Leyla Tavşanoğlu

Gestapo Yasası

20 Nisan 2014 Pazar

İstanbul Barosu Başkanı Kocasakal şaibeli MİT yasasını topa tuttu:

Siyasi iktidar kendi Gestaposunu yaratıyor. Bu çok tehlikeli. Hukuk devletinin dibine dinamit koymak anlamına geliyor. Tek dinamit bu olsa... Arkasından neler geleceğini bilmiyoruz. 

Parti devleti, hukukun hiçe sayıldığı, partiyle devletin özdeşleştiği bir yapı. Bu iktidar anayasayla kendisine verilen yetkileri aştı ve bütün kuvvetleri kendisine bağladı.

İstanbul Barosu Başkanı Kocasakal şaibeli MİT yasasını topa tuttu: Gestapo Yasası LEYLA TAVŞANOĞLU İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kocasakal TBMM’den geçen yasayla artık MİT’in ‘hukuken’ iktidarın istihbarat teşkilatı haline geldiğini söylüyor. Bununla, MİT’in siyasi iktidarın keyfine göre herkes için bir tehdit olarak ortaya çıkacağına dikkat çekiyor. Kocasakal bunu yapmanın devletin dibine dinamit koymakla eşanlamlı olduğunun altını kalın hatlarla çiziyor. Bir de AKP’yi uyararak, “Demokrasilerde siyasi iktidarlar yüzde kaç oy almış olursa olsun şartlı bir yetki kullanır” diyor.
- Başbakan Erdoğan MİT yasasını bir an önce TBMM’den geçirme peşindeydi. Geçti de. Hukukçular bu yasanın bir anlamda MİT’in marifetlerini aklama, bir anlamda da Türkiye’yi muhaberat devletine çevirmeyi amaçladığını söylüyor. Siz bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ü.K.- Bu siyasi iktidar kendi devletini oluşturdu. Bunu yeni de söylemiyorum. Tıpkı Nazilerin yaptığı gibi buna biz doktrinde “parti devleti” diyoruz. Demokrasilerde siyasi iktidarlar yüzde kaç oy almış olursa olsun şartlı bir yetki kullanırlar.
Nitekim, bizim anayasamızda da “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Türk milleti egemenliğini anayasadaki organları eliyle kullanır” der, “TBMM’nindir” demez. Bakın, o organlardan biri 20. maddeye göre yasama, biri 8. maddeye göre yürütmedir, 9. maddeye göre de yargıdır. Bu maddede de yargının Türk milleti adına karar vereceğini söylüyor. Yani onların milli irade dedikleri şey yok. Milli egemenlik var. Ama milli egemenliğin tek yansıdığı yer yürütme ya da yasama değildir. Millet kayıtsız şartsız sahip olduğu bu egemenliğini üçe bölerek kullanır. Ama burada en güçlü yansıma yargıyadır. Dolayısıyla da milletin yüzde kaç oy olursa olsun bir iktidara verdiği yetki mutlak değil, şartlı bir yetkidir.
- O şart nedir?
Ü.K.- Sen dört yıl boyunca benim adıma seni bağımsız yargının denetlemesi kaydı şartıyla, anayasanın koyduğu sınırlar içinde her istediğini yapabilirsin, demektir. Oysa bu siyasi iktidar ne yazık ki birtakım kavramları çarpıtarak ve sanki milli egemenliğin tek yansıması siyasi iktidardaymış gibi bir algı yarattı. Yargıyı hiçe saydı; itibarsızlaştırdı. Hukukla bir oyuncak gibi oynayarak, yargıyı ele geçirerek, anayasayı hiçe sayıp bu gücü farklı biçimde kullandı ve bir parti devleti yarattı.
Parti devleti, hukukun hiçe sayıldığı, partiyle devletin özdeşleştiği bir yapı. Valilerin iktidarın birer üyesi gibi davranmaları; Başbakan’ın benim valim, benim polisim ifadeleri o yüzdendir. Demokrasilerde iktidarın polisi, valisi olmaz. Devletin valisi, polisi olur. Yani bu iktidar anayasayla kendisine verilen yetkileri aştı ve bütün kuvvetleri kendisine bağladı. Bu yapıda artık önünde herhangi bir engel kalmadığı zaman her şeyi yapabilecek konumda. İşin acı olan yönü, “Bu yetkiyi millet bize verdi” demesi.
Bakın, millet hiçbir zaman hukuksuzluk, yargıyı boğmak, yolsuzluklar, hak ve yetkiyi boğmak için yetki vermez. Nitekim vermemiştir de. Şimdi de MİT yasasını dayattı. MİT yani Milli İstihbarat Teşkilatı. Ülkenin, devletin çıkarları için çalışması gereken bir kurum. Yani iktidarın istihbarat teşkilatı değil.
MİT’in halihazırdaki yasasına bakarsanız bir komşu ülkenin içişlerine müdahale etmek, savaş ortamını yaratmak, siyasi iktidarın çıkarlarını korumak ve kollamak gibi yetkileri yok.

Başbakan gayri milli
Anayasa Mahkemesi’nin Twitter yasağını kaldıran kararının milli olmadığını söylüyor. Ülkeyi bölünmeye götürürken, üniter devletle sorunu varken kendinde milli karar talep etme hakkını nasıl görüyor?

- Yani şimdi yapılmak istenen MİT’i parti devletinin istihbarat teşkilatına mı dönüştürmek?
Ü.K.- MİT zaten fiilen o hale dönüştürülmüştü. Şimdi “hukuken” de iktidarın istihbarat teşkilatı haline getirildi. Bu, görünürde şekli olarak başka bir görevle donatılmış olan önemli ve büyük gücün artık siyasi iktidarın keyfine göre herkes için bir tehdit haline getirilmesi demektir. Burada siyasi iktidar kendi Gestaposunu yaratıyor. Dıştan bakıldığında vatandaş açısından bir meşruiyet algısı olacak. Ama içine girdiğinizde tek tek iktidarın hoşuna gitmeyen her toplum kesimi, medya kuruluşu, dernek, siyasi parti üzerinde engellenemez güç haline gelecek. Bu çok tehlikeli. Bir hukuk devletinin dibine dinamit koymak anlamına geliyor. Tek dinamit keşke bu olsa. Bunun arkasından daha neler gelecek bilemiyoruz.
- Yoksa sırada Anayasa Mahkemesi de mi var? Başbakan son olarak Anayasa Mahkemesi’nin Twitter yasağını kaldıran kararına saygı duymadığını söylemedi mi?
Ü.K.- Ona dahi tahammül göstermiyorlar. Başbakan sıradan bir kişi olsa bu sözü söyler. Ama bulunduğu konum buna el vermiyor. Siz bir mahkeme kararına saygı duymayabilirsiniz. Ama yürütmenin başında olan bir kişi anayasal bir organa saygı göstermediğini dile getirme hakkına sahip değildir.
Anayasaya sadakat, hukukun üstünlüğü kapsamında çalışma yemini etmiş ve topluma deklare etmiş bir başbakan hele de en yüksek mahkemenin kararına saygı duymuyorsa tek yapacağı şey istifa etmektir. Hem ülkeyi yöneteceksiniz hem de yargı kararına saygı duymayacaksınız. Üstelik o yargı milletin ta kendisi. Anayasa Mahkemesi kararına saygı duymuyorum, demek; millete saygı duymuyorum, demektir. Bu bir anayasa ve sistem meselesi. Oy çoğunluğu meselesi değil. Sonuçta millet kendi adına yargıya bir denetim görevi veriyor. Diyelim ki saygı duymuyorsunuz. Ama anayasal olarak uymak zorundasınız. Başbakan uçlarda savruluyor. Bu karar için “milli değil” dedi.
Hukukun birtakım evrensel değerleri ve ilkeleri vardır. Birtakım uluslararası sözleşmelere imza atarsanız, onları uygulama yükümlülüğü altına girersiniz. Bunu yapmak istemiyorsanız hepsinden çıkarsınız, bir ada devleti gibi yaşarsınız.
Tabii ki her ülkenin bir ulusal yargısı vardır. Bu ulusal yargı zaman zaman duruma ve yapısına göre ulusal çıkarları gözeten kararlar verir. Vermelidir de.
- Peki, Twitter yasağının kaldırılması kararında millilik olur mu olmaz mı?
Ü.K.- Hak ve özgürlükler, birtakım evrensel değerler söz konusu olduğunda orada zaten eşyanın tabiatı gereği millilik arama gibi bir durum söz konusu olmaz. İfade özgürlüğü, toplantı ve gösteri yürüyüşleri hakkı evrensel değerlerdir. Başbakan o konuyu çarpıtıyor. Bunun millilikle ne işi var?
- Acaba konuyu çarpıtma amacı mı taşıyor yoksa o sözü bilgisizliğinden mi söyledi?
Ü.K.- Bence çarpıtma amaçlı. Kararın milli olmadığını söylüyor. Ama öncelikle bir cevap vermeli. Acaba Başbakan’ın kendisi milli mi?
Biz milliyetçiliği ayaklar altına aldık, derken, Diyarbakır’da gerilla kıyafetli insanlarla kol kola elleri havaya kaldırırken, ülkeyi bölünmeye götürürken, üniter devletle sorunu varken burada nasıl kendinde milli karar talep etme hakkını görüyor? Başbakan’ın kendisi milli değil ki; gayri milli.
Hatırlatalım: Irak’ta ABD askerlerinin başarısı için duacı olurken, göğsünü gere gere, “Biz Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) eşbaşkanıyız” derken, milli orduya kumpas kurulduğunda ellerini ovuştururken milli miydi ki, şimdi milli bir yargıdan söz edebiliyor?

Seçmenin iradesini çaldılar
- Daha YSK kararı çıkmamışken Ankara’da Büyükşehir Belediye Başkanı seçildiği kabul gören Melih Gökçek mazbatasını alırken, Yalova’da seçim kesinlik kazandığı halde CHP’li belediye başkanına mazbatasını vermemekte direnmek nasıl iş?
Ü.K.- Burada çarpıcı olan şu: Onlar milli irade diyor, ama yok böyle şey. Esası seçmen tercihi. Milli egemenliğin yansımalarından birisi olan seçmen tercihi. Sandık demokrasilerde her şey değildir. Ama çok şeydir. Yalnız bunun bir anlam ifade edebilmesi, bir meşruiyet kaynağı olabilmesi için herhangi bir gölge, şaibe, leke olmaksızın herkesin verdiği oyun sonuca doğru bir biçimde etki ettiği hususunda emin olması gerekir.
Ortak bir kanaat olarak herkeste çok ciddi seçim yolsuzluğu yapıldığı var. Bu seçim yolsuzluğu öbür maddi yolsuzluktan daha da vahim. Çünkü seçmenin iradesi, ülkenin geleceği çalınıyor. Oyu birinden alıp başka birine veriyorsunuz.

Belediye başkanlarının meşruiyeti yok
- Böyle bir durumda bu seçimin meşruiyeti kalır mı?
Ü.K.- Kalmaz. O seçilen belediye başkanlarının meşruiyeti kalmaz. O koltukta rahat oturamazlar. Bunların, toplumu rahatlatacak şekilde araştırılması gerekiyordu. Ama ne yazık ki YSK’nin ve büyük oranda da öbür seçim kurullarının bu tarihsel ve anayasal görevlerini layıkıyla yerine getirmediklerini düşünüyorum.
O zaman sandıktan söz etmenin, vatandaş karar verecek, demenin bir anlamı kalmıyor. Sonuca doğru yansımadığı sürece seçimin bir anlamı var mı? O zaman bu yapılan seçim değil, atama oluyor. Bu iktidar işine gelen her şeyi yapar. Bu pragmatizm değil oportünizmdir.
Seçimlerde yapılan bir tür darbedir. Biz darbelere insanların iradesini ortadan kaldırıp bu iradenin üzerine çıktığı için karşı çıkıyoruz. O zaman bu yapılanın darbeden ne farkı var?

Bu seçim sivil darbedir
- Yani bu seçimde sivil darbe mi yapıldı?
Ü.K.- Evet, sivil darbe. Bu bir sandık darbesi, sandığa darbedir. Milli iradeden dem vuranların ilk yapmaları gereken bu iradenin doğru yansımasını sağlamak değil mi? Yakışır mı hileler, yolsuzluklar üzerine seçim kazanmak?
Bütünşehir yasasıyla sistemi allak bullak ettiler. Zaten devlet gücünü bu seçimlerde korkunç bir şekilde kullandılar. Kötü bir sınav verildi. Ama ben avukat meslektaşlarıma teşekkür etmek istiyorum. Özellikle İstanbul’da Oy ve Ötesi’yle birlikte İstanbul Barosu olarak bin civarında avukatımızı görevlendirdik. Neredeyse 24 saat sandık başlarında görev yaptılar.  

PORTRE
ÜMİT KOCASAKAL
 

Köln, 1966 doğumlu. Galatasaray Lisesi ve İÜ Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Bir süre avukatlık yaptıktan sonra Galatasaray Üniversitesi’ne Ceza ve Ceza Usul Hukuku asistanı olarak girdi. 2000’de “Kara Para Aklama Suçu” konulu teziyle doktorasını, 2005’te “AB Ceza Hukukunun Esasları” konulu teziyle de doçentlik derecesini aldı. 2010 ve 2012’de arka arkaya İstanbul Barosu Başkanlığı’na seçildi. Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza ve Ceza Usul Hukuku Anabilim Dalı Başkanlığı yaptı.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Tedavi olsunlar 1 Mart 2015

Günün Köşe Yazıları