Demokratik Muhalefet ve Cemaat

22 Aralık 2013 Pazar

Hükümetin iki üyesinin Sanayi ve İçişleri bakanlarının oğulları ve ünlü İran kökenli mültimilyoner bir “işadamı” tutuklandı. Demek ki AKP hükümeti zor durumdadır. Ya da kısaca Başbakan Erdoğan zor durumdadır diyebilir miyiz. İlk günlerdeki panik havasından sıyrılamadığı, açık veren bakanları yalnız bırakmak yerine hep yaptığı gibi “yedirmem” havasını hâlâ terk edemediği görülüyor.
Çok kızgındır.
Kendisini ihanete uğramış hissediyor. Dahası iddiaların daha da “yukarı”lara tırmanabileceği kuşkusu gittikçe büyüyor. O nedenle de Erdoğan’ın “en iyi savunma saldırıdır” savaş ilkesini uygun bulduğu anlaşılıyor. Eğer bu saptama doğruysa, Cemaat ya da Hizmet’in, Başbakan’ın hışmından korkması gerekecektir.

***

Fidan olayı, dershaneler kapışması ve nihayet yolsuzluk soruşturmalarının çok boyutlu karakterini gözden kaçırmamak gerekiyor.
AKP’nin kuruluşu ve işbaşına gelişinde inşaat ve ticaretin önemine bir önceki yazımda değinmiştim. Yandaş zenginler yaratılmasında bu iki sektörün büyük önemi vardı ve palazlanma da şimdi soruşturma konusu olan yolsuzluklar olmadan olanaklı değildi. Bu nedenle daha baştan beri Deniz Feneri soruşturmasında da görüldüğü gibi AKP bu türden iddiaları örtbas etmeyi genel ilke olarak benimsemişti. Belediyelerle ilgili iddialara da bir yandan basını baskılayarak, öte yandan muhalif belediyeleri soruşturma konusu ederek savuşturma yolunu seçmişti.
İkinci boyut ilgisiz gibi görünebilir ama dış politika boyutudur.
Dış politikadaki zikzaklar ve başarısız hamleler iç ortağın eleştirileri ile karşılaşmıştı. Burada iç ortağın dış desteklerinin büyük etkisi vardır ve özellikle İran’a ambargonun delinmesi konusundaki hükümet politikasının iç ortağa büyük bir fırsat gibi göründüğü anlaşılıyor. İç ortağın dış desteğinin güçlenmesine, örneğin ABD büyükelçisinin geleneklere çok da uygun düşmeyen açıklamalar yapmasına yol açabiliyor. Öyle anlaşılıyor ki, AKP ile “stratejik müttefik” arasına kara kedi girmiş durumdadır.
Bir diğer boyut ise Kürt sorunudur. İç ortak olarak epeyce güç sahibi olan Cemaat, Kürt sorununun “çözümü” konusunda farklı düşünmekte ve tıpkı Ergenekon’da olduğu gibi sertlik politikalarının sürmesinde yarar görmektedir. KCK tutuklusu milletvekillerinin brakılmamasındaki anlamsız ısrarın gösterdiği budur.
Cemaat, kendi “çözümlerini” dayatıyor. Bu nedenle de iç ortaklıktan tasfiye edilme girişimlerine sert karşılıklar vermekten çekinmiyor. Dershanelerin kapatılması girişimlerine karşı Hakan Fidan olayındaki gibi operatif bir tutumu yeğlemesi bu sertliğin işaretidir.

***

Şimdi ne olacak? AKP’nin bundan böyle epeyce mesafe aldığı zorbalıkta, baskıda açık yöntemlere başvurması, yasa masa dinlemeyi hepten bir yana bırakması beklenmelidir. AKP’nin açık bir baskı rejimi kurmak için, demokratik muhalefeti susturmak için elinden geleni yapacağına kesin gözüyle bakılabilir.
Şimdi akıllara takılan soru, bu kamplaşmada Cemaat’in demokratik muhalefetin bir öğesi olup olmadığı konusundaki bana kalırsa abes sorudur. Kolluk kuvvetlerindeki gücüne dayanarak hükümete kafa tutan Cemaat’in ideolojisi de, stratejisi de, geçmişi de, geleceği de demokratik muhalefetle bağdaşır bir karakter taşımıyor.
Evet AKP ile savaşıyor, evet AKP ile giriştiği kıran kırana kavga AKP’yi güçten düşürmüş, onun açıklarının yolsuzluklarının ortaya dökülmesine yol açmıştır, ama o kadar. Bu durum demokratik muhalefet için eşsiz olanaklar sunuyor. AKP’nin dış politikadaki beceriksizlikleri, ABD ile stratejik ortaklığının yara almış olması da öyle ama sonuç alıcı demokratik muhalefet ancak halkın ayağa kalkması ve itirazlarını kendi diliyle söylemesi ile gerçekleşebilir.
Başka bir yol da yoktur zaten.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Sondan Bir Önceki 7 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları