Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
Alevileri rahat bırak!
Alevilik bir manadır. O manayı anlamak için insanın önce eline, diline, beline hâkim olması gerekir. Bu üç sözcük birden Alevi erkânını, edebini oluşturur.
Bu kez Almanya’da konuşmuş, konuşurken daldan dala atlamış. Örneğin “Yavuz Sultan Selim Köprüsü bile onları rahatsız etti” demiş. “Onlar” dediği kim? Hiç kuşkusuz Aleviler!
Sanki isim kalmamış gibi kırk bin Aleviyi kılıçtan geçiren birinin adını köprüye vermek, hiç tartışmasız, bir mesajdır. O mesajı alan Aleviler gerekli tepkileri gösterince konuşmalarına meze yapmaya başlamış.
‘Adem manaya derler!’
Bu kadarla da yetinmemiş; “Eğer Alevilik Hz. Ali’yi sevmek ise benden daha Alevisi olamaz” diye de kendisinden öncekilerin çok bilinen bir repliğini tekrar etmiş. İşte bu zor! Neden mi? Bakın Aleviler açısından yedi ulu ozandan biri kabul edilen Kaygusuz Abdal ne demiş:
“Bu Adem dedikleri
El ayakla baş değil
Adem manaya derler
Surat ile kaş değil.”
Yani Alevilik bir manadır. O manayı anlamak için insanın önce eline, diline, beline hâkim olması gerekir. Bu üç sözcük birden Alevi erkânını, edebini oluşturur. Demek ki Hz. Ali’yi sevmek, Ali’yi anlamakla doğrudan ilintili bir duygudur. Üstelik mesele Ali’yi sevip sevmemekle sınırlı da değil, Ali’yi anlamakla ilgili bir şeydir. Diyor ya Hz. Ali, “Halka karşı daima içinizde sevgi ve nezaket besleyin. Onlara bir canavar gibi davranmayın ve onları azarlamayın.”
Eline, beline, diline!
Eliyle ilgili arşa varmış söylentileri bir yana bırakalım; diline bakalım. Ne de olsa Hacı Bektaş’ın dediği gibi, “İnsan dilinin arkasında gizlidir.”
2011’de, Çorum’da Alevilerin katli hakkında fetvalar veren Ebu Suud’u alkışlatıp Kılıçdaroğlu’nu inancı üzerinden yuhalatmasını bir yana bırakarak bugüne gelelim. Almanya’daki konuşmasında Diyanet İşleri başkanının milyon Avro’luk aracıyla ilgili de konuşup “Haberim olsa iade etmesine izin vermezdim” demiş.
Şaşırdık mı?
Yokluk, yoksulluk içinde kıraç toprakları kendi imkânlarıyla yeşil bir ormana dönüştüren Atatürk’ün mirası üzerine, tümüyle rövanşist bir duyguyla ihtişamlı saraylar yaptırıp oturan birinden ne demesi beklenirdi ki? Ne de olsa “ağaca tırmanan keçinin dala bakan oğlağı olur!”
17 milyon insanın yoksulluk sınırının altında yaşadığı bu ülkede, ihtişamlı mülkler üzerinden büyüklük gösterisine girişmek, hamlıktır. Bu nedenle Aleviler, anlam kargaşasını önlemek için zahir olan büyük kavramına karşın batın olan “ulu”yu kullanırlar.
Diyanet savunması
“Bugün Türkiye’de Boko Haram gibi, DAEŞ gibi örgütler varlık gösteremiyorsa bunda en büyük pay Diyanet İşleri Başkanlığı’nınmış! Neymiş? Alevi-Sünni, Müslüman-Hıristiyan, Türk-Kürt, inançlı-inançsız herkesten toplanan vergilerle 150 bin kişilik dev bir ordu gibi büyütülen Diyanet olmasa Türkiye cehenneme dönermiş! “Yatın kalkın, dua edin” demeye getirmiş.
Sözün altındaki tehdidi fark etmediğimiz sanılmasın ama biz somuta dönelim ve soralım; Maraş katliamını kim yaptı? Madımak’ı kim ateşe verdi? Katiller süre aşı- mı nedeniyle beraat edince kim “Hayırlı olsun” dedi? Makamları ulaşılmaz kılan yüksek güvenlikli saraylar ya da zırhlı araçlar değil; yönetenlerin zihniyeti olduğunu bakın Yunus Emre nasıl anlatmış:
“Yol odur ki; doğru vara,
Göz odur ki; Hakk’ı göre,
Er odur ki; alçak dura,
Yüceden bakan göz değil.”
Yoksan, yoksun!
Peki, şu sözüne ne dersiniz? Demiş ki “Alevilik bir dinse Tayyip Erdoğan orada yok!” Düşünün; Papa “İslamiyet bir dinse ben orda yokum” dese, milyonlarca Müslüman için nasıl bir anlam ifade edebilir? Yoksan, yoksun! Zaten Aleviler, zahir ile değil batın ile ilişkilidirler. Tıpkı Pir Sultan’ın dile getirdiği gibi, “De- mirin yüzünde gezen karıncanın izini, karanlık gecede bulanların girebilecekleri” bir yoldur.
Hatayi de muhtemelen bugünleri görüp şu sözleri dizeleştirmiş:
“Müminlik bahsin edenin,
Hırs-u nefsi ölü gerek.
Hak sıfatın gözleyenin,
Kıldan ince yolu gerek.”
Anladık; yasa yapıcıların hesap etmediği açıklardan faydalanıp AKP’ye oy istiyorsun. Bu halkın sana inanıp AKP’ye oy vermesini çok arzuluyorsun. Onun için de öncüllerinin de sıklıkla başvurduğu, “Alevilik, Hz. Ali’yi sevmekse ben de Aleviyim” diyorsun.
İyisi mi, Mahzuni Şerif üzerinden yanıt vereyim:
“Ali fakiri soydu mu?
Ali millete kıydı mı?
Ali nefsine uydu mu?..”
YÜKSEL IŞIK Gazeteci-Yazar
Bir anıt olarak Gelibolu
Çanakkale tarihin en önemli savaşlarından birinin özel bir ziyaret noktası olmasına karşın, şekilsiz çevre düzenlemeleri yüzünden dinginliğini yitiriyor.
Çanakkale’ye geçen baharda gitmiş, Gelibolu Yarımadası’nda iki gün boyunca dolaşmıştım. Gezi boyu iki tür mekânla karşılaştım. İlki yarımadanın (hatta bundan sonra ada diyelim buna) özgün coğrafi mekânı. Rüzgârın dalgalandırdığı çayırlar, yeni ekilen kanola bitkisinin ara ara beliren sarısı, incecik dere boylarında yoğunlaşan içi kuş dolu türlü ağaç, denize bakan dikenli çalılar. Kayalıklar, koylar, korular, rüzgâra açık vahşi zeytinlikler.
Coğrafi bütünlük
Adanın kuzey ve güney kıyılarının birbirine zıt bitki örtüleri ve bu ikisinden de farklı iç platolardaki renkler kısa bir yolculuk boyunca insanı sersemletiyor. Her vadide, rampada, kıyı boyu kıvrımında tek bir coğrafi bütünün içinde olduğunuzu hissediyorsunuz.
Sessiz ama görkemli
Tarım, sulama ve hayvancılığa getirilen yasaklar sebebiyle nüfusu iyice azalan adanın sa kinliği insanı kendiyle baş başa bırakıyor. Bu coğrafi bütün, bizatihi sessiz, görkemli bir anıt.
İkinci mekân türü ise insan yapısı anıtlar. On yıllardır müthiş bir yetki karmaşası içinde bakanlık, valilik, belediye, kaymakamlık, karayolları, askeriye, milli parklar genel müdürlüğü ve adını bilemediğim daha nice vatansever kurum ve kuruluş, plansız bir şekilde ve genelde anma törenlerine yetiştirmek saüzere her köşede şehitlik, tabya, anıt ve heykeller yapmış-yaptırmış- restore etmiş. Hâlâ da bu faaliyete devam ediliyor.
Buralar, etraflarında şekilsiz otopark düzenlemeleri, hediyelik eşyacılar, maketler, siperler, tuvalet, büfe ve danışma bankolarıyla, adanın gezgine verdiği o eşsiz dinginlik ve hesaplaşma hissini dağıtan pejmürde, bakımsız ve inceliksiz yerler. Böyle yerlerde insan, kilitli parke taşlarıyla döşenmiş uçsuz bucaksız alanları, oransız heykelleri, hamasetle doldurulmuş bilgi panolarını, boyanmaktan pütür pütür olmuş gülleleri ardında bırakarak ilk gördüğü ça- lıların arasına dalmak ve planproje- tasarım diyerek sağı solu örselenmiş adanın derin doğasına ulaşmak istiyor.
Ancak orada bu ziyaretin gerçek amacına ulaşma şansınız olabilir. Ancak orada, adanın kendi doğasının, bizatihi adaanıtın derininde, kalabalık bile olsanız, eğer niyetiniz varsa rüzgârı, kuşları değil daha öteyi, dünyayı ya da kendinizi dinleyebilirsiniz.
Yarımada turları
Ne var ki öte yanda ülkenin dört bir tarafından, hiçbir merkezi organizasyon tarafından koordine edilmeden, uzun ve bitirici bir gece yolculuğu sonunda adaya getirilmiş otobüsler dolusu insan var. Öğrenciler, teyzeler, amcalar, gençlik kolları, dernekler.
Aynı günün sonunda memleketlerine dönecekler. Hızla yaptıkları ada turuna olabildiğince çok şehitlik, anıt, tabya sıkıştırılmış. Misal, Conkbayırı anıtına ulaşıyorlar. Burada onları bekleyen: Nasıl ve hangi sırayla dolaşılacağını kimsenin göster- mediği -çünkü bilmediği- bir dolu anıt, heykel, siper, mezar ve bunların arasına dizili dondurma, dürüm, gazoz satan büfeler ve içlerinden alacak tek şey bulmakta zorlanacağınız binlerce hediyelik eşyayı tezgâhına sıralamış dükkânlar. Otuz, kırk, elli otobüs düşünün. Bini aşkın insan sağa sola dağılmış. Her köşede, geleneksel kıyafetler giymiş rehberler, kıyafetleri kadar uydurma hikâyeleri, mahalle bohçacısı havasında çevresine toplanmış gruba anlatıyor. Hem kuzey denizini hem boğazı görebileceğiniz bir tepe burası.
Dünyayı seyretmek
İnsanın dünyayı sadece dinleyebileceği değil, seyredebileceği bir yer. Kaç milletten yüz binlerce insanın öldüğü bu savaşı ve -bu insan yapısı alanın görsel- işitsel gürültüsü izin verirse- barışı düşünmek için adanın sunduğu en güzel noktalardan biri burası. Ama hayır. Ortam buna izin vermez. Tarihin en önemli savaşlarından birinin özel bir ziyaret noktasından çok, kötü bir yağlı güreş organizasyonu havasında etraf.
Bir öneri
Yine de Gelibolu’ya geldiyseniz size bir önerim olabilir: Biraz ileride tüm bunlara sırtını dönmüş bir anıt göreceksiniz. Manzaraya yönelmiş tek bir taş parçası. Altında uzanan bir çimenlik, en uçta Avustralya’dan getirilmiş tek bir ağaç. Oraya yürüyeceksin. Düşman anıtı olduğu için otobüslerdeki kalabalığın uzağından geçtiği bu çimenliğe oturup düşüneceksin. Neden?
ERTUĞ UÇAR Mimar
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Asgari ücret artarsa verimlilik artar
- Yankı Bağcıoğlu'ndan Suriye uyarısı:
- CHP'li Günaydın'dan Bakan Tekin'e tepki!
- Yeni Doğan çetesi davasında çarpıcı itiraflar
- Canlı tarih müzesi Hisart 10. yılında!
- Teğmenler Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ediliyor
- Tarihçi Yusuf Halaçoğlu'ndan şok iddialar
- TBMM'de 'Etki Ajanlığı' düzenlemesi tartışılacak: Amaç m
- Pera Palas'ta Atatürk Müze Odası
- İmamoğlu’ndan 10 Kasım paylaşımı!
En Çok Okunan Haberler
- Türkiye'nin 'konumu' hakkında açıklama
- Kalın Colani'nin yolcusu!
- Çanakkale'de korkutan deprem!
- Naci Görür'den korkutan uyarı
- 35 milyon TL değerinde altın sikke ele geçirildi
- Erdoğan'a kendi sözleriyle yanıt verdi
- Türkiye'den Şam Büyükelçiliği'ne atama!
- Kurum, şişeyi elinin tersiyle fırlattı
- 21 kişinin daha hastanelik olduğu ortaya çıktı
- Kayıp Amerikalı Suriye'de bulundu: 'Hacıyım' dedi...