Olaylar Ve Görüşler

Kavimler göçüne dönüşen sığınmacı akınları - Prof. Dr. Hikmet Sami TÜRK

20 Ağustos 2021 Cuma

10 Aralık 1948 günü BM Genel Kurulu’nca kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 14. maddesi şöyledir:

“Herkes, zulümden kurtulmak için başka ülkelere sığınmak ve bundan yararlanmak hakkına sahiptir. Bu hak, gerçekten siyasal nitelik taşımayan suçlardan kaynaklanan ya da BM’nin amaçlarına ve ilkelerine aykırı eylemlerden kaynaklanan kovuşturmalar durumunda öne sürülemez.”

Böylece adi suçlardan kaynaklanan kovuşturmalar dolayısıyla sığınma (iltica) isteminde bulunulamaz. Bir devletin yabancı uyruklu bir kimseye sığınma hakkı tanıması, sığınmacı (mülteci) olarak kendisine geldiği devletin baskısından uzak, süreli veya süresiz bir özgürlük desteği vermesi niteliğindedir. Ancak bu durum, sığınmacının konuk olduğu ülkenin güvenliği, kamu düzeni ve ekonomisi bakımından bir tehlike oluşturmamasına bağlıdır. 

SIĞINMACI AKINLARI 

Bireysel bir insan hakkı olan sığınma hakkı, belirli bir ülkeden gelen çok sayıda insan tarafından kullanıldığı zaman kütlesel bir harekete, kalıcı olduğu zaman göçe dönüşür. Suriye ile en uzun kara sınırını paylaşan, aslında bölgede bölücü PKK uzantısı YPG, PYD, SGD vb. terör örgütleriyle mücadele eden Türkiye’ye son on yıl içinde bu ülkeden sığınan insanların yarattığı kütlesel hareket bu niteliktedir. 

23 Temmuz 2021 itibarıyla Türkiye’deki Suriyeli sayısı en düşük 3 milyon 690 bin 896 kişi olarak tahmin edilmektedir. Suriye’nin 2021 yılındaki nüfusunun 17 milyon 752 bin 388 olduğu dikkate alınırsa bu, Suriye halkının yaklaşık yüzde 21’inin Türkiye’de yaşaması demektir. Başka ülkelerden doğrudan Türkiye’ye gelen ya da Türkiye’yi transit güzergâh olarak kullanıp Avrupa ülkelerine geçmek isteyen ama geçemeyip burada kalan insanlar bir yana bırakılsa bile sadece Suriye’den gelip kalanların toplam sayısı, ortaçağda doğudan gelen istilacı kavimlerin baskıları karşısında tutunamayıp Batı Avrupa, Kuzey Afrika ve Anadolu’ya göç eden kavimlerle karşılaştırılabilecek boyuttadır. Bu boyuttaki bir kütle hareketi, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi 14. maddesinin sınırlarını aşar. Tek başına hiçbir ülke, işgal olarak da nitelenebilecek bu çapta bir toplu sığınma hareketine çare bulamaz. Bu tür kütle hareketleri, bir insanlık sorunu olarak ancak birçok devletin işbirliği ve sorumluluk üstlenmesiyle çözüm yoluna konabilir. 

Farklı rejim değişikliklerine sahne olan Afganistan’da özellikle son altı yıl içinde kadına hiçbir hak tanımayan bağnaz bir din anlayışını temsil eden Taliban hareketinin giderek güç kazanması da İran üzerinden Türkiye’yi bir transit güzergâh olarak kullanıp Avrupa’ya geçmek isteyen, başaramayıp Türkiye’de kalan Afganların sayısında artış nedeni olmuştur. Taliban’ın Kâbil’i ele geçirerek ülkenin tamamında kontrolü sağlaması, bir karşı önlem alınmazsa bu göçü hızlandıracaktır.

SIĞINMACILARLA GELEN SORUNLAR 

Sığınmacıların kendileri, aile bireyleri ve çocuklarının dil, eğitim, gelenek ve görenek, kılık ve kıyafet farkları dolayısıyla Türk toplumuna uyum sağlamaları bakımından bazı sorunların, bir kültür çatışmasının ortaya çıkması kaçınılmazdır. Bu sorunların aşılması, sığınmacıların geldikleri ülkeye uyum sağlama yönünde gösterecekleri çabalara bağlıdır. 

 Kalıcı olarak gelen, fakat dini bayramlarda ülkelerine gidip dönmeyi ihmal etmeyen Suriyeli sığınmacıların asıl amacı, Türkiye’de veya gidebilirlerse Almanya gibi bir Avrupa ülkesinde daha iyi koşullarda bir iş bulup veya bir iş kurup çalışmaktır. Yabancıların Türkiye’de çalışmaları ise Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’ndan izin almalarına bağlıdır. 27.2.2003 tarih ve 4817 sayılı Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanun uyarınca yabancılar, kural olarak “Türkiye’de bağımlı veya bağımsız çalışmaya başlamadan önce izin” almak zorundadırlar. 

HAKSIZ REKABET

Çalışma izni veya uzatılması istemi, kanunda gösterilen çeşitli nedenlerle, “a) İş piyasasındaki durum ve çalışma hayatındaki gelişmeler ve istihdama ilişkin sektörel ve ekonomik konjonktür değişikliklerinin çalışma izni verilmesine elverişli olamaması, … d) Yabancı çalışmasının milli güvenlik, kamu düzeni, genel asayiş, kamu yararı, genel ahlak ve genel sağlık için tehdit oluşturması hallerinde reddedilir.” (m. 14). Bu hükümler, anayasamıza göre “herkesin hakkı ve ödevi” olan çalışma bakımından sınırlama niteliğindedir (m. 49/I). Ancak yine anayasamıza göre “Temel hak ve hürriyetler, yabancılar için, milletlerarası hukuka uygun olarak kanunla sınırlanabilir.” (m. 16).

Kaldı ki özellikle yükseköğrenim görmüş gençleriyle ciddi bir işsizlik sorunu yaşayan Türkiye’de devletin öncelikle kendi yurttaşlarına istihdam olanakları açması gerekir. Nisan 2021 sonu itibarıyla 15 ve daha yukarı yaşlardaki işsiz sayısı, 4 milyon 511 bin kişi, işsizlik oranı yüzde 13.9 olarak tahmin edilmiştir. Anayasamıza göre devlet, “çalışma hayatını geliştirmek için çalışanları ve işsizleri korumak, çalışmayı desteklemek, işsizliği önlemeye elverişli ekonomik bir ortam yaratmak … için gerekli tedbirleri alır.” (m. 49/II). 

Bu sayı 23 Temmuz 2021 itibarıyla Türkiye’de bulunan toplam Suriyeli sığınmacı sayısı olan 3 milyon 690 bin 896’nın üzerindedir. Afganistan ve diğer ülkelerden gelenlerle birlikte yabancı işgücü arzı, Türkiye’deki işsizler sayısının üzerine çıkabilir. Bunlardan bir bölümü, izinli veya izinsiz olarak çalışıyor. Her iki durumda bir rekabet, izinsiz çalışma durumunda işverenin de birlikte sorumlu olduğu bir haksız rekabet söz konusudur.

NE YAPMALI?

Bu koşullarda Türkiye, sakıncaları ortada olan bir açık kapı politikasını daha fazla sürdüremez. AB ülkelerinin “Türkiye’ye bir miktar para verelim, sığınmacılar orada kalsın” yaklaşımı, bu durumun yaratacağı sorunlar bakımından Türkiye’nin kabul edebileceği bir çözüm olamaz. Bu insanlık sorununun çözümünde sığınmacıların asıl ulaşmak istedikleri hedef konumundaki AB ülkelerinin de sorumluluk üstlenmesi gerekir. 

Halen Türkiye’de çalışan yabancılar, gönüllü olarak ülkelerine dönüş için ikna edilmelidir. Böyle bir politika değişikliği kararının bugün Türkiye’de uygulanan tek adam yönetimi sistemi içinde alınması gerektiği açıktır. Dünyada küresel aktör olmak için -anayasanın 73. maddesindeki tanımla- “kamu giderlerini karşılamak üzere” ödenen vergilerden Somali’ye 30 milyon dolar bağışlayabilen bir yönetimin böyle bir politika değişikliğine ne ölçüde hazır olduğu ise ayrı bir konudur.

PROF. DR. HİKMET SAMİ TÜRK



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları