Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
Kürt-İslam sentezi
Strateji uzmanı Dr. Ercan Çitlioğlu ‘barış süreci’ni değerlendirdi
Stalinist yöntemlerle yönetilen bir örgütün liderinin demokrasi havarisi kesilmesi ve demokrasinin erdeminin ayırdına varması elbette olumlu bir gelişme. Keşke bu evrimi bunca can yitirmeden yaşamış olsaydı.
Öcalan iki kardeş halk arasında yaşananların suçlusunu Türkiye sınırları dışına çıkararak anonim bir suçlu yaratıyor. Daha da önemlisi bu eleştirinin içinde PKK’nin şiddete dayalı dayatmacı uygulamalarına yönelik satır aralarına gizlenmiş bir özür de var.\t\t\t
LEYLA TAVŞANOĞLU
Bahçeşehir Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanı Ercan Çitlioğlu, barış sürecinde yaşananlardan iyimser olduğunu söylerken, bütün taraflara iyi niyet ve samimiyet öğütlüyor. Süreç içinde mutlaka dış etkenlerin müdahale ve oyunlarıyla karşı karşıya kalınacağının altını çiziyor. Otuz küsur yıllık bir çatışma dönemi ve binlerce şehit verilmesinin ardından gelinen noktada ise, o savaşın boşuna verilmediğini ancak bundan sonra ileriye bakma zamanı geldiğini vurguluyor. “Sonuçta tek bir ülkemiz, tek bir yuvamız var. Orası da Türkiye” diyor.
- Kürt sorununa çözüm konusunda son gelişmeleri izlerken iyimserlik duyuyor musunuz?
E.Ç.- Yaşananlar konusunda iyimser miyim? 1978 yılından günümüze PKK’yi yakından izleyen, terörizm konusunda pek çok kitap ve analize imza atan birisi olarak evet ilk kez iyimserim.
Bu noktada elbette iyimserliğimin neden ve gerekçelerini açmam gerekiyor. Öncelikle yaşanan sürecin, benzer süreçlerde olduğu gibi dört temel parametresi var. İstek, irade, samimiyet ve güven. Yaşanan her açıdan yüksek maliyetli. Bu sorunun gelinen noktada çözüme ulaşması konusunda toplumun hemen her kesiminde görünür bir istek ve bu isteği destekleyen yüksek bir beklenti var. Siyasi iktidarın bu momentumu iyi yakalaması ve toplumsal temeldeki isteğin arkasına güçlü bir irade koyması iyimserliğimi pekiştiren temel nedenlerden birisi...
- Peki, siyasi iktidar bu momentumu iyi yakalayabilecek mi sizce?
E.Ç.- Burada hemen bir ekleme yapmalıyım. Sorunun sonlandırılması konusunda toplumda yoğunlaşan istek karşı tarafta bir yanıt bulmamış olsaydı o zaman yürütülen çalışmalar bir ödün verme çerçevesine oturabilir ya da bu şekilde algılanabilir ve sürece zarar verebilirdi. Oysa gelinen noktada PKK ve periferisinde yer alan kurum ve kuruluşlar silahlı mücadeleyle sonuç almalarının mümkün olmadığını, silahlı mücadelenin yerini siyasi alanda demokratik bir mücadeleye terk etmesi gerektiğini geç de olsa kavramış görünmektedirler. Aslında etnik milliyetçi hareketlerin dünya genelinde pratiğine bakıldığında bir tür bileşik kaplar teorisi olarak adlandırılması olası bu gerçeklik kaçınılmazdır. Amaçlarını şiddet hareketleri ile duyuran etnik topluluklar bir süre sonra şiddeti sonlandırarak mücadelelerini siyasal alana taşımak durumundadırlar.
- Şimdi silah bırakılmasından söz ediliyor. Gerçekten son 30 küsur yılda hiçbir şey olmamış gibi yumuşak bir geçiş süreci yaşanması olası mı?
E.Ç.- Dört parametreden söz etmiştim. İkisini konuştuk. İstek ve irade. Bu arada hemen bir parantez açmalıyım. Yakın geçmiş ve günümüzde yaşanan travmaların her iki tarafta da -taraf deyimini bir ayrıştırma için değil bir tanımlama bağlamında kullanıyorum- henüz çok taze olduğu bir dönemde sürecin değerlendirilme ve algılanmasında elbette duygusal yaklaşımlar olacaktır. Sert söylemler, yüksek dozlu eleştirileri bu dönemin öncü değil artçı sarsıntıları olarak görebilirsek sosyolojik gerçeklikleri daha rahat kabul etmiş oluruz. Farklı görüş ve yaklaşımların kamuoyu önünde tartışılması hem demokratik ve açık toplumun doğal bir gereğidir hem de yaşanan sürecin içselleştirilmesi, sindirilmesi, özümsenmesi, makulde birleşilerek olgunlaşması ve ortak kabul görmesi açısından yararlıdır da. Dilerseniz buna herkesin eteğindeki taşları dökmesi de diyebilirsiniz. Psiko-sosyal açıdan bir rahatlama ve rahatlatma yöntemidir bu. Bu nedenle ne eleştirilerden korkalım ne de eleştirilmekten...
Güven ve samimiyet önemli
Bu süreçte güveni inşa edecek olan samimiyettir. Taraflar çözüm için ne kadar samimi olduklarını, gizli hesap ve ajandaları olmadığını ortaya koyduklarında güven zaten kendiliğinden oluşmaya başlayacaktır.
- Sizce samimiyet ve güven var mı?
E.Ç.- Anadolu’da bir deyim vardır. Turpun en irisi çuvalın dibinde olur denir. Burada çuvalın dibinde duran diğer iki parametre. Yani samimiyet ve güven. Güveni inşa edecek olan samimiyettir bu süreçte. Tanım bağlamında taraflar çözüm için ne kadar samimi olduklarını, gizli hesap ve ajandaları olmadığını uygulamaları ile ortaya koyduklarında güven zaten kendiliğinden oluşmaya başlayacaktır. Bu nedenle eylemsizlik ve sınır dışına çıkma kararından çok bunun uygulanması sürecin ilk turnusol kâğıdıdır bence. Amerikalı bir generalin, Afganistan’daki Amerikan kuvvetlerinin komutanının bir sözü var. Güven verilmez, kazanılır demişti bir defasında. Güvence verilir ama güven olduğu sürece. Bir güvensizlik var mı? Evet var. Geçmişte yaşananların tortuları, kalıntıları bunlar.
- Peki, bu bağlamda güven kazanılması söz konusu olur mu?
E.Ç.- Örnek vermeyelim isterseniz. Geçmişi unutmayalım ama güne taşıyıp günümüzü geçmişe tutsak etmeyelim. Şimdi yapılması gereken güven vermek değil, söylemlerimiz yerine eylemlerimizle karşılıklı olarak güven kazanmak, tazelemek ve yeni dönemi kuşkular yerine karşılıklı güven üzerine inşa etmek olmalıdır.
- İyi de daha dakika bir gol bir, Nevruz kutlamalarında sadece PKK bayrağının her tarafa asılması Türkiye Cumhuriyeti bayrağının olmaması ne anlama geliyor?
E.Ç.- Türk bayrağı elbette olmalıydı. Güven verme, samimiyet testi adına kaçırılmış bir fırsattır bu bence. Kendi hassasiyetlerini önceleyen bir kesimin çözüm için ortaklığını, paydaşlığını aradığı; çok geniş bir kesimin de hassasiyetlerini önemsediğini, içselleştirdiğini göstermesi, barış dilini somutlaştırması gerekirdi. 1000 yıllık kardeşlik vurgusu yapan, aynı dine mensup olmanın birleştiriciliğini ortak bir değer olarak seslendiren bir mesajın aktarıldığı meydanda ortak egemenliğin simgesi olan Türk bayrağı olmalıydı.
- Öcalan’ın mesajını okuyunca neler hissettiniz? Hidayete ermiş gibi bir duyguya kapıldınız mı?
E.Ç.- Öcalan’ın mesajını dikkatle okudum. Okumakla kalmayıp geçmiş mesajları ile karşılaştırmalı olarak değerlendirmeye çalıştım. Öcalan gibi narsistik kimlikli ve süper ego sahibi birisinden beklenmeyecek ölçüde büyük bir dikkatle, sözcüklerin belli ki büyük bir özenle seçildiği bir mesaj hatta bir manifesto olarak algıladım. Hücresinde Mesnevi’yi okumuş gibi geldi bana... Dünü bırakıp yeni şeyler söylüyor çünkü...
- Nasıl yeni şeyler söylüyor? Sanki suçu başkalarının üzerine atmaya çalışıyor gibi bir ifade kullanmamış mı?
E.Ç.- Neler mi? Örneğin dayatmaların, inkârcılığın, retçiliğin, asimilasyonun kapitalist modernitenin, emperyalizmin uygulamaları ve hastalığı olduğunu söyleyerek bir anlamda iki kardeş halk arasında yaşananların suçlusunu Türkiye sınırları dışına çıkararak anonim bir suçlu yaratıyor. Ve bence daha da önemlisi bu eleştirisinin içinde PKK’nin şiddete dayalı dayatmacı uygulamalarına yönelik satır aralarına gizlenmiş bir özür de var. Dilerseniz buna hidayete erme de diyebiliriz. Hazreti Musa, Hazreti İsa ve Hazreti Muhammet’e atıf yaparak Marksist-Leninist kimliğinin ötesine geçtiğini de söyleyebiliriz. Kaldı ki 1000 yıllık Türk-Kürt kardeşliğine ortak payda olarak aynı dine mensubiyeti öne çıkarması da önemli bir başlık. Burada elbette Doğu ve Güneydoğu insanlarımızın muhafazakâr yapılarını da dikkate aldığını ve dini birleştirici bir değer olarak öne çıkararak pragmatik bir yaklaşım sergilediğini de söyleyebiliriz.
- Öcalan’ın birden demokrasi havarisi kesilmiş gibi bir tavır içine girmesi sizce ne demek? Bu tavrında samimi midir?
E.Ç.- Stalinist yöntemlerle yönetilen bir örgütün liderinin demokrasi havarisi kesilmesi ve demokrasinin erdeminin ayırdına varması elbette olumlu bir gelişme. Keşke bu evrimi bunca can yitirilmeden yaşamış olsaydı... Öcalan’ın Ortadoğu’ya ilgisi yeni değil. Tecrit öncesi Arap Baharı’nın başladığı günlerde avukatları aracılığı ile Gülen cemaatine çağrıda bulunarak güç birliği yapmaları halinde Ortadoğu’yu yeniden şekillendirme konusunda çok önemli bir rol oynayabileceklerini söylemişti. Bu çağrının altında Gülen cemaatinin PKK’ye destek veren taban üzerinde ciddi bir etki gücüne kavuşması ve tabanının kaymaya başlamasının rolünün bulunduğu elbette unutulmamalı.
PORTRE
ERCAN ÇİTLİOĞLU
1943 yılında Dörtyol’da doğdu. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi, Gazetecilik ve İşletme İktisadı Enstitüleri’ni bitirdi. İngiltere’de Oxford Üniversitesi’nde İngilizce eğitimi görerek Proficiency derecesini aldı.
1967-1985 yılları arasında Turizm ve Tanıtma Bakanlığı ile Başbakanlık’ta, Londra Büyükelçiliği Basın Müşaviri ve Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdür Yardımcısı olarak görev yaptı. Bahçeşehir Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanlığı’nı yürütüyor.
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Yankı Bağcıoğlu'ndan Suriye uyarısı:
- CHP'li Günaydın'dan Bakan Tekin'e tepki!
- Yeni Doğan çetesi davasında çarpıcı itiraflar
- Canlı tarih müzesi Hisart 10. yılında!
- Teğmenler Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ediliyor
- Tarihçi Yusuf Halaçoğlu'ndan şok iddialar
- TBMM'de 'Etki Ajanlığı' düzenlemesi tartışılacak: Amaç m
- Pera Palas'ta Atatürk Müze Odası
- İmamoğlu’ndan 10 Kasım paylaşımı!
- Donald Trump'ın yeniden başkan olması dünya ekonomisini
En Çok Okunan Haberler
- Suriyeliler memleketine gidiyor
- Marmaray'da seferler durduruldu!
- İlber Ortaylı canlı yayını terk etti!
- Yaş sınırlaması Meclis’te
- ATM'lerde 20 gün sonra yeni dönem başlıyor
- Erdoğan'dan flaş 'Suriyeliler' açıklaması
- Lütfü Savaş CHP'den ihraç edildi
- İBB, Bilal Erdoğan dönemindeki taşınmazları geri aldı
- Suriye’de şeriatın sesleri!
- 'Onun ne olduğunu iyi biliyoruz'