Mustafa Balbay
Mustafa Balbay mustafabalbay35@gmail.com Son Yazısı / Tüm Yazıları

Gerilimli Yıllar / 25

13 Temmuz 2009 Pazartesi

Annan Planına Türk tarafının evet, Rum tarafının hayır demesinin üzerinden yıllar geçti. O günlerdeki, Türk tarafı çözümü isteyen taraf olduğunu göstermiştir. Karşılığını alacaktırsöylemleri ne yazık ki havada kaldı.

Annan Planına gidiş sürecinde askerler ve Dışişleri doğal olarak çok yoğun mesai yaptı. Ancak kimi temel konularda görüş farklılıkları oluşmuştu. Bir gazeteci olarak haberin peşine düştüm ve farklılıkları ortaya koyan bilgilere ve belgelere ulaştım.

5 Ocak 2004te haber Cumhuriyette yayımlandı. Haberin ana hatları şöyleydi:

Annan Planına askerler mesafeli, Dışişleri ılımlı bakıyor.

Garantörlük askerlere göre belirsiz. Dışişleri Sorun giderilebilirdiyor.

Askerler adada her koşulda asker bulundurmalıyız diyor; Dışişleri ABye girince gerek kalmazdiyor.

Askerler ne olursa olsun adada ara bölge olmalı diyor; Dışişleri vilayet sistemine geçilmesi halinde ara bölgeye gerek kalmazgörüşünde.

Askerler mal değişimi baştan ve kökten çözülmeli diyor; Dışişleri, bunu AB hukuku çözergörüşünde.


Belgelerle gerilim

O gün haberin gerçeği yansıtmadığıaçıklanınca, gazetenin yazıişleriyle konuştuk. Cumhuriyetin haberinin doğru olduğunu yazmalıydık. Bu kez haberin belgelerini yayımladık.

7 Ocak 2004 günü belgeler Cumhuriyetin manşetinde yer aldı.

Başlık kısa ve yalındı:

 

İşte belgeler

Belgelerin bir bölümünü yayımlayarak haberin doğruluğunu okura aktarmıştık.

‘Kıbrıs'la yatıp Kıbrıs'la kalkıyoruz'

9 Ocak 2004 günü Genelkurmay Karargâhından bir davet aldım. Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ benimle görüşmek istiyordu.

Konu Cumhuriyette yayımlanan Kıbrıs haberiydi. İlker Paşa, Kıbrıs konusunun kendileri için özellikle o günlerde başlıca uğraş alanlarından biri olduğunu şöyle tarif etti:

 

Kıbrıs ile yatıp Kıbrıs ile kalkıyoruz.

24 Nisanda oylanacak Annan Planına ilişkin kamuoyundaki kaygılar için de şu güvenceyi veriyordu:

Bizim Kıbrısta bulunduğumuz noktadan geriye gitmemiz, gerek KKTCnin gerek Türkiyenin güvenliğini, varlığını tehlikeye atacak bir şeye evet dememiz mümkün değil.

İlker Paşanın söylediklerini dikkatlice dinlerken araya girdim:

Kabul ederseniz bunları yazabilirim.

Kesinlikle hayır karşılığını verdi. Görüşmenin off the record olduğunu söyledi.

 

‘Bu belgeyi kim verdi?’

Org. Başbuğ ısrarla şunu öğrenmek istiyordu: Bu belgeyi kim verdi?

Bir gazetecinin en son karşılaşmak istediği sorudur bu. Üstelik bunu saygı duyduğunuz bir kişi soruyorsa, kırmadan, katı bir kişi görünümü vermeden, kaynağını açıklayamam demenin bin bir türlü yolunu ararsınız.

İlker Paşayla ilk 1999 yılında Milli Güvenlik Kurulu (MGK) Genel Sekreterliğinde görevli iken tanımıştım. Dönemin MGK Genel Sekreteri Orgeneral Cumhur Asparuk, Hürriyet Ankara Temsilcisi Sedat Ergin, Milliyet Ankara Temsilcisi Fikret Bila, Radikal Ankara Temsilcisi Murat Yetkin ve Cumhuriyet Ankara Temsilcisi olarak benim katıldığım bir toplantıda, terör sorunu ve Güneydoğuda yapılması gerekenleri anlatmıştı. İlker Paşa da kimi ayrıntıları net ifadelerle tek tek bizimle paylaşmıştı.

Sonrasında fazla görüşmedik. Konuşmanın bir yerinde kimi medya mensuplarıyla sohbet anlamında diyaloğu olduğunu söyleyip, Seninle fazla konuşamadıkdedi. Ben de öteki meslektaşlarımın kurduğu diyaloğa ortak olmaktan mutluluk duyacağımı aktardım.

 

"Bizim için çok önemli"

İlker Paşanın başka randevuları vardı. Konuşma uzayınca aynı gün akşam üzeri yeniden randevulaştık. İkinci görüşmenin de konusu aynıydı:

- Kıbrısa ilişkin belgeleri size kim verdi?

- Bu bizim için çok önemli!

Ben de yapılacak tüm açıklamaları aynen aktarabileceğimizi söyledim ve birkaç kez şunu yineledim:

- Lütfen bunu sormayın. Kaynağını açıklamamak gazetecinin namusudur.

Konuşmamız devam ederken Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök odaya girdi. Sanıyorum saat 20.00yi bulmuştu. Ayaküstü konuştuk, İyi akşamlardeyip çıktı.

Org. Başbuğ, bir süre sonra konuyu değiştirince, Iraka, ABDnin bölgedeki durumuna değinmeye başlayınca rahatladım...

 

Bitirirken

Zamanla bütün gerçekler açığa çıkacak

Bu yazı dizisinin temel amacı şuydu: Ecevit’in başbakanlığındaki koalisyon hükümetinin son bulması, AKP hükümetinin işbaşına gelmesi ve iktidara yerleşmesi sürecinde yaşananları belli kesitler halinde aktarmak.

O dönemin tüm gerçeklerini açığa çıkarıyorum iddiasında değilim. Ancak bir dönemin kimi kritik olayları, o süreci bir bütün olarak algılamaya yetebilir. Bunu hedefledim.

Ergenekon adı verilen operasyonlar çerçevesinde düzenlenen ikinci iddianamenin ana gövdesini 2002-2004’te yaşananlar oluşturuyor.

Ben de bu iddianamenin içindeyim...

Ve ben bu dönemin gazetecisiyim...

Hem o dönemi hem de gazeteciliğimi okura aktarma borcum vardı. İkisini birleştirip bir özet yapmaya çalıştım.

Bir söz vardır:

Dil, yaranın üstüne gider.

Gazeteci de...

Yeri geldikçe şu örneği veririm:

Her sabah güneş zamanında doğarsa bunun herhangi bir haber değeri yoktur. Ama bir gün 2 dakika geç doğarsa bunun haber değeri vardır. Neden oldu, nasıl oldu, sonuçları nedir, mutlaka araştırılması gerekir.

Bu örneği, gazeteciler hep olumsuz şeyler yazıyor eleştirisi yapanlara karşı da kullanırım.

İşte ben kimi meslektaşlarım gibi o dönemin sorunlarını, gerilimli konularını okura aktarmaya çalıştım.

Hepsi bu...

Ancak bunu gerçekleştirmeye çalışırken kurduğum diyaloglar, tuttuğum notlar bugün bambaşka bir biçimde karşıma çıktı.

Sevdiğim bir sözdür:

Gerçek, zamanın çocuğudur.

Zamanla bütün gerçeklerin açığa çıkacağına inanıyorum.

Bütün dileğim bu zamanın çok uzamaması.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Atatürk bakışı gerek 11 Aralık 2024
BOP’ta yeni süreç! 10 Aralık 2024

Günün Köşe Yazıları