Nilgün Cerrahoğlu
Nilgün Cerrahoğlu nilgun@cumhuriyet.com.tr Son Yazısı / Tüm Yazıları

‘Karanlık Odalar’dan Cibali Karakolu’na…

23 Aralık 2014 Salı

“Yetmez ama Evet”çilerin referandum dar
besinden bir yıl önceydi…
İstanbul-Beşiktaşlı bir okurumdan, Ionesco’nun “Gergedan” oyununa atıfla “Yeni Türkiye’ye” asla teslim olmayacağına dair hâlâ zaman zaman düşündüğüm bir mektup almıştım.
“En samimi arkadaşlarımın arasında bile kendimi artık yalnız hissediyorum” diyerek araziye uyan dostları arasında duyduğu yabancılaşmayı anlatan okurum, isyanından adeta cesaret almak istercesine; “Eugene Ionesco’nun Gergedan’ını mutlaka bilirsiniz” diye söze giriyordu:
“Hatırlatmama izin veriniz. Şehirde herkes Gergedan olmaya başlayınca, önce bu dönüşüm korkuyla karşılanır, halktan tepki ve lanet gelmeye başlar. Gergedana dönüşüm’ artınca halk bunu benimsemeye, bunun o kadar fena bir şey olmadığına karar verir. Sade Berenger bu saçmalığa karşı çıkar ve halkı uyarır, ama nafile! Her geçen gün (‘gergedanlaşanların’ sayısında) artış devam eder. Sıra (Berenger’in) en yakın dostlarına gelmiştir. Onlar da dönüşüme ayak uydururlar. (En son ‘gergedan’ olmayı seçen) sevgilisi Daisynin de (sürüye katılmasıyla), Berenger’in ‘Herkese karşı, ben kendimi savunacağım, herkese karşı, kendimi savunacağım! Son insanım ben, sonuna kadar insan kalacağım!’ sözüyle oyun sona erer…”
“Ben de işte son insanım. Sonuna kadar da insan kalacağım!” diyen okurum, mektubunu; “Teslim olmuyorum!” diye imzalamıştı.
O günlerde daha hâlâ “teslim olmamak” gibi bir ihtimal vardı.
Pazar günü, Behiç Ak’ın hedefi on ikiden vuran “gergedan” karikatürünü görünce, Beşiktaşlı okurumun o beş yıl önceki mektubunu hatırladım.
Behiç, herkesin cümleten artık “gergedanlaştığını”; son insanların da teslim bayrağını -heyhat!- çektiğini hatırlatıyor bize…

Komedi ‘trajedi’ olunca
İşte “tiyatro” böyle bir şeydir.
Tek bir söz ya da soyutlamayla ciltlere sığmayacak şeyleri anlatırsınız...
İktidarın bu nedenle, tüm sanatlar içinde ilk dereceden tiyatro düşmanı olmasına şaşmıyorum.
Tiyatro, diğer sanatlardan farklı olarak “insanı anlatma” ve “insanı duygularından yakalayarak, düşlerine, aklına erişme” sanatı.
İktidar ne kendisinden olmayan insanı seviyor, ne düşünceyi…
Yanı sıra bir sorunu daha var. “Soyutlamak”tan da hiç mi hiç hazzetmiyor. “Bire bir” olanla, “soyut” farkını tefrikte zorlanıyor.
Behiç’in karikatürünün tam arka sayfasında, Cibali Karakolu adlı tiyatro oyununda “orospu” rolünün sansürlenerek kaldırıldığı yazıyordu.
Sadece bu da değil...
Oyundaki bir sanatçı -Zihni Göktay-“uygunsuz sayılan repliklerin oyundan cımbızlanarak çıkarıldığını” anlatmış.
“Oyunda emniyet amiri Cafer, sevgilisine ‘Gel beni soy’ diyor. Kadın reddedince ‘İlla hükümet mi soyacak?’ diye espri yapıyor. Bir seyirci hükümeti rencide ettiğini düşündüğü bu sözü Beyaz Masa’ya (İBB) şikâyet etmiş. Bu 1951’de yazılmış bir piyes. Cafer o zamanki hükümeti kastediyor. Kaldırdılar o sözü oyundan. Daha birçok sözü de okuma provasındayken kaldırdık” diye anlatıyor içine düşülen vahim durumu sanatçı.
Kendine vazife çıkaran seyircinin takdirlerine göre replik sansürlenen yerde, “toplu gergedanlaşmaya” daha somut örnek olabilir mi?
“Cibali Karakolu” anımsadığımca müthiş bir komediydi.
Artık komedilik hali kalmamış.
Kırpıla kırpıla oyun “trajedi”ye dönüşmüş.
Çocukluğumda “Cibali Karakolu”nu Muammer Karaca’dan görmüştüm. Deli gibi güldüğümü hatırlıyorum. Gülmek için sırf, Karaca’nın sahneye çıkması yeterliydi…
Bugün aynı temsile gitsem, herhalde ağlarım.
Bu, yarım asırda nereden nereye geldiğimizi gösteriyor.

İran’dan özgürlük dersi
Dün Hürriyet’te çıkan Cansu Çamlıbel röportajı da aynı şekilde gene nerelere savrulduğumuzun bir başka kanıtıydı.
Çamlıbel, İran’ın Cumhurbaşkanı Yardımcısı Masume Ebtekar’la konuşmuş.
Ebtekar’ın bulunduğu üst düzey sorumluluk mevkiine her şeyden önce dikkatinizi çekerim.
Ebtekar, Ruhani’den sonra hükümetin en güçlü şahsı.
Bu şahıs bir “kadın”, bir “dişi”, AKP lisanıyla yazacak olursak bir “bayan”!
Ne diyor İran’ın en güçlü “bayanı”?
Türkiye’ye özgürlük dersi veriyor.
“Karanlık odalarda her şey olur. O odaları yok etmek lazım!” diyor ve ekliyor:
Sivil toplum, yolsuzlukların önlenmesi için hayati önemde. Hükümetin denetlenebilmesi için sivil toplum, özgür basın, eleştiriye açık ortam olması şart. Oda karanlıksa herşey olabilir. Oda aydınlıksa insanlar kolay kolay yasadışına çıkamaz.Yolsuzluk karanlık odalardaolur, özgür basın ve özgür sivil toplum olmadığı zaman olur. Bizim hükümetimiz karanlıklar kalmasın diye uğraşıyor.”
Alın Masume Ektebar’dan bir ders daha:
Hükümetler eleştiriye daha açık olmalı… Hükümetlerin (basın özgürlüklerini kısıtlayan) tasarrufları asla olmamalı. İfade ve basın özgürlükleri bir ülkede yanlış giden şeylerin ya da yolsuzlukların önlenmesi açısından kritik önemde.Özgür basın ve açık sivil toplum ülkenin şeffaf, hesap verebilir bir yöne gitmesine, etik yaklaşım benimsemesine yardımcı olur.
Yarım asırdan fazla sözde “demokrasi” deneyimi olan Türkiye, Ayetullahlar demokrasisinden ders alacak duruma gelmişsse; gerilemenin ölçüsünü varın siz hesap edin…



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

‘Belle Époque’ bitti 8 Aralık 2024
Trump, Musk ve Zweig 1 Aralık 2024

Günün Köşe Yazıları