Işıl Özgentürk
Işıl Özgentürk isilozgenturk@gmail.com Son Yazısı / Tüm Yazıları

Bir Başka Ülkede Doğdum, Bir Başka Ülkede Öleceğim

26 Ağustos 2014 Salı

Dostlarımdan şair Orhan Alkaya bir Urla sabahında bunları söylediğinde dehşete kapıldım. Ne kadar acıtıcı bir cümleydi bu: “Bir başka ülkede doğdum, bir başka ülkede öleceğim.”
Geçmişe gittim, öyleydi, doğduğum ülke başkaydı. O ülkenin bürokratları onurlu ve vatansever insanlardı. Babamı düşündüm. Milli Eğitim’de önemli bir görevdeydi. Satın alma işlerini de o götürürdü. Anımsıyorum, her gün kendi kullandığı kamu malı cipine atlar, en uzak dağ köylerinde kadınlar için oluşturulan okuma yazma, meslek edinme kurslarını denetlerdi. Şoför tutmamıştı, o parayı yetenekli çocuklar için burs parasına çevirmişti. Atatürk’ün radyodan Onuncu Yıl Nutku’nu her dinlediğinde ağlar ve bizlere o gün stadyumda gördüğü Gazi’nin gözlerindeki vatan sevgisini anlatırdı.
Babam tek örnek değildi. Çevresindeki tüm bürokratlar öyleydi. En büyük korkuları hak yemekti. Ve gençler onlar için, geleceğin Türkiye’siydi. Münazara salonu mu istediler, buyurun hemen; spor takımı mı kurmak istediler, işte ödenek. Babamın yüzlerce öğrenciye tek tek fidan diktirdiğini anımsıyorum. Benim de beş yaşında fidan diken bir fotoğrafım var. İyi ki dikmişim, şimdi Antep’in en ağaçlıklı yeri orası.
Sonra kadınlar vardı. Öğretmenler, annem de onlardan biriydi. “Yerli malı yurdun malı” haftasında benim gözüme uyku girmezdi. İlla ki muz götürmek isterdim, o zamanlar muz pahalı bir meyveydi. Annem ne yapsın, otobüse biner, İskenderun’a gider ve tüm çocukları (öğrencileri) için muz alıp Yerli Malı Haftası’na yetiştirirdi. O dönemin öğretmenleri yeni kurulan Türkiye’nin temel taşlarıydı. Balolarda dans eder, yoksul çocukların evlerine giderek anneleri babaları ikna eder, çocukların okula gelmesini sağlarlardı. Benim çocukluğumda hemen her evde ekmek çöp tenekesine asla atılmazdı. Çünkü ekmekten bugün bile çok sevdiğim ekmek tatlısı yapılırdı. Şimdilerde bile ben evde hiçbir şeyi atamam. O günlerden kalmış...
Kendi ailemden söz ediyorum ama bu aileler Türkiye’nin hemen her kentinde, her kasabasında, her köyünde vardılar. Pek çok yoksul çocuk okuyabildiyse, kaymakam, genel müdür olabildiyse bu gözü pek bürokratlar ve öğretmenler sayesindedir. Aklıma hikâyeler geliyor. Gürer Aykal’ın ünlü bir şef olması, heykel ustası Mehmet Aksoy’un yolunda ilerlemesi hep öğretmenleri sayesindedir. Beni de adam eden bir felsefe hocasıdır.
Bu arada Köy Enstitülerini unutmayalım. Bugün eğer hâlâ ortaçağ karanlığına teslim olmamışsak, direnebiliyorsak bunu Köy Enstitülerinde uygulanan eğitime ve oradan yetişen kadın-erkek köy öğretmenlerinin direncine ve inancına borçluyuz!
Bugün eğer direnebiliyorsak, bunu en çok askeri diktalar zamanında direnen devrimcilere borçluyuz! Çünkü onlar farklı bir ülkeyi ucundan köşesinden görmüşlerdi, insan onurunun önemini ve bağımsızlık ruhunun muhteşem öyküsünü biliyorlardı.
Şimdilerde pek çok genç insan, bu öyküleri bilmeden büyüdü. Çocukluktan itibaren tüketim toplumunun içine düştüler. Markalar onları kuşattı. Özel okullar onlara birer müşteri gözüyle bakıp, ideal, inanç gibi insana en çok yakışan duruşları öğretmekten itinayla kaçındı.
Öte yandan yok edici bir virüs, bencillik sağ iktidarlar sayesinde semirerek ülkenin en güzel insanlarını kuşattı. Onlara sahte mutluluklar sundu. Küçük dünyalarında öğretilen sahte mutluluk reçeteleriyle mutlu olabilecekleri, onlara her an ama her an, her yerde söylendi. Artık ülke üretmeden tüketen insanların bencil davranışlarıyla sarsılmaya, yepyeni bir ülke olmaya başladı.
Ve yıllarca merkezin uzağında tutulmaya çalışılan din, tüm haşmetiyle merkeze yerleşti ve yepyeni, hiç bilmediğimiz menfaat çeteleri kuruldu. Çetelerin dışında kalanlara yaşam hakkı tanınmamaya başlandı. İşte şimdi hepimiz bu ülkedeyiz. Görülen o ki, bir süre daha bu ülke bizim tutkunu olduğumuz ülke olmayacak. Ve torunlarımız bizlerin onur ve inanç hikâyelerini ağızları açık dinleyecekler. Ama onur ve inanç öyle dirençlidir ki, usuldan usuldan insanoğlunun yüreğine doğru yol alır ve bir de bakarsın, bambaşka bir dünya olur.

Önemli not: Pek çok dostum, gazetemizde yayımlanan “Köklere Yolculuk: Moğolistan” dizimdeki fotoğrafları pek beğenmiş, kimin çektiğini sordular. Oysa teşekkür bölümünde belirtmiştim. Demek ki yeterli olmamış. Öyleyse fotoğrafların hemen hepsinin rehberimiz ve Harami fotoğraf grubunun üyesi Teoman Cimit tarafından çekildiğini belirtmem ve yeniden teşekkür etmem gerekiyor. Ayrıca sizi bir de Teoman’ın “Şaman” fotoğrafıyla selamlıyorum.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları