Işıl Özgentürk
Işıl Özgentürk isilozgenturk@gmail.com Son Yazısı / Tüm Yazıları

Bir 30 Ağustos daha geçti…

01 Eylül 2019 Pazar

Bugünlerde Mustafa Kemal Atatürk’ün 1921 yılında Sakarya Savaşı sırasında söylediği “Beyler hattı müdafaa yoktur sathı müdafaa vardır, o satıh bütün vatandır” sözleri sık sık aklıma geliyor.
Gerçekten şu günlerde ülkemizin yurtsever insanları, köylüler, beyaz yakalılar, işçiler adeta bir vatan savunması içindeler. Çünkü her alanda, yalan söyleyen bir talancı çete, bir ülkeyi var eden tüm zenginlikleri gaddarca yok etmek için inanılmaz bir savaş başlatmış durumdadır.
Yüzlerce HES ve termik santral yapımına izin verilmesi asla cehaletle açıklanamaz! Asla sadece rantla açıklanamaz. Ortada bir ihanet vardır, bir ülkeyi yok etme arzusu vardır.
6 bin zeytin ağacının kesilmesi bir rastlantı değildir, bir savaş atağıdır.
Benim için şu sözler her zaman heyecan uyandırmıştır: “Türkiye kendine yeten yedi ülke arasındadır.” Bundan çocukluğumda, gençliğimde her zaman bir övünme payı çıkardım. Ama artık bu sözleri övünerek söyleyemem. Ülkemin tarım toprakları, ya kışları her biri bir hayalet kent görüntüsündeki yazlıklara kurban edildi ya da termik santrallara…
Artık hattı müdafaa yoktur sathı müdafaa vardır.
Evet, ülke savunmasındayız, yıllar öncesinden bir örnek: Caferağa, Kadıköy’de bir mahallenin adıdır. Mahalle sakinleri, belediyelerin açması gereken mahalle evlerinin eksikliğini hissettikleri için, mahallelerinde kullanılmayan, yaşam dışı bırakılmış bir binayı, kendi elleriyle onararak bir mahalle evi yapmışlar. Çünkü çocuklarının gözleri önünde olmasını istiyorlar, onları hemen her yere bulaşmış uyuşturucudan uzak tutmak istiyorlar. Birlikte sohbet edecekleri, günün konularını tartışacakları bir mekân istiyorlar. Mekân pek bir güzel olmuş, kütüphane bir yanda, çay ocağı hiç durmadan tütüyor. Yaş günlerini orada kutlamaya başlamışlar. Sünnet düğünü bile yapmışlar.
Ama mahalle yaşamını yok etmek isteyen bir iktidar var! Onun ülke halkı için önerdiği AVM tarzı bir hayat var. O tek tip insan istiyor. Sohbet istemiyor, dayanışma istemiyor, insanların çocuklarıyla birlikte havasız ve güneş ışığı girmeyen AVM mekânlarında birer tüketim hayvanına dönüşmesini istiyor.
Bu Caferağa Mahalle Evi kötü örnek! Giderek yaygınlaşabilir! Big Brother olarak onları denetleyemem, öyleyse mahalle evi basıla, kitaplar yakıla ve karşı çıkan mahalleli acımasızca coplana! Hatta gözaltına alına!
Artık hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır.
Ülkeyi yok etmeyi hedefleyen çete, özellikle Kurtuluş Savaşı sırasında ve sonrasında ülkenin kadınlarının nasıl bir savaşçı güç olduğunu da bilmektedir. Bu nedenle kadınların sadece bir üreme aracı haline getirilmesi, karşı çıkanların ise öldürülmesinin toplum tarafından kabul edilmesi için türlü politikalar geliştirilmektedir.
Örneğin ülkede bir günde üç kadının öldürülmesi adeta doğal bir durum haline gelmiştir. Burada medya özellikle bir rol üstlenmiştir. Gazeteler şöyle yazar. “Cinnet getiren adam karısını öldürdü!”, “Aldatılan adam karısını bıçakladı!”, “Şüphe üstüne kız arkadaşını öldürdü!, “Âşık olduğu kız kendisini reddedince tetiğe bastı!
Dikkatle izlediğinizde, kadın öldüren erkek katiller için en başta medyanın çeşitli mazeretler uydurduğunu görürsünüz. Bu durum hâkimler ve savcılar için de geçerlidir. Aldatma, reddetme, cinnet getirme erkek katil için bir hafifletici sebep olarak kabul edilir. Hele bir de katil kravat takarak ve “Hâkim Bey pişmanım derse” katil için en aşağı bir ceza verilir; en fazla dört yıl yatıp çıkar ve yeni bir kadın öldürür.
Bütün bunlar olurken şöyle söylenir: “Kadın da kadınlığını bilsin!
Öte yandan geçen yazılarımdan birinde de yazdım. “Defosuz cariye” yetiştirmek için, şiddetli bir mücadele verilmektedir. Bu nedenle anaokuluna bile giden kızların başları örtülerek, çocuk-kadın yapılmakta özgür bireyler olarak yetişmemeleri için en doğal insan hakkı olan cinsellik, bir günah olarak sunulmaktadır. “Bak kızım elin erkek eline değerse cehenneme gidersin! Diri diri yakılırsın!”
Çetenin bu ülkeyi yok etmek için bin bir yolu vardır. Bunların en önemlisi, ülkedeki insanları sınıf atlayabileceğine inandırmaktır. Nasıl mı? Sınıf atlamanın en önemli göstergesi bizim gibi azgelişmiş ülkelerde araba ve cep telefonudur. Bir de AVM’lerden alışveriş yapmaktır. Bu nedenle cebine asgari ücret giren kişiler bile, bankaların sağladığı imkânlarla benzin parasını ödeyemedikleri arabalara ve sanki “Japon borsasını takip edermiş gibi” tam teşkilatlı akıllı telefon kavuşturulur.
Daha binlerce örnek sayabilirim. Gözümüzü açıp görelim, “Hattı müdafaa yoktur sathı müdafaa vardır. O satıh bütün bir vatandır.” Benden de bir not: Bu satıh sadece Anıtkabir yolu değildir.
Yukarda yazdıklarımı defalarca farklı bir biçimde yazdım ve hâlâ yazıyorum. Şenlikli, neşeli hikâyeler anlatmayı özledim. Ömüm buna yetecek mi bilmiyorum. Evet, bir de şu sürüp giden kayyım meselesi var, bence adı kayyım değil, “sömürge valisi” olmalı. Tarih tüm dünyada sömürge valiliklerinin kıyımlarıyla doludur. Bizimkiler şimdilik hediye altınlarla uğraşıyorlar. Ah unuttum bir de kendilerine saunalı, ne için kullanıldıkları pek anlaşılmayan (!) arka odalar yapmakla meşguller. Sıra kıyımlara da gelecek!



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları