2002 Davos doruğunda dünya egemenlerince Recep Tayyip Erdoğan “yükselen lider adayları” arasında sayılmış, ardından Türkiye’de yaratılan siyasi bunalım sonunda partisine seçim kazandırılmıştı. ABD’nin, Irak’a girmek, petrollerine el koymak istemesi; Erdoğan ve AKP kadroları için kendilerine gösterilen yakın ilgi ve güvenin karşılığını vermek için kaçırılmayacak bir fırsattı.

İktidara geldikten hemen birkaç ay sonra, başta Güneydoğu olmak üzere Türkiye’nin birçok duyarlı bölgesine, adeta bir işgal ordusu gibi on binlerce ABD askerinin girmesini, ülkenin ABD’nin çıkarları yüzünden komşusu Irak’a karşı düşmanca tutum takınmasını öngören tezkereyi TBMM’ye sundular.

Tezkere, CHP’nin ve demokratik kitle hareketinin etkin direnci ve AKP’den de kimi milletvekillerinin katkılarıyla kabul görmedi. Ancak AKP, ABD’nin dümen suyundan ayrılmamakta ısrarlıydı. Irak’ın kuzeyinde aşiret ağalarının yönetime taşındığı bir ABD mandası devletin oluşumuna göz yumdu. Üstelik o manda devletin, doğası gereği terör örgütünü koruyup kollayacağını bile bile... Dahası, dönemin Dışişleri Bakanı Ali Babacan, Dubai’de Türkiye’nin sınırlarını teröre karşı korumak için Irak’ın kuzeyine girmemesi karşılığında ABD’den 8.5 milyar dolar kredi almasına ilişkin anlaşmaya imza attı.

İlerleyen süreçte AKP, Suriye ile de yine yayılmacı sömürgenlerin çıkarları uğruna ilişkileri düşmanlaştırdı. Türkiye’nin Suriye sınırı boyunca Amerika’nın petrol kuyularının bekçiliğini üstlenen paralı asker konumundaki PKK-YPG’ye bağlı yönetim yapıları oluşturuldu.

AKP, terör örgütü PKK ile devletin istihbarat örgütü aracılığıyla masaya oturdu, “akil” dediği yandaşları aracılığıyla pazarlık yaptı. Seçimleri kazanmak için terör örgütünün cezaevindeki başını bile kullanmaya kalktı.

Tüm bu süreç içinde sürekli kan akarken...

Askerlik, vatan görevi olmaktan çıktı. Zenginler ve “hâmil-i kart yakînimdir”ler için parayla satılan kısa süreli bir zorunlu tatil, yoksullar içinse iktidarın yarattığı ekonomik zorluklar ve yoğun işsizlik karşısında başvurulan iş kapısı haline getirildi.

Ordu, casusluk örgütü bir cemaate, Atatürk resmini yırttıran tarikatçılara, başına takke takan amirallere, ABD’den liyakat nişanı almış, işbirlikçi Vahdettin’in köşkünden resmi geçit izleyen generallere bırakıldı.

Her ölen vatan evladının canından; yanlış, tutarsız ve dünya egemenlerinin çıkarlarına hizmet eden kararları veren iktidardaki siyasiler sorumlu değilmiş gibi, olup bitenler içtensiz yaslar, hamaset dolu sözler, törenler, açıklamalar ile geçiştirildi.

CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in dediği gibi, “bir A4 kâğıdın üzerinde ortaklaşıp bütün eksik ve kusurlar meşrulaştırılmaya” kalkışıldı.

Cumhuriyete karşı ayaklanmış olan Şeyh Sait’i, Cumhuriyet düşmanı şeyhleri, şıhları kahramanlaştıranlar; buyrukçu Saray iktidarları uğruna yurttaşları birbirine düşürmüş, yurdu savunmasız bırakmış, devletin demokratik yapısını ve tüm kurumlarını çürütmüşlerdir.

Bunca suç bir ortak bildiri ile örtbas edilemez.

ADALET

Dolandırıcılık dosyasındaki baş aktör Fatih Terim apar topar Yunanistan’a gönderildi.

AKP’nin yumrukçu büyük kulüp başkanı, cezaevinden çıkarıldı.

Milletvekili Can Atalay ise Anayasa Mahkemesi kararına karşın içeride.

Adınızdaki adaleti sevsinler sizin.