Olaylar Ve Görüşler

‘Doğu sorunu’ hortlatılıyor mu? - Doç. Dr. Hüner Tuncer

21 Şubat 2024 Çarşamba

Niçin şimdi “Doğu sorunu”nu gündeme getirdim? Geçtiğimiz hafta Erzincan-İliç’te meydana gelen “madencilik cinayeti”, tarihte büyük güçlerin (İngiltere, Fransa, Rusya ve Avusturya) Osmanlı İmparatorluğu’nu, topraklarına el koyma suretiyle sömürmesi olgusunu aklıma getirdi.

19. yüzyılın ikinci yarısında “Doğu sorunu”, Osmanlı’nın Avrupa’daki topraklarının “büyük güçler” tarafından paylaşılması; 20. yüzyılın başlarında ise imparatorluğun bütün topraklarının bölüşülmesi anlamında kullanılmaktaydı.

19. yüzyılda Osmanlı’nın Avrupa’daki topraklarının teker teker elinden çıkması, Batılı güçlere Osmanlı’nın ganimetine el koyma yolunu açmıştı. İşte Batılı güçlerin, Osmanlı’nın topraklarına el koyabilmek amacıyla aralarında yürüttükleri diplomasi düellosunun özetini ve özünü, Batılı tarihçiler ve yazarlar “Doğu sorunu” olarak isimlendirmekteydi. 19. yüzyılın ilk yarısında Osmanlı İmparatorluğu’na karşı ayaklanan Sırpları (1804-1817) ve Yunanları (1821-1829); aynı yüzyılın ikinci yarısında Eflak-Boğdanlılar (1856-1866), yeniden Sırplar ve Karadağlılar (1856-1867), Giritliler (1866-1869), Bulgarlar (1867-1876), Bosna-Hersekliler (1875) ile Sırplar (1876) ve Karadağlılar (1876) izlemiş ve tüm bu ayaklanmaların sonucunda, söz konusu halklar Osmanlı’dan önce özerkliklerini, daha sonra da tam bağımsızlıklarını elde etmişti.

KÜLTÜREL EMPERYALİZM

Günümüzde gelişmiş Batılı devletler, güçlerine güç katmayı toprak ilhakı biçiminde gerçekleştirmemekte; ekonomik olarak, azgelişmiş devletlerin doğal kaynaklarına el koyma, madenlerini işletme ve elde edilen kârın eşit olmayan biçimde bu kaynakları işleten yabancı devlet şirketleri lehine sonuçlandırma yöntemini uygulamaktadır. Öte yandan, kültürel emperyalizm yoluyla diğer devletleri nüfuzları altına alma yöntemi de söz konusudur, yani gelişmiş Batılı devletler, eğitim yoluyla kendi dillerini ve kültürlerini nüfuzlarını yaymak istedikleri devletlere uygulatmaktadır. Kültürel emperyalizmin en güçlü örneklerinden birini, kendi öz dili yerine yabancı dilde eğitimi olağanlaştıran ülkemiz yönetimleri oluşturmaktadır.

Dış politika, iç politikanın uzantısıdır. Bir ülkede iç politikanın zayıflaması ve istikrarsızlaşmasıyla, o ülkenin dış politikası da güçsüzleşir, istikrarsızlaşır ve özellikle büyük devletlerin sömürülerine açık bir duruma gelir. Bir devletin yönetimi güçsüzleşirse ve karşı karşıya kaldığı yaşamsal sorunları çözebilmede yetersizlik ve istikrarsızlık gösterirse, yabancı devletler anında bu güçsüzlüğü ve yetersizliği algılar ve ona göre tutumlarını ve politikalarını belirler. Türkiye Cumhuriyeti, 1950’li yıllardan itibaren böyle bir süreçten geçmektedir.

KAZANILAN İTİBAR

1950’lerden itibaren Türkiye Cumhuriyeti’ni yöneten iktidarlar, giderek Atatürk devrimlerinden ayrı düşen yollar izlemeyi yeğlemiş; kendi kişisel çıkarları uğruna ulusun çıkarlarını ikinci plana itmiş ve ülkemiz, Atatürk döneminde yabancı devletler nezdindeki itibarını yitirme yolunda dev adımlar atmıştır. Bunun sonucunda, ne yazık ki ülkemiz yeniden 19. yüzyılın sonlarında olduğu gibi, yabancı devletlerin ekonomik ve kültürel açılardan sömürülerine açık bir duruma gelmiştir! İşte Erzincan-İliç’te yaşanan facia, bu gerçekliğin somut göstergelerinden biridir! Eğer ülkemiz, Atatürk döneminde olduğu gibi, yeniden tam bağımsız ve onurlu bir devlet olarak uluslararası topluluğun saygın bir üyesi olmak istiyorsa, bugün ülkemizi yöneten iktidarın bağımlı ve yabancı devletlere boyun eğen yönetim biçimini bir an önce terk etmesi gerekmektedir.

Türkiye, 21. yüzyılda laiklikten, demokrasiden, cumhuriyetçilikten ve Atatürk ilkelerinden kesinlikle ödün veremez! Bu kavramlardan herhangi birinde ödün verildiği takdirde, Batı’nın gözünde yeniden “Doğu sorunu” canlanabilecektir. “Doğu sorunu”nun hortlatılmasına neden olunmaması için, Atatürk’ün yolunun izlenmesinden başka bir seçenek bulunmamaktadır!



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları