Nilgün Cerrahoğlu
Nilgün Cerrahoğlu nilgun@cumhuriyet.com.tr Son Yazısı / Tüm Yazıları

‘17 Aralık’ Strasbourg’da...

18 Aralık 2014 Perşembe

STRASBOURG-“Avrupa’nın kavşağı” Strasbourg’da, Can Dündar’ın 17 Aralık belgeselini izledik.
Strasbourg’un en köklü sineması Odyssee’de her yıl bu dönemde geleneksel olarak yapılan “Türk Sinema Günleri”nde tam 17 Aralık’a denk düşen tarihlerde Dündar belgeselinin gösterilmesi etkileyiciydi.
Belgeseli, 17 Aralık’ın yıldönümüne rastlayan bir zaman aralığında izlemek; insanda sadece “bir yıl” değil de olanların üzerinden asır geçmiş etkisi yaratıyordu.
Erdoğan’ın En Uzun Günü” başlığını taşıyan belgeselde anlatılanlar özde çünkü hiçbir ayırt edici fark yaratmamış; dönemin başbakanı, o günden bu yana “seçimle” Cumhurbaşkanlığı’na çıkmıştı!
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Türkiyesi”nden dolayısıyla dönüp “17 Aralık Türkiyesi”ne bakmak insanda yaşananların görece olarak hâlâ taze geçmişte olmasına rağmen, fiilen milat öncesinde kaldığı duygusunu uyandırıyordu.
Strasbourg’da bu duyguyu içim burkularak hissettim.
Can’ın ekrana getirdiği tüm o görüntüler; Rıza Sarraf’ın, Barış Güler’in Emniyet’e götürülüşleri, ortaya çıkan para sayma makineleri, ayakkabı kutuları filan hep defalarca gördüğümüz ve fazlasıyla aşina olduğumuz kareler.
Aktarılan telefon kayıtları, TV kanalları ve internet sitelerinde defalarca dinlediğimiz şeyler…
Ama bir yıl sonra hepsi bir arada tespih taneleri gibi önümüze tekrar serildiğinde; “Vay be! Bunları biz bundan yalnız bir yıl önce mi yaşadık?” diyor insan.
Zaman” sünüyor ve psikolojik algımız değişiyor.

RTE’nin gün boyu reflekslerini izliyoruz
Dündar’ın belgeselini çok ilginç kılan iki unsur daha var…

Birincisi, önümüze şimdiye değin bölük pörçük gelen konuşma ve kayıtların; “17 Aralık” gününün bütünlüğü içinde ele alınıp bir araya getirilmesi.
İkinci olarak da Erdoğan’ın sabahın ilk saatlerinden gece yarısına dek olup bitenler sırasında sergilediği ve sonuna dek muhafaza ettiği soğukkanlılığını, çok hızlı reflekslerini gün boyunca art arda kayda düşmesi.
RTE’nin “özel”inde tam ne tepki verdiğini gerçekte bilmiyoruz.
Belgesel bunu irdelemiyor.
Ancak “Erdoğan’ın En Uzun Günü” , dönemin başbakanının, Bilal’le tüm konuşmalarında ve kamuya yönelik tüm açıklamalarında; bir an dahi bir “panik” işareti vermediğini gösteriyor.
Erdoğan her dem ve kumandanın elinde olduğundan emin.
En uzun gün” boyunca, o tarihten sekiz ay sonra Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kendisine rakip çıkacak(!) “Ekmek için Ekmeleddin” dahil pek çok devlet temsilcisi ve görevlilerle görüşme yapıyor; şebi arus için Konya’ya gidiyor ve geliyor; taraftarlarına orada ilk kez 17 Aralık skandalına dair değerlendirmeler içe-ren- açıklamalar yapıyor…
Tüm bu trafik sırasında -biraz gergin olmanın dışında bir kez dahi “boş bulunmuyor”, “faka basmıyor”.
Bunca büyük bir skandaldan sıyrıksız ve çiziksiz çıkmak için ilk andan itibaren baş döndürücü hızla hep sonraki adımları düşünüyor ve ince ince hesap ediyor. Öyle ki özoğlu Bilal, babasının bu soluksuz hızlı hamlelerini takip etmekte zorlanıyor…
Odyssee” sinemasında Fransız seyircinin kahkahayla güldüğü sahneler, tam işte bu, RTE-Bilal Erdoğan konuşmalarının perdeye aksettiği bölümler oldu.
Öyle ki belgeselin gösteriminden çıkarken önümde oturan Fransız izleyiciye; “Bakıyorum siz çok eğlendiniz. Bizim için ne ki bu, o kadar eğlenceli bir öykü değil!” diyecek oldum, karşılığında derhal şu yanıtı aldım:
Ama itiraf edin ki Bilal’le olan bölümler çok eğlenceli. Bilal sabah hadi ilk gelen telefonu çözemiyor ama sonra akşamüstü gerçekleşen konuşmalardaki tavrı da hep aynı: ‘Bir daha söylesene baba?’ ”

Şenliğin en parlak filmleri
26. Türk Sinema Günleri” haliyle “Erdoğan’ın En Uzun Günü”nden ibaret değildi.
Açılış, yönetmen Derviş Zaim’in de katıldığı “Balık” filmiyle yapıldı.
13 Ocak’a dek bir ay süresince devam edecek olan şenliğin benim izlediğim bölümünde gösterilen en ilgi çekici filmler, sırasıyla Onur Ünlü’nün “Sen Geceleri Aydınlatırsın” ve “İtirazım Var” yapıtları oldu.
İsmini Shakespeare’in “Yarayla alay eder, yaralanmamış olan/bak nasıl da sararıp soluvermiş tanrıça kederden/sen çok daha parlaksın çünkü/sen tüm göklerdeki yıldızların ilki/sen aydınlatırsın geceyi” dizelerinden oluşan “Sen Aydınlatırsın Geceyi” sonesinden alan “Sen Geceleri Aydınlatırsın...”, Türk sinemasında gördüğüm en mükemmel ve de kusursuz sinema örneği.
Siyah beyaz filmde kamera hâkimiyeti dört dörtlük.
Kullanılan müzikler (Arapça “Mreyte ya Mreyte” ve Ferdi Özbeğen’in “Gülmek için yaratılmış” şarkıları), filmin gerçekötesi/sürreel tarzını sonuna dek pekiştiren bir ahenk ve tempoyla kullanılmış.
Aktörler olağanüstü.
Hem var, hem yok denebilecek öykü çok sıra dışı.
Yer yer deneysel/sürreel sinemanın doruğu sayılan Bunuel’in “Bir Endülüs Köpeği/Un Chi-en Andalou” filmini akla getiren “Sen Geceleri Aydınlatırsın”; bununla birlikte sadece sanatsal sinemaya özel merakı olan izleyicilerin harcı...
Aynı yönetmenin ödül rekortmeni “İtirazım Var” yapıtı ise bütünüyle farklı.
O başlıbaşına bir başka yazıyı hak edecek denli heyecan verici ve ilginç. Artık o da cumartesiye.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

‘Belle Époque’ bitti 8 Aralık 2024
Trump, Musk ve Zweig 1 Aralık 2024

Günün Köşe Yazıları