekse de basiretsiz siyasi liderliklerden kaynaklanan yoksullaşması, sonrasındaki gelişmelerle bir şekilde hafifleyebilmişti.

Son 20 yılın AKP iktidarı yeni yoksullar yarattığı gibi, var olan yoksulluğu da kullanıyordu. Özellikle kırsalda ve varoşlardaki yoksullara sadaka verip, kendilerini geçindirmekte olan üretimlerinden onları alıkoyma pahasına siyasi iktidarlarına rıza üretti. Onlardan sadık oy potansiyeli yarattı. 

Çalışmadan cebine giren, çok az da olsa garanti gelirin sıcaklığını yaşayan halk kendisini yönetenden razı olduğu için yoksullaşma konusunda en küçük bir sorgulamaya bile gitmedi. Belki de ulaşamayacaklarına inandırıldıkları için, daha nitelikli yaşam standartlarını hiç hedeflemedi.

Alt orta gelir gurubunun da dahil olduğu bu sosyal sınıfın en büyük problemlerinden birisi, paranın satın alma değerini kavrayamamasıydı. 128 milyar doların Türk lirası karşılığını algılayamayan ve hala trilyon deyimi ile gündelik alışverişini yürüten insanların “yolsuzluk” ve “yoksulluk” arasındaki, ses uyumundan öte ters ilişkiyi anlaması beklenemezdi…

Aslında bağıra bağıra gelen enflasyon ve satın alma gücünün şok düşüşünü en çok kentlerde yaşayan eğitimli, laik, orta ve üst orta gelir gurubu ve her türlü sabit ücretlinin hissedeceği biliniyordu. Nitekim öyle oldu. 

Saydığım kentliler, “Nas neyi gerektiriyorsa öyle davrandık” ya da “Rabbimiz bizi yoklukla sınıyor” sözlerini kaile almayacak bilinçte insanlardı. Çağın tüketim alışkanlıklarına bağlı bir ekonomik modeli kendi bütçelerine göre uygulamaktaydılar. Ülkeyi yöneten siyasi rejimin, fakirleşip çökmesinden hiç üzülmeyeceği bu sınıf, yoksullaştığını ilk algılayan oldu.

Şehirlinin, kırsal yaşayandan farklı olarak, yaşamsal ihtiyaçlarının da ötesinde insani harcama modelleri vardı. Aniden gelen korkunç fiyat artışları ile bu insanlar öncelikle, alıştıklarından “yoksun” bırakıldıklarını fark ettiler. Yoksulluk ise, aynı kazançlarla yaşamsal gereksinimlerini karşılamayacak olmalarını görmeleriyle, sonradan geldi. 

Söz gelimi, daha uygar ve güvencede buldukları için yaşamakta oldukları semtteki fahiş kira artışları, onları daha makul buldukları bölgelerde ev aramaya itti. Zincirleme reaksiyon devam ediyordu; talip oldukları konutlarda oturan görece daha az gelirli insanlar bu kez yerlerinden edilecekti. 

Ne garip bir tecellidir ki, rafine bir yaşamı ucundan yakalamışken ilk önce ondan vaz geçen beyaz yakalı ile, zaten kıt kanaat geçinmekte olan mavi yakalı, yoksullaşma salgınında bir araya geliyordu. Bir diğerini yaralamadan, yoksullukla baş etmenin ortak paydasında yeni yaşamlar geliştirilecek, belki de yeni örgütlenme modelleri üretilecekti o semtlerde.

Artık kimlik değil, sınıf temelli bir siyasetin, bir karşı koyuşun ilk ateşi yakılabilecekti… Hayırlara vesile olabilecek bir ütopyaydı doğrusu…



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları