Işık Kansu
Işık Kansu kansu@cumhuriyet.com.tr Son Yazısı / Tüm Yazıları

İki Yanlış Bir Doğruyu Götürmez

24 Mayıs 2014 Cumartesi

Maden işçilerinin ölümü hak ettiklerini söyleyenlere, “fıtrat” diyerek “yaradılışa” vurgu yapanlaradır sözümüz:
O işçilerin ömürleri boyunca hiçbir hakları yoktu ki, katı yürekle “ölümü hak ettiler” demeye getiriyorsunuz...
Bülent Ecevit’in Çalışma Bakanlığı döneminde, 1960 sonrası toplumcu yelin etkisiyle çıkarılan yasalar sayesinde işçiler, özellikle de maden işçileri önemli haklar elde etmişlerdi. 12 Eylül geldi, bütün o hakları ezdi geçti. Sonra geçmişte işveren sendikası adına hak biçmeyi iyi bilen “Çankaya’nın şişmanı, işçi düşmanı” geldi, işçileri yok saydı, sendikaları küçümsedi, emeğin haklarını alaya aldı. Gördü gününü. Meydanlar doldu, toplu vizite eylemleri ile ilk kez Türkiye’de genel grev uygulamaya konuldu, maden işçileri Zonguldak’tan yürüyüşe geçti, Çankaya’daki şişman, toplum gözünde yerin dibine batırıldı!
Emeğin eylemle yarattığı ortam ve birikim, daha sonra iktidara gelen aslan sosyal demokratlarca heder edildi. Havanda su dövdüler. Özelleştirmelere olanak tanıdılar, hatta ortak oldular. Taşeronlaşmaya sağcılarla birlikte göz yumdular.
AKP’nin iktidara taşınması ile de kayırma ve yolsuzluğa bulaşmış piyasacılık doruk noktasına ulaştı.
İşçilerin, garibanların, yoksulların zerre kadar hakkı makkı yoktu epeydir. Var gibi gözüküyordu, yalnızca kâğıt üzerinde.
Bunu, hiç açlık çekmemiş, işsizlik kaygısı yaşamamış, çaresiz kalmamış, eve ekmek götürememe korkusunu duymamış, kira ödememiş, yerin altında ve kör karanlıkta ana rahmindeki çocuk gibi iki büklüm kazma sallamamış, mafya bozuntusu taşeronla yüz yüze gelmemiş, tefeciye borçlanıp ancak rüşvet vererek işe girmemiş birinin zaten işçileri anlaması olası değildir. Trilyonlarla oynayan bir siyasetçinin ya da dolgun maaşlı, geleceğini güvenceye almış bir kişinin, ölen işçilerle ve onların aileleriyle duygudaşlık içine girmesi zordur. Anlamazlar, anlayamazlar, işçilerin yaşama karşı verdikleri dirençli, bir o kadar da kırılgan savaşımı.
O yüzden üstten, ukala, yüzeysel, şeşi beş bir bakış açısıdır; “müstahak”.
Cahilcedir, dışlayıcıdır, acımasızdır, ayıptır; “fıtrat”.
Her iki tanımlama da yüz kızartıcıdır, bozuk düzenin öldürdüğü 300’ü aşkın insan evladına karşı büyük haksızlıktır.

Görevler ve Mezarlar Tamam
AKP’ye iliştirilmiş Anadolu Ajansı, Soma katliamı sonrası Enerji Bakanı Taner Yıldız’ı, “facianın metanetli bakanı”, “adamlığın zirvesi” diye övdü.
Dostumuz, emekli iş müfettişi Dr. Sabahattin Şen, aynı fikirde değil:
“Soma Kömür İşletmesi’nin ruhsatı Türkiye Kömür İşletmeleri’ne, yani Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na aittir. Maden; rödovans, yani çıkarılacak ton başına Soma Holding’e para verilerek bu şirkete ihale edilmiştir. Bu, bir taşeron ilişkisidir. Bugüne değin çeşitli Yargıtay kararları, rödovansın bir taşeronluk yöntemi olduğunu kabul etmiştir. Örnek karar isteyenler, Türkiye Taşkömürü Kurumu ile ilgili verilmiş Yargıtay 21. Hukuk Dairesi’nin 4 Nisan 2006 tarih ve 13632/3529 sayılı kararına bakabilir.
Bu durumda Enerji Bakanı Taner Yıldız, asıl işveren olarak Soma faciasının sorumlusudur.”
Benzer bir değerlendirmeyi de CHP milletvekili Hurşit Güneş yaptı. Ona göre de özelleştirme politikasındaki yanlışlıktan tutun, gerekli önlemlerin alınmamasına değin Soma’daki tüm sorunlardan sorumlu olan Başbakan ve tüm kabine üyeleri.
Üstlerine alırlar mı?
Hiç sanmam.
Soruşturma süreci daha önce yazdığımız gibi gelişiyor. Sorumludur diye buldular bir-iki tane maden mühendisi ve maden teknikeri, onları tutukladılar. İşverenin kendisini değil, oğlunu tutukladılar. Onu da birkaç aya kalmaz, bir gerekçe bulup salıverirler.
Zaten, Başbakan’ın işine gelmeyen mahkeme kararlarının uygulanmayacağını açıkladığı bir ülkede gerçekten adalet dağıtılacağına inanmak saflık olur.
Genelkurmay Başkanı’ndan milli takıma herkes gitti Soma’ya, elleri havaya açtılar, bir fatiha, ardından üç kulhüvallâhü, bir elham okudular, görev tamamlandı.
Ölen 301 işçi kardeşimiz artık birer mezar taşıdır. Bugünkü anlayışa göre ölüm, onların yaradılışları gereği vardıkları metanetli zirvedir. Öldükleriyle kalacaklardır. Her zaman olduğu gibi...

Ekmekçi’nin Kalıtı
Halkın gazetecisi Mustafa Ekmekçi’yi andık hafta içinde. Ekmekçi, bir yazısında demişti ki: “Cumhuriyet’i, gözünü kırpmadan yazarak yaşatmak, bir boyun borcu değil mi?” O borç henüz ödenmiş değil. Göreve devam...

Korkağın Türküsü
Necati Tosuner’in son kitabı “Korkağın Türküsü”nden:
“Dünyayı başkasının başına yıkanlardan.. dünyayı başkasının başına yıkmaktan zevk alanlardan var mı kendisi de yıkıntı altında kalmayan.. kalmayacak olan!
Hangi zalim kurtulabilmiş kuyuya düşmekten?..
Kendi kazdığı kuyuya düşmekten!
Kendi kazdırdığı kuyuya...
Zalimlik arttıkça, derinlik artmadı mı kuyuda?..
Zalimlik çoğaldıkça, nasıl da çoğaldı kuyunun kapkara korkusu, sessiz ürküntüsü, derin soğuğu!..”  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları