Güray Öz
Güray Öz guray@cumhuriyet.com.tr Son Yazısı / Tüm Yazıları

Gelin Adını Koyalım

08 Kasım 2013 Cuma

Başbakan’ın son ve ısrarlı çıkışından yararlanarak sağlıklı bir “demokrasi” tartışmasına girişebiliriz belki. Medyada gazeteciliği “hükümeti her koşulda desteklemek” olarak anlayanlar Türkiye’deki AKP yönetiminin “baskıcı”, “otoriter”, “diktatörlük” gibi sıfatlarla anılmasına kızıyor, tepki gösteriyorlar. Liberal kanatta yer alan gazeteciler de bu konuda “ihtiyatlı” bir dil kullanmayı seçiyor, “Tamam baskı var ama teokratik diktatörlük ve benzeri tanımlamalar da fazla” diye alttan almayı daha uygun buluyorlar.
Peki öyle olsun, ama şu konuda anlaşabilir miyiz hiç değilse? Türkiye’de bir demokrasiden bahsetmek mümkün mü hâlâ?

***

Başbakan’ın “Kızlı erkekli olmaz, valiler gereğini yapar, yasa yoksa da yaparız” çıkışından sonra “Türkiye’de demokrasi var” demenin güç olduğunu liberal arkadaşlar da kabul edeceklerdir herhalde; en azından kuşkularının arttığını görüyoruz artık. Yüzde 10’luk barajın geçersiz kıldığı oyları, seçime katılmayan seçmenleri bir yana bırakın, oy verenlerin yarısından biraz fazlasının oyuyla iktidara gelen parti (2002’de oy oranı yüzde 34’tü) “Mademki ben seçildim o zaman her şeyi yapmaya, programımı uygulamaya, velev ki takıyye yapmış olayım, hakkım var” demiyor mu? “Çoğunluk size her şeyi yapma hakkı vermez, insan hakları çoğunluk oylarıyla yok edilemez” diyenler bu duruma şaşırıyorlar.

***

Daha da geriden başlayalım aslında. Seçim sistemlerinin karar alma mekanizmalarına katılımı iyice imkânsızlaştıran, halkın süreçlere müdahalesini hoş görmeyen yapısı Jürgen Habermas gibi düşünürleri epeyce uğraştırmış, onlara “demokrasi olacaksa bu süreçler açık olmalı, imkân dahilinde olmalı” dedirtmişti. Joseph Schumpeter de “Kapitalizm, Sosyalizm, Demokrasi” adlı kitabında; demokratik toplumlarda yönetimin halkın ya da çoğunluğun elinde olamadığına işaret etmiş, seçilmiş, atanmış memurlar, bürokratlar, siyasi parti temsilcilerinin yönetiminden söz edilebileceğini, demokrasiye halkın kendini yönetmesi denilemeyeceğini belirtmişti.
İşin temelinde bu gerçekler var ve biz şimdi bu zemin üzerinden elimizdeki olanakları tümüyle almak isteyen bir yönetimle karşı karşıyayız. Yine de “bu yönetime ne diyeceğiz, ne ad vereceğiz?” konusunda anlaşamıyoruz liberal arkadaşlarla. Sorumuz basit aslında: Bizim yaptığımız tanımlamalara itiraz ediyorsunuz, peki siz barajı kaldırmaya yanaşmayan, temsile daha fazla alan açabilecek yöntemleri elinin tersiyle iten, her gün yeni bir adımla kendi gizli gündemini, belli bir inanç biçimini dayatan, özel yaşama karışan, hak ve özgürlükleri kabaca çiğneyen bir iktidara ne ad vereceksiniz?

***

Baskıcı, otoriter rejimlerin önemli bir özelliği liderin tek karar verici olmaktan vazgeçmemesi, kararlarının tartışılmaz olmasıdır. Son olay da bunu açıkça gösterdi. Tek başına karar verdiği, kararı tevile, yumuşatmaya, kabul edilebilir, savunulabilir hale getirmeye çabalayanları makamları ne olursa olsun elinin tersiyle ittiğini hep birlikte gördük. Anladık ki bu partide söylediklerinin tersine “müzakere ve müşavere” yoktur.

***

Şimdi Başbakan’ın kimi destekçilerindeki “eh bu kadar da olmaz” havasını kuşkusuz ilgiyle karşılamamız gerekiyor. Eğer bu kesimin önemli isimlerinden “Bu kadar saçmalığı ben bile savunamam” iması ya da “Oy verdim ama şimdi utanıyorum” itirazları geliyorsa bu değerlidir. Geç de olsa, baskıyı, diktayı, faşizmi savunanlara karşı, şu iyice baskılanan medyada üç beş kişi daha gerçekleri dile getirenlere katılmış olacaktır.
İyi bir şeydir neresinden baksanız!  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Sondan Bir Önceki 7 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları