Hikmet Çetinkaya

Neden Bu Kadar Korkuyorsun?

26 Nisan 2015 Pazar

Sıradan sözcükler bir şiire dönüşür mü?Marksizmi bilen biraydın, gençlik günlerini unutup şoven duygularla yurtseverlik taslayabilir mi?
Faşizmin kol gezdiği, seçim barajının yüzde 10 olduğu bir ülkede, demokrasiyi, temel hak ve özgürlükleri savunan aklı başında herkes, ideolojisini zamanın saatine, kendi çıkarlarına göre ayarlarsa bir ayağı mutlaka faşizmin çukurundadır.
İstediği kadar yanlış anlaşıldığını söylesin, yazılar yazsın, konuşmalar yapsın, Marksist olarak ortalıkta dolaşsın, kimseyi kandıramaz.
Hele hele derin şovenizmin batağında olan, daha dün eski Van Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yücel Aşkın’ı yaftalayıp dinci bir gazeteyle iş tutanları yere göğe sığdıramaması ayıptan öte başka bir şeydir.
40 yıldır binde bir oranını aşamayan, kendisi gibi düşünmeyen herkesi, İlhan Selçuk’tan Uğur Mumcu’ya dek neredeyse her Cumhuriyet yazarını hedef alan siyasal partiyi fırsat buldukça övmesi işin bir başka boyutu.
Onun için sıradan sözcükler şiirleşir elbet...
Şiirleşir ama bunun için düşünsel bir süzgeç gerekir; İlhan Selçuk’un deyişiyle halkın tarlada, damda, kahvede, meyhanede çoğunlukla hiç düşünmeden; değerlerini tatmadan, su içercesine rahatlıkla kullandığı sözcüklerin bir omurgada eklemlenerek şiirleşmesi ilmi simyaya özgüdür...

***

Nice kıyımları, ölümleri, “kara bahtım” olarak görmeden yaşamak, zindanlara atılan çocuklarımız için “oh iyi oldu” demek, bir ülkenin şairlerine, aydınlarına, yazarlarına yakışmaz.
Hele hele yasaların ve anayasanın koruması altında olan HDP’ye “terörist yaftası” yapıştırarak “yurtseverlik, vatanı böldürmem” diyerek örtülü bir dille “oy verilmemesini” istemek Marksist geçinen arkadaşları zavallılaştırır.
Tarihi kanla yazmak isteyenlerin, yazanların sonu hep hüsrandır...
Çocukları, kuşları, çiçekleri, ağaçları, akarsuları, denizleri, derin vadileri seveceksin...
Kimi zaman çorak bir toprakta, kimi zaman Sümbül Dağı eteklerinde, kimi zaman Munzur Vadisi’nde, Bafa Gölü’nde, Beşparmak Dağları’nda, Serçin köyünde, Söke Ovası’nda yaşanmış bir tarihin izlerini göreceksin.
Pırıl pırıl bir umudun soluğu olacaksın, o havayı şafak vakti içine çekeceksin...
Ne kadar özlemişim Burhaniye Ören’de Homeros’un “Işık sahili”ni, günbatımını, ağaçların altında dolaşmayı anlatamam size.
Bir zeytin ağacının altında oturup denize, göğe bakmak...
Düşünmek uzun uzun...
Sömürü düzeninin çarkında yok olan emekçiler, gençler!
Ayrımcılık, zulüm, şiddet!..
Sen de bilirsin bunları şair, hem de çok iyi...
Bilirsin de o aydınlıktan korkan, karanlıkta akrep gibi sokan, “vatan vatan” diye insanların kanını emenleri ama nedense onların yanında “saf” tutmayı pek seversin!

***

Sıradan sözcükleri düşünsel süzgecinden geçiren Ahmed Arif, tarifsiz acıları, hüzünleri anlattı hep...
“Akşam erken iner mahpushaneye
İner yedi kol demiri,
Yedi kapıya,
Birden, ağlamaklı olur bahçe.
Karşıda duvar dibinde,
Üç dal gecesefası,
Üç kök hercaimenekşe...”
Kanla sulanan bir coğrafyada yaşamak zor!
Solcu maskesiyle çevremizde dolaşan şovenistlerle, ırk ayrımcılığı yapanlarla birlikte olmak zor!
Bebekler kardeştir, insanlar
kardeştir!
Mücadele ve dayanışma ruhu sömürü düzenine karşı olmalı...
Bir insan ister Türk olsun ister Kürt, ister Ermeni, Süryani, Laz, Abaza... O insanın varlığı bir ülkede senin için mutluluktur şair kardeşim...
Sen, HDP’nin yüzde 10 barajını geçmesine niçin bu kadar üzülüyorsun?



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018
Hoşça kal hüzün... 6 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları