Gazeteci Tufan Türenç’in mesleki ölümsüzlüğü!

03 Mayıs 2022 Salı

1 Şubat 1979 günü akşam saatleriydi. Radyodaki ana haber bülteni şöyle başladı:

“Gazeteci Abdi İpekçi aracı ile evine giderken uğradığı silahlı saldırı sonucu yaşamını yitirdi.”

Ege Üniversitesi üçüncü sınıftaydım. Gazeteciliğe okul bitmeden mi başlamalı bitirince mi diye düşünürken mesleğimizin büyük kabul gören bir büyüğünü alçakça bir saldırı sonucu katletmişlerdi.

Uğur Mumcu, İpekçi’nin toprağa verilişinin ertesi günü dönemin başbakanı Ecevit’e hitaben ağır bir yazı yazmıştı. “Gözlem” köşesinden haykırıyordu:

“Abdi İpekçi’nin mezarına attığınız toprak Türkiye Cumhuriyeti’nin üstüne... Bu kan ne zaman duracak?”

Tufan Türenç ve Erhan Akyıldız uzun soluklu bir çalışma sonucunda 1986 yılında Abdi İpekçi’nin belgesel romanını yazdılar. O yıl ben de mesleğin altıncı yılındaydım. 

Kitabın başlığı bir sözcükten oluşuyordu:

Gazeteci...

O kitapla Abdi İpekçi gözümüzde daha da büyürken Tufan Ağabey de meslek büyüğümüz olmuştu.

***

Geçen 23 Nisan’da kaybettiğimiz Tufan Türenç, Abdi İpekçi okulundan yetişmiş, ödünsüz bir gazeteciydi. 

Cumhuriyet’in Ankara Temsilcisi olduktan bir süre sonra tam bir ağabey tavrıyla şöyle seslenmişti:

“Gazetelerde genel yayın yönetmenliği Cumhurbaşkanlığı’na, Ankara temsilciliği başbakanlığa karşılık gelir... O postun hakkını ver...”

Tufan Abi doğru bildiğini çekinmeden yazan, siyasetçilere hiçbir anlamda borcu olmadığı için o rahatlıkla diyalog kuran kendine özgü bir insandı. Gerçekleri söylediği sadece bilgisiyle değil ses tonuyla da belli olurdu. Her sözcüğün hakkını veren sesi bu satırları yazarken kulaklarımızda çınlıyor. 

Kalemini dönemine göre oynatmayan bir insandı. Düşüncelerini benimsediği bir siyasetçinin yanlışına da yanlış diyordu.

Etik genel anlamda üçe ayrılır: Mesleki etik, kurumsal etik, kişisel etik.

Tufan Abi üçünde de hassastı. Ben kendi duruşuma bakarım demezdi. Hem çalıştığı kurumun hem temsil ettiği mesleğin içinde bulunduğu durumu dert ederdi.

Mürekkebini sadece aklından ve vicdanından alıyordu. Meslekte hakkı verilmesi gereken kişilere kocaman bir “bravo” demeyi davranış biçimi edinmişti. Tarihe geçen manşetleri ayrı bir kitap konusu yapması da bundandı.

Ergenekon sürecinde ilk günden itibaren gerçeği aradı. O dönemin vicdanları en çok kanatan tutuklularından Prof. Mehmet Haberal’ı kamuoyuna anlatma çabası bir vicdan anıtıdır.

İstese kalemini hafif esnetip son nefesine dek yazı yazabilirdi. Yapmadı. Mesleğini kendi elleriyle boğmaya hiçbir zaman vicdanı el vermezdi. Kalemini özenle yazı masasının üzerine koydu ama ne sattı ne de kiraya verdi. 

***

Tufan Türenç, Erhan Akyıldız kitabından öğrendiğimiz Abdi İpekçi bugün de ders olmaya devam ediyor. Bir haberi iki kaynaktan doğrulatma kuralı, en ağır şekilde eleştir ama hakaret etme ilkesi hâlâ en geçerli olması gereken kural. 

Saygın bir gazeteci nasıl olur sorusunun yanıtı da Abdi İpekçi’nin yaşamında gizli. 

İpekçi, Milliyet’in genel yayın yönetmeni ve başyazarı olarak Ankara’ya gelişlerinde dönemin başbakanı ve ana muhalefet liderinden randevu alıp görüşüyordu. Bu makamları Demirel ve Ecevit dolduruyordu. Abdi İpekçi ne gün Ankara’ya gelecekse iki lider de günlük planını İpekçi’ye göre yapıyordu. Bazen şu yanıtın verildiği de oluyordu:

“Sayın İpekçi bir güne çok görüşme sığdıracak. Onun için uygun saati bildirin, biz ona uyalım...”

Gazetecilik ve siyaset o günlerden bu günlere geldi.

Tufan Türenç’in kişiliği ve gazeteciliği önünde saygıyla eğiliyoruz. Her şeye karşın bu topraklarda Abdi İpekçi’lerin, Uğur Mumcu’ların, Tufan Türenç’lerin meslek aşkını yaşatacak gazeteciler tükenmez!



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

İYİ Parti çıkmazı! 18 Nisan 2024
Zafer sorumluluğu... 17 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları