Olaylar Ve Görüşler

"İstiklal Marşı"mız 100 Yaşında - Nazım MUTLU

12 Mart 2021 Cuma

“İstiklâl Marşı”mızın Türkiye Büyük Millet Meclisince (TBMM) ulusal marş olarak kabul edilişinin 100. yılındayız. TBMM, beş partinin ortak önergesiyle içinde bulunduğumuz 2021 yılının “İstiklâl Marşı Yılı” olmasını kabul etti. Bu kapsamda 2021 boyunca bütün kamu kurum ve kuruluşlarınca ulusal marşımızın anlamı, Kurtuluş Savaşımızın önemi anlatılacak, M. Âkif Ersoy’la ilgili etkinlikler düzenlenecek.

Bilindiği gibi İstiklâl Marşı, Mustafa Kemal Atatürk önderliğindeki Kurtuluş Savaşımızın bütün sıcaklığıyla sürdüğü Şubat 1921’de M. Âkif Ersoy tarafından kaleme alındı. 1 Mart 1921’de TBMM Genel Kurulunda ilk kez okundu. İstiklâl Marşı, 11 gün sonra, 12 Mart 1921’de TBMM’nin altıncı birleşiminde ise Genel Kurulca resmen İstiklâl Marşı olarak kabul edildi. Ersoy’un “Kahraman Ordumuza” adadığı marş, 1924’ten 1930’a dek A. Rıfat Çağatay’ın bestesiyle okunmuş, 1930’dan bu yana ise A. Zeki Üngör’ün bestesiyle okunmaktadır

“Safahat” adıyla bir kitapta toplanan şiirlerinde belirginleşen kişiliğiyle M. Âkif Ersoy, içerik açısından daha çok dönemin toplumsal yaralarını işleyen bir şair-sanatçıdır. Anlatımda öykülemeyi, ölçüde aruzu, dilde yalınlığı temel alan Ersoy’un İstiklâl Marşı’nı Safahat’e almadığı bilinmektedir. Bunun gerekçesi de Akif’in kişiliğiyle ilgili önemli bir veridir: Çünkü İstiklâl Marşı, kendisinin değil, ulusun malıdır.

ULUSAL MARŞLARIN ÖZELLİKLERİ

Ulusal marşlar, ulusların ortak duygularını, heyecanlarını, umutlarını, beklentilerini, birlikte var olma ve yaşama kararlılığını dile getiren, bestelenerek okunan şiirsel metinlerdir. Bireyler, marşlar aracılığıyla üyesi oldukları ulusun dünyaya bakışını, tarihsel geçmişini ve değer yargılarını dile getirmiş olurlar. Dolayısıyla birleştiricilik, ulusal marşların temel özelliğidir.

Ulusal marşlar, oluştukları dönemde özellikle sözleriyle ülkenin içinde bulunduğu koşullara göre “ulus” olma bilincini, devlet olma felsefesini, bağlı bulunulan ulusun başka uluslara ve dünyaya bakış açısını da dile getirir. Birçok ülkenin ulusal marşı “ortak ruh”un varoluşu için savaşıma girdiği en güç dönemlerde yazılmıştır. “Tanrı Kraliçe’yi Korusun” sözüyle başlayan Büyük Britanya Krallığı (İngiltere) ulusal marşının 1745’te, Fransa ulusal marşı ‘La Marseillaise’in 1792’de, İtalya ulusal marşının 1847’de, sözleri eski olsa da bestesi 19. yüzyıl sonlarında yapılan Japon ulusal marşının, bir Hydn bestesi olan Alman ulusal marşı “Deutschland Deutschland über Alles (Almanya, Her Şeyin Üstünde Almanya)”nın 1922’de oluşması gibi değişik örneklere bakıldığında, marşların en önemli tarihsel boyutu kendiliğinden anlaşılır: “uluslaşma” sürecinin ürünü olmaları.

Bu süreç, aynı zamanda bütün ulusal-evrensel kırılma anlarıdır ve oldukça sancılıdır. Etnik kökenlerin, soy kütüklerinin, kan bağlarının ortaklığı ya da farklılığı gibi avcı-göçebe-toprakçı üretim ilişkilerinin belirlediği değerlerin yerini, odak noktası Fransız Devrimi olmak üzere 18. yüzyıldan başlangıçla dil, ekin, ülkü birliği gibi birbirini bütünleyen sanayi toplumuna özgü değerler almıştır. Dolayısıyla, bir “ulusal marşı” olmayan ülke halkının gerçek anlamda bir “ulus” olup olmadığı tartışılabileceği gibi, ABD örneğindeki gibi bir ulusal marşı olduğu halde bildiğimiz özellikleriyle bir “ulus” olup olmadığı tartışmalı örnekler de vardır.

İSTİKLÂL MARŞI VE MEHMET ÂKİF

Hakkında çok yazılan, gerek şiir gerekse marş olarak sayısız inceleme-araştırmaya konu olan, ulusal ve uluslararası törenlerde yüz yıldır coşkuyla okuduğumuz, şairine “Allah bir daha bu millete böyle bir marş yazdırmasın” dedirten İstiklâl Marşımızla Mehmet Akif Ersoy hakkında bilinen şeyleri yinelemenin bir anlam taşımayacağını düşünerek, ama böyle bir tehlikeyi de göze alarak hem marşın hem Ersoy’un ölümsüzlüğüne kısa da olsa değinmekte yarar var.

İstiklâl Marşı, ulusumuzun her anlamda yok oluştan son anda kurtuluşunun en özgün destanıdır. Özünde yatan düşünsel varsıllığıyla bir tarihsel belge, dize içi ve dizeler arası uyumuyla müzikal başyapıttır. Çağrışım genişliği ve söz sanatları yönünden eşsiz bir dil mimarisidir. Ulusal duyarlılığı derinliğiyle dile getirişin seçkin örneğidir. Bu ustalığın mimarı M. Âkif Ersoy’un yaşamına bakıldığında, döneminde yaşanan keskin siyasal-toplumsal dalgalanmalar arasında Kurtuluş Savaşımıza verdiği içten desteğe karşın “ulusal” çizgiye değil, “ümmet” temelli İslâmcı çizgiye yakınlığı, dahası bu çizginin temsilcisi olduğu görülür.

ETNİK-DİNSEL DEĞİL, ULUSAL DİRENİŞ

Ülküler, onlara uygun tarihsel koşullar oluştuğunda yaşama geçer, düşünceden uygulamaya evrilir, gerçekliğe dönüşür. 20. yüzyıl, emperyalizmin saldırganlığı ve acımasızlığına karşı mazlumların başkaldırı yüzyılıdır. Ersoy’un tasarladığı toplumsal sistem ise buna karşı koyabilecek donanımda değildir.

Buna Anadolu coğrafyasının gerek köken gerekse inanç kaynakları açısından varsıllığı eklendiğinde kapıya dayanan büyük tehlikeyi savuşturabilmenin yolu bellidir: Etnik-dinsel değil, ulusal direniş!

Ersoy, bu gerçekliği gören, durumun gerektirdiği öncelikleri derinlemesine kavrayan yurtsever bir aydındır ve tutumunu bu gerçekliğe göre belirlemiştir. Döneminin birçok sözde “aydın”ı, olanca sıcaklığıyla yaşanan gerçekliğin ne olduğunu kavramaktan uzakken, M. Âkif, safını en baştan ve duraksamadan seçmiş örnek aydınlardandır. Dolayısıyla “İstiklâl Marşı”mızla Ersoy, yüzüncü yılından yüzlerce yıl sonrasına kalacak en önemli değerlerimizdendir.

NAZIM MUTLU

EMEKLİ ÖĞRETMEN



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları