Hikmet Altınkaynak

Yarın 24 Temmuz...

23 Temmuz 2020 Perşembe

Basında sansürün kaldırılmasının 112. ve Lozan Zaferi’nin 97. yıldönümü...

Geçmişte TGC, 24 Temmuz’u, “Gazeteciler Bayramı” olarak kutluyordu. Günümüzde ise “Sansürle Mücadele Günü” olarak tarihe not düşülüyor. Çünkü basın özgür değil. Oysa anayasamızın 28. maddesi “Basın hürdür, sansür edilemez” diyor.

Basın özgürlüğü, günümüzde yalnızca basınla da sınırlı kalmıyor. İletişim özgürlüğü, medya özgürlüğü, sosyal medya özgürlüğü doğal olarak basın özgürlüğü kapsamında yer alıyor. Bu nedenle sansür de başka alanlara hızla yayılıyor. Örneğin işsizlik konusunda TÜİK’in verdiği bilgiyle DİSK’in verdiği bilgi arasındaki fark, TÜİK’in verdiği bilgilerin sansüründen ortaya çıkıyor. Benzer örnekler çok.

Şimdi sırada sosyal medyayı, internet özgürlüğünü kısma, İstanbul Sözleşmesi’ni iptal etme sansürü var.

Yani sansür yalnızca basınla sınırlı değil. Dolayısıyla bugün karşımızda bir sansür memuru değil, belki onlarca, yüzlerce sansür memuru bulunuyor. Gerçeğe ulaşmak zorlaşıyor.

Ahmet Rasim sansürden bıkmıştı

Sansür deyince elbette II. Abdülhamit akla geliyor. Geçen günlerde Emre Kongar’ın Fatmagül Demirel’in kitabından aktardığı gibi II. Abdülhamit, 132 farklı kitaptan 29 bin 681 kitabı yaktıran bir sultan aynı zamanda. İşte onun saltanatında gazeteler, basılmadan önce sultanın sansür memuruna götürülürdü, onlar denetler, beğenmediklerini çizer, kalan biçimiyle gazete basılırdı.

Hıfzı Topuz Türk Basın Tarihi (Remzi Kitabevi, 2003) adlı kitabında Ahmet Rasim’in sansürle ilgili bir anısını aktarıyor.

Ahmet Rasim ki (1865 - 1932), mutlakiyet, meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerini yaşamış, yaşamını gazeteciliğe adamış, Cumhuriyet döneminde IV. ve V. Dönem İstanbul Milletvekilliği yapmış, II. Abdülhamit döneminde sansürden canı çok yanmış bir gazeteci, yazar. 150’ye yakın kitabı var. Sansürden canının çok sıkıldığı bir gün kalkıp sansür memuruna gitmiş. Aralarında şöyle bir konuşma geçmiş:

Biz, dedim, yazdığımız yazılarda zatıâlinizin çizeceğini bildiğimiz kelimeleri kullanmıyoruz. Biliyoruz ki vatan, millet, hürriyet, ihtilal, cinnet, mecnun, yıldız, intihar, zehir vs. gibi birçok kelimeler yazılmaz. Fakat sansürden gelen provalarda her seferinde, başka başka kelimeler cümleler görüyoruz ki çizmişsiniz. Bazen yarım sütunu, bir sütunu kaldırıyorsunuz. Bunların ne gibi şeyler ve ne türlü fikirler ve manalar olduğunu lütfedip söyleseniz de boş yere yazmasak ve sizi de yormasak.

Onu ben de bilmem. Yalnız size şu kadarını söyleyeyim ki, siz anlayınız. Siz hangi yazınızı en çok beğenerek yazarsanız, ‘Oh ne güzel oldu’ derseniz, benim onu çizeceğimi biliniz…” (s. 57)

Günümüzün sansürü

Geçmişteki sansürün bin benzeri günümüzde yapılıyor. Gazetecilik, onurlu bir meslektir, kamu görevidir. Ama işine gelmeyen haberleri yazan, yayımlayan gazetecileri, gazeteleri cezalandırmaya çalışmak, nasıl bir adalettir? BİK yoluyla gazetelerin ilan hakkını kesmek, RTÜK’le televizyonlara kapatma cezaları vermek, sansür değil mi? Kalemini satmayan, yandaş olmayan, boyun eğmeyen, gerçeği yazan gazeteciler, neden baskı altında tutuluyor?

Sanıyorlar ki hak hukuk adalet, Türkiye Cumhuriyeti’nin değerleri altüst olurken bu değerler korunmayacak, bunlar konuşulmayacak, gizli kalacak, yazılmayacak... Sanıyorlar ki katil, hırsız, arsız, namussuz infaz yasasıyla serbest kalırken, düşüncesini yazan, gerçeği yazan, doğruları yazan aydınlar, gazeteciler, hukuk savaşımını bırakacak, boyun eğecek, susacak, korkacak...

Yarın 24 Temmuz...

24 Temmuz aynı zamanda Lozan Zaferi’nin, Türkiye’nin tapu senedi Lozan Barış Antlaşması’nın da 97. yıldönümüdür. O zaman bir an önce 24 Temmuz, yine Gazeteciler Bayramı olarak kutlanmalı, tutuklu gazeteciler özgürlüğüne, işsiz gazeteciler işlerine kavuşmalı. Çünkü basını özgür olmayan ülkeler de özgür değildir. Üstelik anayasamız “Basın hürdür, sansür edilemez” diyor!



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Okullar tatildeyken... 26 Ocak 2023

Günün Köşe Yazıları