Işıl Özgentürk
Işıl Özgentürk isilozgenturk@gmail.com Son Yazısı / Tüm Yazıları

Oğul can oğul...

18 Temmuz 2013 Perşembe

Her zaman dolu olan Taksim İlkyardım Hastanesi’nin sedyeler üstünde yatan acil hastalarının yanından geçerek, yoğun bakım ünitesine giriyorum. Ünitenin koridorunda, yaklaşık on kişi, genç yaşlı yüzlerinde geniş bir gülümseme birbirlerine sarılıyorlar. Bugün müjdeli bir haber var: 8 Temmuz günü, Gezi Parkı’nın açıldığı ve ardından şak diye kapandığı gün, Taksim Meydanı’nda başından fişekle vurulan ve 8 gündür uyutulan A. T., ayaklarını ve ellerini oynatarak yaşama dair ilk işaretlerini vermiş. Annesi Öznur Hanım, onun ellerini ayaklarını oynattığını görünce sevincinden ağlamaya başlamış, dışarıda bekleyen teyzeler, dostları, arkadaşları günlerden beri ilk kez gülümsemişler, işte ben tam o sırada gelmişim.

Dar ve havasız koridordaki sevinç beni de sarıyor, tamam A. doktorlar tarafından yeniden uyutulsa da, yaşam ağır basacak gibi. Evet, annesinin dediği gibi, A. yeniden hayata döndüğünde, en sevdiği türküleri yeniden söyleyecek, yeniden top peşinde koşacak ve yeniden bu ülkenin parkları, ağaçları için kalabalıklara karışacak. Anne Öznur karar vermiş, oğlu ayağa kalkana dek, hiçbir söyleşiye yanıt vermeyecek ve asla ama asla fotoğraf çektirmeyecek. İlk çektirdiği fotoğrafta, mutlaka ama mutlaka A. da olsun istiyor.
Bu isteğe saygı duymamak olanaksız, onlara geçmiş olsun diyerek koridordan ayrılırken gözüme, koridorun bir yanında toplanmış yataklar, battaniyeler gözüme ilişiyor. Anne Öznur, “Günlerdir burada yatıyoruz” diyor, “öyle ki, buradan bir an uzaklaşsam, A.’ya bir şey olacakmış gibi geliyor, onu bir saniye bile yalnız bırakamam.”

Aileye öneriler gelmiş, daha iyi şartlardaki bir özel hastaneye çıkmaları olanaklı ama onlar doktorlarından çok hoşnutlar çünkü doktorlar A.’yi oğulları kabul etmişler, her an her dakika A.’nın başucunda bekliyorlarmış. A. doktorların en kutsal emaneti olup çıkmış. O sırada yanımıza Figen Hanım geliyor, “A. için gerekli ilaçları bulduk” diyor, “ecza deposu olan bir arkadaş işe el koydu.” Figen Hanım, A.’nın ilk vurulduğu gün Taksim İlkyardım’a gelmiş, “Elimden gelen bir şeyler mutlaka vardır” diye, o günden sonra da aileden biri olup çıkmış. Kendisi Şişli’de oturuyor, grafiker ve tabii 78 kuşağından.

Figen Hanım, ben ve Öznur Hanım biraz hava almak için hastanenin küçük bahçesine çıkıyoruz. Bir köşede otururken iki tane gencecik kız yanımıza yaklaşıyor. A.’nin durumunu öğrenmek istiyorlar ve duydukları, sevinç çığlıkları atmalarına neden oluyor. Bahçedeki hasta yakınları onların çığlıklarına alkışlayarak eşlik ediyor. A. herkesin emaneti.

 

‘Oğlumu vuran fişek benim paramla alındı’

Anne ve Figen Hanım içeri giriyorlar ben çıkışa yöneliyorum, birden televizyon kameralarını görüyorum. Çok genç bir adam müthiş sakin kameralara konuşuyor, az önce A.’nın fotoğrafını görmüştüm, bu genç adam A.’nın babası, hemen yanına gidiyorum. Mehmet Bey, ilk günden beri söylediği sözleri yeniden yineliyor. “Ben, kendimi katil gibi hissediyorum. Çünkü çocuğumun başına gelen biber gazı fişeği benim paramla alındı. Benim vergilerimle alındı ve çocuğuma karşı kullanıldı, kendimi sorumlu hissediyorum, vergilerimizin nerelere harcandığını sormadık! Hep birlikte derin bir uykudaydık ama oğlum A. yaşı küçük henüz on altı ama o bir bireydi. Soru soran, doğrulara ulaşmak isteyen bir bireydi.”

Biz konuşurken yan sırada orta yaşlı bir adam söze giriyor, Kamil Bey, oğlu üçüncü kattan düşmüş Mehmet’le aynı gün hastaneye getirmişler. Kamil Bey, “O genç kadınlar birer kahramandılar” diyor, “Hangi kadınlar” diye soruyorum. “A.’nin yanına polisi sokmayan kadınlar, polisler A.’nin alındığı odaya girmeye çalıştılar, ifade alacaklarmış, dört beş genç kız onları odaya sokmadılar, cop yediler, küfür işittiler ama polisleri odaya sokmadılar. Öyle kahramanca korudular arkadaşlarını.”

A. arkadaşlarının da emaneti, o şimdi bütün Türkiye’nin emaneti. A. bir an önce uyan ve ilk işin Gezi’de top koşturmak olsun. Futbol oynamayı severmişsin, annen kulağına fısıldadı, hadi kalk…

 

Öğretmenleri her gün arıyor

A.T’nin babası Mehmet Bey’le konuşurken telefonu sürekli çalıyor, yurdun her yerinden ona ulaşıp A.’nın sağlığını soruyorlar, bir şeye ihtiyacı olup olmadığını öğrenmek istiyorlar. Mehmet Bey’i en çok A.’nın Ticaret Lisesi’ndeki öğretmenlerinden gelen telefonlar etkilemiş. “Her gün arıyorlar, onlara minnettarız.” Belli ki A. öğretmenlerinin de emaneti.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları