Miyase İlknur

Avludakiler – içeridekiler

27 Haziran 2020 Cumartesi

Pandemi sürecinde Covid-19 virüsü ve etkilerinin tek gündem maddesi olması nedeniyle maaile sıkılmış, normal gündemimize dönmek istediğimizi ne çok dillendirmiştik. Sanki ülkemizde normal bir gündem varmış gibi. Anormali normal olarak içselleştireli epey yıl oldu halbuki...

Virüs tehlikesi geçmese de “cep delik, cepken delik” durumu nedeniyle erkenden normalimize döndük. Hem de ne dönüş?

Hakkında fezleke bulunan üç milletvekilinin vekilliğinin düşürülerek hapse gönderilmesiyle sezonu açtık. Baroların ele geçirilmesi için çalışmalara başlanması; devletin kefen parasını harcayıp bu kez emekçinin kefen parası olan kıdem tazminatlarını “lüpletme” amacıyla yasa tasarısı hazırlaması; CHP İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nun 7 yıl önce attığı tweet’ler nedeniyle verilen cezann İstinaf Mahkemesinde onanması; HDP’nin ve baro başkanlarının yürüyüşünün engellenmesi; son olarak da Libya’da şehit olan MİT görevlisi hakkında haber yazan meslektaşlarımızın davasında sadece üç arkadaşımızın tahliye olması ile şimdilik haftayı kapadık.

Adalet de taksitle

Taksitlerle yaşamaya zaten alışıktık. Araba taksidi, ev taksidi, eşya taksidi ödeyerek yaşamak AKP iktidarı öncesinde de olmazsa olmazımızdı. Alışmıştık bu yaşam biçimine. Bunun dışında insan hak ve özgürlüklerinin takside bağlanmasına da alışıktık. Daha önce taksit taksit verilen hak ve özgürlükler AKP iktidarının FETÖ ile işbirliği yapıp devleti ele geçirmesinden sonra bu kez de taksit taksit geri alınmaya başlandı.

Libya’da şehit düşen MİT görevlisinin sözüm ona “İfşa” ettikleri meslektaşlarımız hakkında açılan davanın duruşmasında da anladık ki arkadaşlarımıza özgürlükleri taksit taksit verilecek. Üç meslektaşımızın özgürlüğüne kavuşmasına elbette ki çok sevindik ama Silivri’de Barış Pehlivan, Murat Ağırel ve Hülya Kılınç ile Sincan’da Müyesser Yıldız tutukluyken ruh halimizin “bir yanımız yaprak döker bir yanımız bahar bahçe” durumu bir süre daha devam edecek. Gerçi yaşadığımız bugünkü siyasi atmosferde içeridekinin mi, dışarıdakinin mi daha özgür olduğu tartışmalı ya...

Yaşanan bir olaya acayip içerliyorsun ve geçiyorsun bilgisayarın başına yazıyor da yazıyorsun; sonra okuyorsun ve başlıyorsun düşünmeye: “Ya şimdi benim bu yazım yüzünden gazeteye ilan cezası verilirse?” ya da “Dava açılır da tutuklama kararı verildiği takdirde benim yüzümden Yazıişleri Müdürü Olcay ile İpekin başı derde girerse?” diye kukumav kuşu gibi düşünüyorsun. Hadi yeni baştan yazı yaz. Akşam eve gittiğinde telefon elde sosyal medya paylaşımlarına göz gezdirirken bazı densizlerin yazdığına ayar oluyorsun, “şunlara bir had bildireyim” diyorsun; sonra karşında yatağa bağımlı yaşayan annene gözün takılıyor, “Ben içeri alınırsam bu kadın n’olacak” sorusu beynini kemiriyor ve “lanet olsun” deyip usulcacık telefonu masanın üstüne bırakıyorsun. Sahi dışarıda olan bizler sandığımız kadar özgür müyüz? İçerideki arkadaşlardan tek farkımız, ayaklarımızın bizi istediğimiz yere sürüklemesi ve istediğimiz şeyleri yiyip içebilme ayrıcalığına sahip olmamız. Hepsi bu kadar...

Cami Bey’in mahpusluğu

Türkiye’nin ilk İçişleri Bakanı ve belki de ilk sosyalisti diyebileceğimiz Cami Baykut, Robert Kolej’de sosyoloji öğretmenliği yaptığı dönemde aynı zamanda Tan ve Yeni Dünya dergisinde sosyalizm üzerine makaleler yazardı. Sanırım “Yeni Dünya”da yazdığı dönemlerde “Komünizm” propagandası yapmak suçundan tutuklanır. Aralarında Bülent Ecevit’in de bulunduğu Robert Kolej’deki öğrencileri kendisine “Geçmiş olsun” ziyaretine giderler. Öğrencilerinin teselli sözcükleri üzerine Cami Baykut, “Üzülmeyin çocuklar avludaydık, içeri aldılar” der. Şimdi biz avludakiler güya özgürmüşüz gibi önceki gün Cami Bey’in deyimiyle “avluya” çıkmasına izin verilen, salınan arkadaşımız Barış Terkoğlu’na “geçmiş olsun” ziyaretleri yapıyor, içeride olan arkadaşlarımızın da avluya çıkacağı günü sabırsızlıkla bekliyoruz.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

89 dejavusu 6 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları