Muzaffer İlhan Erdost: Bir kütüphane kapandı!

27 Şubat 2020 Perşembe

Başlık bir Afrika atasözü. Bilge bir kişi ölünce arkasından böyle seslenirlermiş.

Muzaffer İlhan Erdost Türkiye’nin sol bilgi birikiminin kaçta kaçıdır?

Aklımdan bir oran geçiyor ama bunu söylememe Muzaffer Abi izin vermez!

Sol Yayınları, Onur Yayınları onyıllarca bütün engellemelere karşın ayakta durdu. Dünyanın bütün coğrafyalarının, bütün çağların birikimini Türkçeye taşıdı. 

Muzaffer İlhan Erdost’u dün Karşıyaka Mezarlığı’nda, dördüncü kapının en ucundaki tepede toprağa verdik. Deniz Gezmiş’lerin, Şekibe-Halit Çelenklerin yattığı ikinci kapıdan iki ileride, Ahmet Taner Kışlalı’nın yattığı beşinci kapıdan bir geride...

Daha geçen cumartesi Şekibe Çelenk’i birlikte uğurlamıştık. Tekerlekli sandalyede olmasına karşın mezarlığa kadar gelmiş, son toprak atıldıktan sonra bir konuşma yapmıştı. O, yakın dostlarıyla son görüşmesi olmuştu.

***

7 Kasım 1980’de kardeşi İlhan Erdost, faşist dipçiklerin altında, gözleri önünde öldürüldükten sonra adının yanına “İlhan”ı da koyan Muzaffer Abi, “Bir kişi tek başına ne yapabilir” sorusunun yanıtıdır.

Onunla çok uzun yıllar arkadaşlık, ağabey-kardeşlik, komşuluk ettik. Kızılay’da Cumhuriyet Ankara Bürosu’nun arkasındaki Konur Sokak’ta “İlhan İlhan” Kitabevi’nin sahibi, çalışanı, üreteni, ağırlayanı, anlatanıydı... Arada çay içimi komşuluk ederdik. Bazı konular vardır, daha geniş masada konuşulur! O zaman da çevrede dost mekânlarda otururduk. Kardeşi İlhan’ın adını adına alarak sürdürdüğü mücadeleye tanıklık etmek, yeri geldiğinde yoldaşlık etmek bizi de eğitirdi.

Okuyan ve yazan bir sosyalistti. Türkiye’ye ilişkin derin konulara gireceği zaman başlangıç cümlesi şu olurdu:

Mustafa Kemali anlamadan, onun büyük mücadelesine saygı duymadan bu ülkede hiçbir şey olunamaz...

İlhan İlhan Kitabevi kimleri konuk etmedi ki! İlhan Selçuk, Mustafa Ekmekçi, Can Yücel, Fakir Baykurt, Halit Çelenk, Dursun Akçam, Mustafa Gazalcı ilk aklıma gelenler.

İmza gününden sonra yazar ve yayınevindekiler yemeğe giderdi. Masada bize de yer olurdu. Okurlarla yapılan söyleşilerin devamında ne güzel bir buluşma olurdu. Her buluşmadan anılar geçiyor gözlerimin önünden...

Can Yücel, unutamadıklarımdan... İmza gününün akşamında daha yayınevindeyken başladı Can Yücel:

Beni deniz kıyısında bir restorana götürün. Yoksa yemek memek istemem!

Ankara’da deniz... Eymir Gölü kıyısına gittik... İçmiyorsa konuşuyordu Can Yücel. Konuyu Cumhuriyet’e getirdi. O sırada bir sıkıntımız vardı... Yudumlardan bir yudum alıp sordu:

Batıyor diyorlar, doğru mu?

Ben de bu tür sorulara karşı bir yanıt hazırlamıştım. Can Yücel’e de uygun olur diye düşündüm. “Doğru” dedim, “Pek çok kesime batıyoruz!

Ne güzel ters bakmıştı...

***

Muzaffer İlhan Erdost, yaşamı ve mücadeleyi olağanüstü ciddiye alıyordu. Sıradan bir panelde konuşmacı olduğunda bile 50, 20, 10 sayfalık üç konuşma hazırlardı. Ortam hangisine uygun olursa.

Türkiye İnsan Hakları Kurumu’nu (TİHAK) kurarken sol yelpazenin pek çok aydınını bir araya getirmeyi başarmıştı.

Ufku değil, ufkun ötesini görürdü... 

Olayları değil, arkasında yatan gerçeği yazardı...

Gün olur kendisini şiirle ifade ederdi...

Gün olur resimle...

Şair, yazar, ressam, örgütlü mücadeleci, yayıncıydı... Ama bütün bunların ötesinde insandı...

Muzaffer Abi... Her şey için sağ ol... Yüreği solda atan kimse seni unutmaz! 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları