Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
Çatışma nasıl bitecek?
Bugün sorulması gereken temel soru şudur: Uzun bir süreden sonra bu çatışma neden başladı, kim başlattı, sonuçları nasıl gelişecek, kimleri nasıl etkileyecek ve nasıl bitecek?
Bu soru zincirini doğru cevaplayabilmek, objektif bir biçimde tespitleri yapıp, doğruları ve yanlışlıkları ortaya koymak için bir an durup kendimizi tarafların yerine koyarak olaya bakalım.
PKK açısından bakınca…
Son yıllarda Ortadoğu’da büyük değişimler ve yeni gelişmeler oldu. PKK yeni konjoktürün yarattığı olanaklardan yararlanarak yeni kazanımlar elde etmek istiyor. Olayların seyri PKK’nin bu nedenle yeni bir strateji denemeye giriştiğini gösteriyor. Bütün bunların Suriye’deki gelişmelerle yakından ilişkisi var tabii. PKK, Rojava’daki konumun tahkim edilmesini istiyor. Buna bağlı olarak savaşı kırsaldan kentlere taşıyarak bölgedeki şehirleri ve kasabaları Kobaneleştiriyor. Bu stratejiyle bir yandan hâkimiyet alanlarını büyütmek ve pekiştirmek isterken öte yandan devletin şiddetine maruz kalmış yerleri, insanları, yıkılmış kasabaları başta Birleşmiş Milletler olmak üzere dünyaya göstererek içyüzünü teşhir ettiğini düşünüyor.
Türkiye açısından…
Buna karşılık Türkiye Rojava’daki Kürt koridorunu kendine tehdit olarak görüyor. IŞİD’e karşı verdiği mücadele ile Batı’nın desteğini ve takdirini kazanan PYD’nin uluslararası meşruiyetini kırmak için PKK ile aynıleştirmeye çalışıyor. PKK’yi çatışmalı bir ortama çekiyor. Böylece hem şiddete dayalı tarafını öne çıkarmak hem de bizatihi şiddet yoluyla PKK’nin zayıflatılmasını, deyim yerindeyse belini kırıp masaya öyle oturmasını istiyor.
PKK ise devletin silahla kendini alt edemeyeceği mesajını vermek için, büyük kayıpları ve bölgede meydana gelen yıkımları göze alıyor. Bu çerçevede, bölgede güçlü olduğu yerlerde hendek ve barikatlarla özyönetim ilan ederek Türkiye’yi meşgul etmek, Rojava’nın güçlenmesini sağlamak istiyor.
Batıda ise gerçekleştirdiği bombalı eylemlerle hükümeti sarsmak, halkın tepkisini ona yöneltmek istiyor. Bu strateji bir yandan PKK’nin dünya nezdinde son zamanlarda IŞİD’e karşı verdiği mücadeleyle kazandığı meşruiyetini sorgulatıyor, öte yandan bölge halkı tarafından sorgulanıyor.
Gözlemciler halkın giderek örgütle arasına mesafe koymaya çalıştığını söylüyor. Ancak halkın örgüte kızgınlığı devlete yakınlığı anlamını taşımıyor. Çatışmalarda sadece halkın evi barkı yıkılmıyor, çok sayıda sivil de can veriyor.
HDP’nin durumu
Bir kere HDP’nin geliştirdiği ve 7 Haziran seçimleriyle batıdan da büyük tevecüh gördüğü Türkiyelileşme söylemi büyük yara aldı. HDP’yi destekleyen batıdaki aydınlar ve halkın bir kısmı “aldatılmışlık duygusu” yaşıyor. Böylece HDP adeta iki arada bir derede kaldı. PKK’nin yaptıklarını ne tam onaylıyor ne de tam karşı çıkabiliyor. Bu kararsızlık ve bu konuda politika üretememezlik hali onu sadece çözüm gücü olmaktan uzaklaştırmıyor, halktan da uzaklaşmasına yol açıyor.
Peki, ana muhalefet?
MHP tamamen güvenlik politikasına saplanmış durumda. Bu konuda iktidarın koltuk değneği adeta. Ölüm ve kan üzerinden bir politikanın sonuç vereceğini söyleyip duruyor. Bu da ülkeye kan kaybettiriyor. CHP ise cesur bir adım atamıyor. Bir yandan devleti ele geçirdiğini söylediği AKP hükümetinin politikalarını eleştirirken öte yandan buna alternatif olacak cesur çözümler ortaya koyamıyor.
Bu kaostan nasıl çıkılacak?
Çıkış üç noktada odaklanıyor: Birinci nokta, dış politikanın gözden geçirilmesidir. Türkiye’nin Suriye politikasının kökten yanlış olduğu ortaya çıkmasına rağmen ısrarla bu politikanın değiştirilmeden sürdürülmesi Türkiye ve Ortadoğu halklarına zarar veriyor. Türkiye’nin Suriye’de Kürtler başta olmak üzere diğer halklarla “kaybet kaybet” politikası yerine “kazan kazan” politikasına dönmesi gerekir. İkinci önemli nokta çözüm masasına dönülmesidir. Bunun için öncelikle bir çatışmasızlık ortamının yaratılması elzemdir. Çözüm masası kurulmazsa ve çatışmalar bu şiddetle devam ederse taraflar kan kaybederken, bölge halkı yaşananlar karşısında aidiyet bağlarını sorgulayacak ve duygusal kopuş artacaktır. Hiçbir çatışma ve savaş sonsuza kadar sürmeyeceğine göre, sonunda masaya oturulduğunda taraflar masaya kaybetmiş olarak oturmak zorunda kalacaktır. (Bu meyanda olan, ölen yoksul halk çocuklarına olmuş olacak.)
Üçüncü nokta da, hükümetin demokrasi alanını daraltmak için kullandığı bütün ideolojik askeri ve yasal baskıları, antidemokratik uygulamaları bir kenara bırakması; bir an evvel demokrasiyi ve özgürlükleri genişletecek, eşitliği ve adaleti sağlayacak adımlar atması olacaktır.
Prof. Dr. AHMET ÖZER
Toros Üniversitesi
-
Türkiye rotasını kaybediyor
Suriye krizi öyle bir hal almış durumda ki yakın tarihin 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana gördüğü en kompleks kriziyle karşı karşıyayız.
Suriye krizi üzerinden yürütülen vekâlet savaşlarından doğan yeni Soğuk Savaş tartışmalarından tutun da, mezhep savaşlarının küçük ama çok acı bir laboratuvarı olmasına kadar Suriye büyük bir trajediye dönüştü. Trajedinin boyutu o kadar büyük bir hal almış durumda ki 21. yüzyılın geçirgen sınırları nedeniyle sorgulanamaz sandığımız yapıları ve değerlerini de en hafif kelimeyle tarumar etmiş durumda.
Avrupa dahi oluşturması yüzyıllar almış değerlerini Suriye krizinin komplikasyonları nedeniyle kaybetmeye başladı. Mülteci krizinin yarattığı insanlık adına çok acı görüntüleri Avrupa’da gördük ve görmeye devam ediyoruz fakat Avrupa’nın değerlerini hiçe saymasının en son örneği ise son yapılan Türkiye-AB Zirvesi oldu.
Türkiye’nin AB yolculuğu
Avrupa’nın “bizden uzak dursunlar da ne yaparlarsa yapsınlar” şeklinde özetlenebilecek panik havasıyla ve belli bir stratejiden yoksun şekilde gerçekleşen zirve, yıllar sonra Türkiye ve AB’nin ortak kaybedişlerinin simgesi olarak anılacak. Türkiye’nin AB yolculuğu günahlarıyla, sevaplarıyla Türkiye’nin şu an arar hale gelmiş olsa da gerçekleştirdiği temel demokratik reformların ardındaki -ki yaklaşık iki yüzyıllık bir modernleşme hedefi doğrultusunda- temel itici güç unsuru idi.
AB mülteci krizinin Avrupa’yı derinden etkilemesi ve radikal İslam ya da radikal sağ partiler gibi başka sorunların ortaya çıkmasına neden olmasının ardından birden Türkiye’yi hatırlamış olsa da bu pek hayra alamet bir durum değil.
Dünya Kadınlar Günü’nün Türkiye-AB Zirvesi’ne denk gelmesi dahi aslında durumun vahametini anlatıyor. Türkiye, Dünya Ekonomik Forumu verilerine göre cinsiyet eşitliğinde değerlendirilmeye alınan 145 ülke arasında 142. durumda. Kıbrıs sorunu, Fransa ve Almanya’nın Türkiye karşıtı tutumları vb. nedenden dolayı donmuş durumda olan Türkiye-AB ilişkilerinin sonucunda Kopenhag Kriterleri, Ankara Kriterleri’ne dönüşmüştü. Ankara Kriterleri’nin evrensel değerlerden ne kadar uzak olduğu ortada.
AB üç maymunu oynuyor
İfade özgürlüğü, hukukun üstünlüğü, toplanma hakkı, temel hak ve özgürlükler gibi temel Avrupa değer ve normlarından bu kadar uzaklara savrulmuşken, AB’nin kendi değerlerini hiçe sayarcasına attığı bu adımın iki taraf için de uzun vadede bir yararı olmayacak. Türkiye’de yaşanan ve AB değerleri açısından kabul edilemeyecek temel hak ihlallerine, polis şiddetine, Kürt sorununun çözümünde uygulanan yeni stratejiye, kutuplaştırıcı siyasete, yanlış Suriye politikası ve temel demokratik kazanımlar sorgulanır hale gelmeye başlamışken bu gerçekliğin karşısında AB tabiri yerindeyse üç maymunu oynamayı tercih ediyor.
Yanıtsız sorular
Medyanın zirvenin ardından mülteci sorununu ele alışı aslından zirvenin Türkiye adına ne kadar başarısız geçtiğinin göstergesi olabilir. Türkiye henüz Suriyeli mülteciler meselesinin çok başında ve sorun AB’den gelecek 6 milyar dolarla çözülebilecek sorun olmaktan çok uzak. Bir düşünün Suriye’den gelen şu ana kadar 3 milyon Suriyelinin Türkiye’de doğan çocuklarını gelecekte hangi şartlarda temel eğitim ve sağlık hizmetlerinden yararlandırabileceğiz?
Tüm bunlarla birlikte ekonomik olarak Türkiye’den fersah fersah önde olan Almanya dahi göç dalgası ve entegrasyon sorunlarından endişe ederken Türkiye bu bedeli nasıl karşılayacak?
Tüm bunlardan önce BM Cenevre Sözleşmesi’ne tam olarak dahil olmamış bir Türkiye mültecilerin haklarını ne ölçüde ve keyfiyetten uzak şekilde sağlayabilecek? Sorulması gereken soru çok ama Türkiye’nin verdiği yanıtlar ne yazık ki uzun vadeli stratejileri içinde barındıran yanıtlar olamıyor.
Türkiye ile AB yanlış yöne doğru giden tren içerisinde birbirlerine doğru koşuyorlar. Fakat vagonların varacağı yerin ne yazık ki iki tarafın da hiç arzu etmediği karmaşıklık ve sorunlarla dolu bir varış noktası olacağını söyleyebilmek mümkün. Suriye krizi ve mülteciler sorunu Avrupa zihniyetinin parçalanmasının en somut örneği olarak tarihe geçiyor.
ERHAN AYAZ
Yakın Doğu Üniversitesi Öğretim
Görevlisi, Yakın Doğu Enst.
Stratejik Araştırmalar Merkezi
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Asgari ücret artarsa verimlilik artar
- Yankı Bağcıoğlu'ndan Suriye uyarısı:
- CHP'li Günaydın'dan Bakan Tekin'e tepki!
- Yeni Doğan çetesi davasında çarpıcı itiraflar
- Canlı tarih müzesi Hisart 10. yılında!
- Teğmenler Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ediliyor
- Tarihçi Yusuf Halaçoğlu'ndan şok iddialar
- TBMM'de 'Etki Ajanlığı' düzenlemesi tartışılacak: Amaç m
- Pera Palas'ta Atatürk Müze Odası
- İmamoğlu’ndan 10 Kasım paylaşımı!
En Çok Okunan Haberler
- Korgeneral Pekin'den çarpıcı yorum
- Suriye'yi nasıl terk ettiğinin ayrıntıları ortaya çıktı!
- Petlas'tan o yönetici hakkında açıklama
- Colani’nin arabası
- Petlas Yönetim Kurulu Üyesi Özcan, uçakta olay çıkardı
- Komutanları olumsuz görüş vermedi, görevlerinden oldu
- 148 bin metrekarelik alan daha!
- 3 zincir market şubesi mühürlendi
- Geri dönüş gerçekten 'akın akın' mı?
- Bakanlık 5 ildeki lahmacuncuları ifşa etti