Olaylar Ve Görüşler

İnsanlığa Son Uyarı: Covid-19 - Dr. Muhsin BOZ

30 Nisan 2020 Perşembe

Dee Brown’ın, yıllar önce okuduğum “Beni Vatanıma Gömün” adlı kitabı beni çok etkilemiş ve hüzünlendirmişti. Navaho Kızılderilileri ile Beyazlar savaşta. Navaholar, kendileriyle savaştıkları, tutsak düşürdükleri, yiyecek depolarını yakıp yağmaladıkları halde “Beyazları affedebilirdik” demişler. Ancak beş altı bine yakın şeftali ağacının bulunduğu bahçelerin ortadan kaldırılmasını hiç affetmediler. Okuduğumu bir hekim arkadaşımla paylaşmış, kahkahası bol bir cevap almıştım: “Kızılderililer mala candan daha çok değer veriyorlar!”

Kızılderili Şef Seattle’ın 1854 yılında ABD Başkanı Franklin Pierce’ye yazdığı mektuptan alıntılar: “Beyaz adam, annesi olan toprağa ve kardeşi olan gökyüzüne alıp satılacak, işlenecek, yağmalanacak bir şey gözüyle bakar. Onun bu ihtirasıdır ki toprakları çölleştirecek ve her şeyi yiyip bitirecektir. Beyaz adamın kurduğu kentleri de biz anlamayız Kızılderililer. Bu kentlerde huzur ve barış yoktur…”

HER ŞEYDE ZEHİR VAR

Dokuz yıl önce, halen içinde oturduğumuz evi yenice satın almıştık. Yerleşmeden önceki hafta, bir gün, akşam saatlerinde öylesine uğramıştım. Uyku bastırınca iki-üç mukavva kutuyu zemine açarak, terasın bir köşesinde kıvrıldım. Uyku, uyanıklık arası, gündüz düşü benzeri bir şey yaşamıştım. On, on beş dakika geçtikten sonra, karşıki dağların ardından kıpkızıl bir aydınlık yükseldi. Anlam verememiştim. Güneş batmıştı, doğuyor olamazdı. Derken ay, bütün ihtişamıyla yükselmeye başladı. Ay doğuyordu ve ben çocukluğumdan beri ayın doğumunu, doğuşunu artık görmüyordum. Görmek bir yana unutmuştum. Şef Seattle’ın dediği gibi huzurun ve barışın olmadığı kentlerde kendimi kaybetmiştim.

Şef Seattle aynı mektupta devam ediyor: “...Eğer önerinizi kabul edecek olursak bizim de bir koşulumuz var: Beyaz adam, bu topraklar üzerinde yaşayan bütün canlılara saygı göstersin (...) Bütün hayvanları öldürecek olursanız nasıl yaşayabilirsiniz?”

Bu yazılanlardan sonra aslında bana pek laf düşmez. Alıntıları paylaşmasam da çoğumuz biliyor. Ne yazık ki toprak ve gök uğruna savaşılıyor, insan dahil pek çok canlının canına kıyılıyor. Savaşırken, üretirken, tüketirken, toprak ve üzerindeki her doğa parçası (dağlar, ırmaklar, göller, hava, gök) zehirlerle kirletiliyor. Artık yiyilebilen hemen hemen her gıdada, içilen her yudum suda, alınan her nefeste zehir var.

NEDİR BU MİKROBİYOTA

Üç buçuk milyar yıl öncesine gitmek istiyorum. Dünyada yaşamın, aşağı yukarı o zamanlarda başladığı kabul ediliyor. İlk canlılar, oksijensiz ortamda dahi yaşamlarını sürdürebilen tek hücreli mikroorganizmalardı. Milyon yıllar içinde adı bilinen, bilinmeyen pek çok canlının nesli tükendi. İnsan türünün yaşı kabaca 500 bin yıl kabul ediliyor. En iyi bildiğimiz yılları, son 10 bin yıl. Özetle, atalarının yaşının 3.5 milyar yıl olduğu mikroorganizmalar bizden çok daha önce vardılar ve gezegeni bizden daha iyi tanıyorlar.

Son zamanlarda mikrobiyotadan çokça söz ediliyor. İnsan vücudunda yaşayan bakteri, mantar, virüs ve protozoa ailesinin toplamına “mikrobiyota” diyoruz. Bir insanın mikrobiyotasındaki mikroorganizma sayısı, hücre sayısının 10 katı kadar. Üzerimizde yaşayan mikroskobik canlılarla dengeli bir yaşam söz konusu. Denge bozulursa gelişmeler aleyhimize. Yelpaze, basit tedavi edilebilir hastalıklardan, ağır ölümcül enfeksiyonlara kadar geniş. 

PANDEMİNİN SONUÇLARI

Geçmişte pek çok pandemi yüzünden insan kayıpları yaşanmış. İçinde bulunduğumuz yüzyılda, yine koronavirüslerin neden olduğu, pandemi sınırından dönülen salgınlar yaşandı: SARS ve MERS. Her iki salgında ölüm oranları yüksekken bulaştırıcılık hızları düşüktü. COVID-19 pandemisinde, şikâyetler üzerine sağlık kurumlarına başvuranlarda ölüm oranı yüzde 3.5 kadar. Bulaş olduğu halde şikâyetleri olmayanlar ve hafif geçirenler eklendiğinde, aslında ölüm oranı binde 6-7. Yaş ilerledikçe, komorbid (eşlik eden) hastalıklar arttıkça, oran yüzde 15-20’lere kadar çıkabiliyor. Mesaj açık ve net: Yayılma hızı ve ölüm oranı yüksek bir salgın, dünya nüfusunun yüzde 85-90’ını hasta edecektir.

Pandeminin sonuçları ortada: Evlerimize kapandık. En yakınlarımızla bile mesafeyi bir, bir buçuk metreyle sınırlıyoruz. Ellerini sıkamıyor, sarılamıyoruz. Ebeveynler çocuklarını öpüp koklayamıyor. Maskeler yüzünden özgürce nefes alıp veremiyoruz. Ellerimizden, ellerimizi yüzümüze götürmekten, kaşınmaktan korkuyoruz. İçtiğimiz sudan, yediğimiz gıdadan korkuyoruz. Sağlık çalışanları “virüs taşıyorlar” diye dışlanıyor.

BİR BEZ PARÇASI

Peki, evlere kapanınca ne oldu? Fosil yakıt tüketimi azaldı, eskisi kadar karbon salınmıyor. Dünyanın ısısı düştü, hava serinledi. En büyük ozon deliği, kapandı kapanacak. Sular daha berrak, gökyüzü daha açık. Özetle insan türünün olmadığı bir gezegen mümkün ve bizim için değil ama pek çok canlı için daha bir yaşanılası. Güya savunmaları (hepimiz biliyoruz ki aslında savunma için değil, saldırma, sömürme, kaynak yağmalama...) için sayılarla ifade edilmeyecek kadar para ayıran devletler, sadece ve sadece bir bez parçası maskeyle diz çöktü.

Sözün kısası, Şef Seattle’ın söz ettiği toprak anaya, gökyüzüne yapmadığınız kalmadı. Onun “Toprak insana değil, insan toprağa aittir” sözünü hiç anlamadınız. Üzerinde yaşayan canlılara, kendi türünüz de dahil olmak üzere zerre kadar saygınız yok. Ayın doğuşunu belki de hiç görmediniz. Belki de güneşin batışı hiç ilgilendirmedi sizi.

Bugün doğa son uyarısını yapıyor insanlığa, Şef Seattle’ın sözlerini anımsatarak: “... canlıların yok edildiği bir dünyada, insan ruhu yalnızlık duygusundan ölür gibi geliyor bize. Unutmayın, bugün diğer canlıların başına gelen, yarın insanın başına gelir...”

DR. MUHSİN BOZ
Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Uzmanı



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları