Tarihimizi Yaparken

25 Şubat 2018 Pazar

Yaşadığımız andan, günden, aydan, yıldan geriye doğru bakıyor, ne olup bittiğini, yani tarihi anlamaya çalışıyoruz. Bulabildiğimiz kadar papirüs, tablet, çiviyazısı, belge, anı, kupür, el yazması, daha pek çok malzemeyi; eski eseri, höyükleri, dolomiti, mezarları, toprakta kat kat eski kentleri, kasabaları; camileri, havraları, kiliseleri, ikonaları, tabloları, minyatürleri, ezgileri, şarkıları, türküleri, senfonileri, operaları, Bach’ı, Mozart’ı; halifeleri, papaları, engizisyonu, hanları, padişahları, kralları, kraliçeleri, çarları, duçeleri, führerleri, şeyhleri, şıhları; hepsinin öfkesini, hırsını, haçlı seferlerini, keşifleri, kanlı fetihleri, tüm canlıların, cansızların öykülerini, tüm bir kültürü okur ve derler ki; “işte tarih budur”.

***

Değildir!
Tarihçi, “tamam, bütün bunlar oldu ama asıl soru açıkta kaldı” diye bakar. Ve o kaçınılmaz soruyu sorar: “Neden?” Tarih, aristokratların, feodallerin, tacirlerin, kentsoyluların mülk ve iktidar sahipleri olarak boy gösterdiği, köylülerin, proleterlerin muti ve isyankâr, zelil ve sefil ve kahraman olduğu her aşamada, sorunun farklı versiyonlarını hiç bıkmadan sorar. Kuşkusuz yanıtlar genellikle yeteri kadar tatmin edici olmaz. O nedenle tarihin “neden” sorusuna aklı başında yanıtlar verilmesini sağlayacak bir kurama gereksinimi vardır. Bu kuram, insan eylemini tarihin inşasında merkeze koyar; insanları konfora alıştıran determinist anlayışa ise kapalıdır.

***

Kısacası “sen parkta oturursun, her şey belli bir sıra içinde kaçınılmaz zorunluluklara göre, iyi ya da kötü” gerçekleşmez. Bunları biliyoruz; yinelenmesi ukalalık sayılsa yeridir. Öyleyse, erkekler ve kadınlar ve çocuklar üretmeye başlar başlamaz dilin de, düşüncenin de üretim sürecindeki insanın varlığına tabi olarak geliştiğini görürüz. Merkezinde insan olan tarih kuramı işte böyledir, buradan çıkar, bize bunları söyler.

***

Zamanımızı, yani bugün olup bitenleri doğru bir şekilde anlamak, ona göre tutum takınmak, strateji kurmak kolay değil. Tarihin, artık toplumsal bir varlık olarak, üretim süreci içinde, sınıflar halinde ortaya çıkmış olan kadın ve erkeklerin lehine gelişmesi, şekillenmesi için gerekeni keşfetmek bize düşer. Artık yapılması gereken, tüm tarih bilgisinin, kuramının ışığı altında uygun stratejileri, taktikleri bulmak, politik alana taşımaktır.

***

Tehlike tam da burada karşımıza çıkar. Tehlike, yalnızca kendimizi dinleyerek, yalnızca bize benzeyenlerin anlattıklarıyla mutlu, pembe bir rüyanın gerçekleşmesini beklemektir. Hep bizim haberlerle örülmüş gazetelerimiz, televizyon kanallarımız, dedikodularımız, sosyal medyada bize benzeyenlerin yazdığı, bizi mutlu eden “kuş sesleri” gerçeği görmemizi engeller. Sonunda kaçınılmaz yenilgi başa geldiğinde, bu kez başta sorduğumuz “neden” sorusuna “ne yapmalı, nasıl yapmalı” sorusunu eklemeyi unuttuğumuz ortaya çıkar.

***

Biliyoruz; “insanlar kendi tarihlerini kendileri yaparlar...” Ama bu kadarla yetinmeyelim, bizi hep uyaran “Devrimci Teorisyenimizin” sözlerinin devamına da kulak verelim; “...ama kendi keyiflerine göre değil; kendi seçtikleri koşullar içinde değil, doğrudan karşı karşıya kaldıkları, belirlenmiş ve geçmişten gelen koşullar içinde yaparlar.” (Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’i; Sol Yayınları: sf.13)

***

Kısası uzunu koşullar böyle; değişime inatla, her türden hile hurdayla direnenler de koşullara dahil. Ne yapalım? Tarihimizi değiştirmek için koşulları zorlamaktan, güçlerimizi birleştirmenin yollarını aramaktan başka bir çare var mı?



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Sondan Bir Önceki 7 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları