Işıl Özgentürk
Işıl Özgentürk isilozgenturk@gmail.com Son Yazısı / Tüm Yazıları

Uluma...

10 Haziran 2014 Salı

Sevgili okurlarım, madem köşemizin adı “Al Gözüm Seyreyle” öyleyse bugün alın size bir hikâye... Saat gece yarısını biraz geçiyordu, tuhaf bir uluma herkesi balkonlara çıkmaya zorladı. Ben de çıktım, neydi bu, yüreği paramparça eden bu uluma neydi? Nereden geliyordu? Balkonların ışıkları yandı, o zaman onu gördük. Yan yana dizilmiş apartmanların arasında neden açıldığı hiç bilinmeyen susuz bir kuyu vardı ve ses o kuyunun dibinden geliyordu. Ulumayı dinlemeye başladık; biri “Bu çok genç bir ses, bir çocuk sesi, canı çok acıyor belli, oraya nasıl girdi?” diye ilk soruyu sordu ve sorular birbirini izledi. Sonunda anlaşıldı ki, kuyunun dibinde uluyan çocuk, hepimizin tanıdığı biriydi; Nevzat, on yaşındaydı, sürekli tiner çekerek mahallede dolaşırdı, zararsızdı. Onu çoğu zaman apartman kapılarının dibinde uyurken bulurduk.
Ne olmuştu? Neden böyle uluyordu? Birileri polis çağırmaktan söz etti. Hemen karşı çıkıldı, çünkü polis onu mahallenin huzurunu bozduğu için bir güzel döver ve karakol kapısının önüne bırakırdı. Mahallelinin onu çıkarması gerekirdi ama mahallede oturan herkes tiner çekmiş birinin tehlikeli olduğunu bilirdi. En iyisi sabahı beklemek ve onu hırpalamayacağına emin olduğumuz bir gönüllü kuruluşa emanet etmekti.
Karar buydu ve uluma hiç durmuyordu. Bir süre sonra insanlar balkonlardan çekildiler, ışıklar söndü ve karanlıkta adeta imdat çağıran Nevzat’ın uluması daha da büyüdü. Üstüme sıkı bir şeyler giyinip, elimde fener oraya gitmek için kapıdan çıktım. Kuyuya doğru yürümeye başladım. Ses öyle yüksekti ki, dayanılmazdı. Ama kararlıydım, onunla konuşacaktım.
Kuyunun başına geldiğimde içeri seslendim. “Nevzat, Nevzat…” Uluma bir an için durdu, ardından daha yüksek bir sesle başladı. Yeniden seslendim: “Nevzat, Nevzat…” Birden içerden incecik bir ses duyuldu: “Beni rahat bırakın…” “Bırakamam Nevzat, biri canını mı sıktı? Ne oldu, sen oraya neden girdin?” “O gene gelecek” dedi. “Kim gelecek?” “Gelecek işte!” diyerek adeta beni tersledi. “Sen hiçbir şey bilmezsin ki…” “Neyi bilmem?” “Bilmezsin işte!”
Yeniden ulumaya başladı. Sonra birden sustu ve seslendi: “Burada yalnız değilim, yalnız değilim diyorum sana.” “Peki kim var yanında?” “Kardeşim, küçük.” “O ne yapıyor şimdi? Hiç sesi çıkmıyor?” “O uyuyor, ben de başında nöbet bekliyorum. Şeytan gelmesin diye.” “Kim kardeşini almaya gelecek Nevzat?” “Sus, ayak seslerini duymuyor musun? Ninem ‘şeytanı gördüğün an, hemen bir besmele okuyacaksın’ derdi. Besmele onu korkutur, arkasına bakmadan koşar. Senin de yanına gelmiştir, hemen bir besleme oku. Bismillahirahmanirrahim… Hay canına yandığım, unuttum. Ne olacak şimdi, kardeşimi alıp götürecek. Onu da şeytan yapacak. Hadi bana yardım et, beslemeyi sen söyle, yalvarırım söyle.” “Nevzat, ortada senden benden başka kimse yok.” “Hayır kardeşim var, şeytan hemen onun yanında.” “Tamam tamam, bir dakika, ben besmeleyi okudum, şeytan uzaklaşmıştır, kardeşin neden hiç ses çıkarmıyor? Adı ne?” “Uyuyor dedim ya, sen git başımdan, benim ulumam gerek, şeytanı kovmak için ulumam gerek. O zaman gelmez.”
Anızın uzun bir sessizlik oluyor. “Nevzat uyudun mu?” “Sus, şimdi şeytanla pazarlık ediyorum. Ona dedim ki, bak kardeşimi rahat bırak, bırak o rahat rahat uyusun, işini benimle gör, bitir. Ama o zehrini kardeşime de akıtmak istiyor. Kardeşimi istiyor, kardeşimi istiyor. Ulumalıyım, onu korkutup kaçırmalıyım.”
Nevzat yeniden ulumaya başlıyor. Uluma uzayıp gidiyor. Evlerin balkonlarını, gölgeli sokakların ıssız köşelerini dolduruyor. Ne kadar sürdüğünü bilmiyorum, birden kesiliyor. Çıt yok. “Nevzat Nevzat!” diye sesleniyorum. Hiç ses yok. Hava hafiften ağarıyor. Ne olursa olsun, kuyuya inmeliyim. Bu kahredici sessizlik dayanılır gibi değil. Usulca kuyunun kenarlarına tutuna tutuna aşağı inmeye başlıyorum. İndikçe nem kokusu insanın genzini yakıyor. Nerede o, en dipte mi ? Kendimi umutsuzca aşağı bırakıyorum.
Orada, öylece yatıyor, ellerini dua eder gibi göğsünde kavuşturmuş, uyuyor. Hemen yanında bir ceket var, ceketi bir çocuk gibi sarıp sarmalamış.Yanına gidip günlerdir yıkanmamış, keçeleşmiş saçlarını okşuyorum, uyanıyor, beni görüp görmediğini bilmiyorum. Sadece, “Kardeşimi korudum” diyor, “şeytan onu bana bıraktı”. Ve yeniden bir külçe gibi uykuya dalıyor.
İçimden hıçkırıklarla ağlamak geçiyor. Bir çocuk bu denli yoğun bir acıyı '6Easıl kaldırabilir? Kuyuların dibinde kim bilir daha kaç çocuk, korkuyla böyle büzülmüş yatıyor. Bu kez ben ulumaya başlıyorum, acım ancak öyle geçecek!..  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları