Işık Kansu
Işık Kansu kansu@cumhuriyet.com.tr Son Yazısı / Tüm Yazıları

Emin Özdemir'den 'Kurmaca Kişiler Kenti'

05 Temmuz 2012 Perşembe

-Nasıl bir gereksinim ya da düşünceden doğdu Kurmaca Kişiler Kenti? Bir ömür boyunca okuduklarınızın, birikimlerinizin okurla paylaşımı mı?

'Kent yaşamının kriz noktasına yaklaşmaktayız. Görünmez kentler, yaşanmaz hale gelen kentlerin kalbinden doğan bir rüya...' Diyebilirim ki bu tümce kitabımın düşsel, düşünsel tohumu oldu. Yaşlılığın karakışını yaşayan biri olarak ben de kent yaşamının bungunluğu içindeydim. Bundan öte; bağnazlığın kara bulutları kaplamıştı ülkenin göklerini. Havadaki zehrin dozu, günden güne artıyordu. Kafamda düşünceler dolaşıyordu: Kısa süreliğine de olsa bu ortamın dışına çıkabilir miydim? Düşlemsel bir kent yaratıp oraya sığınabilir miydim? Sorular heyecanlandırmıştı beni. Her köşesine heyecanımın sindiği Kurmaca Kişiler Kenti'ni kurguladım. Denir ya, düşlemselliğe sınır çizilemez. Öyle ki bu kentte ne doğum vardı, ne ölüm. Geleceğe dönük düşler, umutlar da yoktu. Geçmişin şimdiki zaman olarak yaşanacağı bir kentti... Peki, kimler yaşayacaktı bu kentte? Adından da anlaşılacağı gibi, belleklerde iz bırakmış roman, öykü, oyun kişileri... Onların ziyaretine gidecek, onlarla söyleşecek, varoluşsal gerçekliklerini kendi ağızlarından dinleyecektim. Her kurmaca kişinin kendine özgü ayrı bir dünyası vardır; onlarla söyleşme, bir bakıma bu ayrı dünyalarda yaşamadır. Kuşkusuz anlatı dünyasından gelen bir okur olarak yapacaktım bunu. Bu da, senin dediğin gibi, yılların akışı içinde edindiğim kurmacasal birikimimi kullanma, okurlarla paylaşma olanağı sağlayacaktı bana. Sevgili Işık, bilirsin, benim köy öğretmenliğinden başlayıp, üniversite öğretmenliğine değin uzanan yarım yüzyılı aşkın bir öğretmenlik yaşamım oldu. Övüngenlik sanılmasın, öğretmenliğimin her aşamasında öğrencilerime bilgi aktarma yerine, onları kendi çabalarıyla bilgiye ulaştırma yolunu seçtim. Bu kitabımda da aynı tutumu sürdürdüm. Onları Kurmaca Kişiler Kenti'nin sokaklarında dolaştırırken, duvar resimleri, yontular üzerinde düşündürürken bunu yapmaya, duygu ve düşünce çevrenlerini açmaya, genişletmeye çalıştım.

'Her yazınsal yaratı bir iletişim biçimidir"

- Duvar resimleri dediniz de yeri gelmişken sorayım, güzelduyusal doku açısından da ilginç bir görünümü var kentin. Sizin deyişinizle kent, 'resimlerin, yontuların, panoların sergilendiği dev bir açık hava sergisini andırıyor.' Buna bir de 'şiir taşları'nı ekleyelim. Sözlerin, sözcüklerin alacakaranlığından çıkmış, kente sanatsal bir ruh vermişsiniz...

İnsanı, insana anlatmak. Bu bağlamda kurmaca kişi kavramını biraz açmak isterim. Kimdir, nasıl biridir kurmaca kişi(ler)? Gerçek yaşamdakilerden yola çıkılarak yaratılan, ancak tıpa tıp benzerine gerçek yaşamda rastlanmayan varlıklardır. Buna karşın kurmaca kişileri gerçek yaşamdakilerden, yakınlarımızdan bile daha çok tanıyabilir, daha iyi anlayabiliriz. Umberto Eco'nun bu konuda yaptığı ilginç bir karşılaştırma geliyor aklıma: 'Aslında kendi öz babamdan daha iyi tanıyorum Leopold Bloom'u. Babamın hayatındaki olaylardan kaç tanesini bilmediğimi kim söyleyebilir, babamın açıklamadığı kaç düşünce olduğunu, kederlerini, içinde bulunduğu çıkmazları, zayıflıklarını kaç kez sakladığını kim söyleyebilir? Artık öldüğüne göre herhalde onun yaşamının bu gizli ve belki de temel yönlerini hiç öğrenemeyeceğim.' Bu sözlerinin ardından ekliyor Eco, 'Leopold Bloom hakkında bilmem gereken her şeyi biliyorum; ve Ulysses'i ne zaman okusam onun hakkında yeni bir şeyler öğreniyorum.' Kurmaca kişilerin bu özelliği, onların varoluşsal yönleriyle özdeşlik kurmamızı kolaylaştırır, kendi varoluşumuzun bilincine varmamızı sağlar. Çünkü her gerçek roman, öykü ya da oyun kişisi, insana özgü hallerden birini, diyelim 'başkaldırı', 'direngenlik', 'bencillik', 'korkaklık', 'kıskançlık', 'kararsızlık' gibi ya da bu hallerin birkaçını benliğinde taşır. Onları yaşamımızın bir parçası kılan, unutulmazlaştıran da budur kanımca. Hangimizin genlerinde Don Kişot'tan, Oblomov'dan, Emma'dan, Zebercet ya da Kaptan Ahab'dan bir renk yoktur ki? Beni Kurmaca Kişiler Kenti'ni yazmaya iten bir etken de bu olmuştur.

'Yazınsallığın yerini tecimsellik almış'

- Okullarımızda sağlıklı bir edebiyat öğretimi yapılmıyor. İlkokuldan üniversiteye değin öğrencilerin beğeni, düşünme, duyma, alımlama ve algılama yetileri testlerle dondurulup kurutuluyor. Buna bir de beyinleri ele geçirip dilediği doğrultuda yönlendiren kitle iletişim araçlarını ekleyelim. Böyle bir ortamda kitabınızdaki o iç sesin, evrensel değer kazanmış roman, öykü, oyun kişilerini tanıma, onların yaratılış serüvenlerini okuma çağrısı duyulur mu dersiniz?

Buz Üstüne Yazılan Serüven. Yoksa benim yaptığım da bu türden bir serüven mi? Hayır. Edebiyatın sağaltıcı, yüceltici gücüne inanıyorum. Ne diyordu ünlü yazar Mario Vargas: 'Yazmak gibi okumak da hayatın yetersizliklerine karşı bir protestodur... Öyküyü ve romanları tek bir hayatımız varken pek çok hayatı yaşayabilmek için yaratırız. Roman ve öykü olmasaydı özgürlüğün, hayatı yaşanılır kılmadaki öneminin; özgürlüğün, bir zorbanın, ideoloji ya da bir dinin ayakları altında çiğnenmesinin, hayatı nasıl bir cehenneme çevirdiğinin farkında olamazdık.' Bir genelleme olacak ama bugün ülkemizde tanık olduğumuz 'zorbalık manzaraları'nın artalanında bu toplumsal eksikliğimiz yatıyor. Ülkenin yazgısına egemen olanlar, kurmaca dünyanın havasını solusalar, yontuları 'taş yığını bir ucube' saymaz, insan bedeninin çıplak güzelliğindeki şiirselliği yansıtan yaratıları, 'müstehcen' diye nitelendirip çöplüğe atmaya kalkışmazlardı. Bilmem abartıyor muyum?



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları