Ben Olsaydım…

16 Haziran 2014 Pazartesi

“Ben olsaydım” diye başlayan cümleler bana hep megalomanca gelmiştir. “Ben olsaydım onu öyle yapmazdım, ben olsaydım onu alnının ortasından vururdum, ben olsaydım ona âşık olmazdım” diye başlayan ve devam eden ama hiçbir anlam ifade etmeyen cümleler... “Ben olsaydım” sözü, aslında çok basit gibi gözükse de içinde Tanrısal ne kadar çok gücü barındırır. Bir düşünsenize içinde, geçmişe yolculuğu, yapmak istediği şeyle ilgili bütün eğitimi tamamlamış olmayı, olayın niteliğine göre; kadın veya erkek olabilmeyi, yaş sorunu olmadan ilgili yaşa dönebilmeyi barındırır.
“Ben olsaydım” diye konuşanları duydukça, nedense aklıma hep televizyonlardaki hakem yorumcuları gelir. Hakem yorumcusu olayı yorumlamak için rejiye talimatlar yağdırır. “Oğlum Mustafa ileriye al bakayım, şimdi yavaşlat, şimdi değişik açılardan bize pozisyonu göster” der. Hatta bunlarla da yetinilmez, teknolojinin bütün imkânları kullanılarak, sahaya hayali çizgiler çizilerek pozisyon anlaşılır kılınmaya çalışılır. Hakem yorumcusu bütün bu bilgilerden sonra arkasına rahatça yaslanır ve derin bir nefes aldıktan sonra “Ben bu hakemin lisansını yırtarım arkadaş” diyerek söze başlar.
Aslında hiçbirimizin bu hakem yorumcularından çok da farklı olmadığını düşünüyorum. Bizler de yaşanmış olayları bir ileri, bir geri sararak değerlendirmeye ve sonunda da “adam asmaca” oynamayı çok seviyoruz. Diyarbakır’da yaşanan bayrak indirilmesi ile ilgili olayda da aslında toplumumuz bu tepkinin bir benzerini verdi. “Ben olsaydım o adamın alnının ortasından vururdum, ben olsaydım koşarak o adamı yakalardım, hatta araçla telleri ezer geçer, nereye giderse gitsin peşinden giderdim” diyenler de oldu.
Olay, bayrak olunca aslında çok da söylenecek bir söz kalmıyor. Bu nedenle de başka bir olay üzerinden, toplumsal olayların çözümlemesinin yapılmasının neden zor olduğunu anlatmaya çalışacağım. İnsan vücudunun bir yeri hariç bütün fonksiyonları nerdeyse çözülmüş durumda. İnsan beyninin çalışması, karar verme süreçleri (duygu ve mantık yoluyla) gibi birçok şey ise hâlâ anlaşılmaya çalışılıyor. Hatta, bunlar çözülebilse karar verme süreçlerindeki hataların önüne geçebilecek bir simülasyon bile hazırlanacak. Bu teknoloji olmadığından, pilotların kullandığı gibi görev simülasyonları ile yaşanabilecek bütün olayların senaryoları bol bol tekrar edilerek, beynin karar verme süreci devreden çıkarılmaya çalışılıyor.
Batı’da bazen saliseler içinde verilen kararların doğruluğu veya yanlışlığı, duygusal anlamdaki tepkilerden daha çok, hukuk ve prosedürler çerçevesinde değerlendirilerek anlaşılmaya çalışılıyor. Karar verici pozisyonda olan kişinin, daha önce simüle edilmiş ve önüne konulmuş hareketleri doğru olarak yapıp yapmadığı değerlendiriliyor. Yoksa, bizde olduğu gibi “ben alnının ortasından vururdum” diye başlayan cümleler ile cezalandırılmıyor. Ani karar vermesi gereken kişileri eğer yetki hukuk ve yönetmeliklerle bağlamazsanız, duygusal karar verme süreçlerinin de önünü açarsınız. Son dönemde polisin uygulamalarından dolayı şikâyetlerimiz neden arttı hiç düşündünüz mü? Polis, karar alma süreçlerinde duygusal karar vermesinin hiçbir sonucuyla karşılaşmadığından en kolay olanı yapmaya başladı. Yönetmeliğinde çok açık olmasına rağmen, gaz silahını 45 derecelik açıyla atmadı, gaz bombasını daha uzak bir yere atsa da aynı etkiyi gösterecek olmasına rağmen, tam ortasına atmanın gayreti içine girdi, belli bir sayıdan daha fazla atmaması gerektiği halde yüzlercesini atmaktan da çekinmedi. Çünkü hiçbir İçişleri Bakanlığı müfettişinin aklına, “getirin şu kullanma kılavuzunu” demek gelmedi.
Çünkü bizler, duygusal karar vermeyi seviyoruz. Çünkü bizler, okumayı sevmiyoruz. Çünkü bizler, yapılacak işlerin prosedür haline getirilerek uygulanmasından hoşlanmıyoruz. Çünkü bizler, yalnızca olayın cezalandırılmasını konuşurken “ben olsaydım” diye yapıyoruz. Bu aşağılamayı burada sonlandırdığımız içinde, Soma’daki gibi elim olaylarımız, terörümüz, işkencemiz, kadın cinayetlerimiz ve aklınıza gelebilecek her türlü engellenebilecek olayımız bir türlü bitmiyor. Çünkü biz, “ben olsaydım” gibi sihirli bir cümleye sahibiz. Bu cümlenin sonunda yalnızca kişileri değiştiriyor ve uygulama hatalarını düzeltmiyoruz. Bu cümle ile aslında kendi kuyumuzu kazıyoruz.
İnanın ben sizin yerinizde olsaydım…  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları