Olaylar Ve Görüşler

Kürt Diyasporasının Savaş ve Barıştaki Rolü

15 Ocak 2015 Perşembe

Bugün eğer Kürt sorunu ve devlet oluşumu uluslararası bir konu haline geldiyse, bu yurtdışında yaşayan Kürt halkının kendi bulundukları ülkelerde lobi yapmaları, baskı unsuru olmaları sayesinde gerçekleşiyor.

Bugün diyaspora, yani anavatanlarının dışında yaşayan bireyler, sadece yakınlarına para gönderen kişilerin ötesindeki bir rolü üstlenmiş konumdalar. Anavatanlarında bir barışı bitiren bir savaşa veya bir savaşı bitiren bir barışa direkt katkı sunmanın ötesinde, bunun en önemli aktörlerinden birini oluşturuyorlar ve halklarının geleceğini oluşturan kurumların altyapısını oluşturuyorlar. Bugün bunun en iyi örneklerinden birisini Kürtlerin yurtdışında yaşayan halkları oluşturuyor.
Artık Kürtlerin Türkiye, Irak veya Suriye’deki mücadelelerini, savaş ve barış süreçlerini diyasporadaki yani gurbetteki Kürtlerden bağımsız düşünmek bugün çok zor. Geçmiş dönemlerde özellikle İsrail, Filistin ve Ermeni diyasporasının yarattığı etkiyi son on yıldır artık Kürt diyasporası da yerine getiriyor. Bu nedenle Türkiye’de Kürtlerle yapılan veya yapılacak bir barış ve çatışma durumunda diyasporayı dışarıda bırakmak veya diyasporanın etkisini hesaplamamak ciddi sorunların çıkmasına neden olmaktadır. Nasıl bugün İsrail, Filistin ve Ermeni devletleri kendi diyasporalarından bağımsız bir politika geliştiremiyorlarsa, Kürtlerde de artık diyasporanın etkisi gittikçe artmaktadır ve diyaspora, Kandil ve ülkedeki politik temsilcilerle birlikte en önemli üçüncü gücü oluşturmaktadır. Bunun için Öcalan’dan gelen mesajlar sadece Kandil’e değil, diyasporadaki temsilcilere de aktarılıyor. Kandil o gücün nasıl askeri kanadını oluşturuyorsa, diyaspora da o gücün politik, lobi ve özellikle Avrupa ve dünya ile bağlantının yapıldığı yerdir.
Bugün eğer Kürt sorunu ve devlet oluşumu uluslararası bir konu haline geldiyse, bu yurtdışında yaşayan Kürt halkının kendi bulundukları ülkelerde lobi yapmaları, baskı unsuru olmaları sayesinde gerçekleşiyor. Daha önceleri, 1990’larda bunun olmamasının nedeni, özellikle ilk göç eden Kürtlerde dil ve eğitim sorununun ön planda olması ve bu nedenle bulundukları ülkelerde kendi ve ailelerinin bireysel ihtiyaçları dışında ciddi bir politik bağ kuramamalarından kaynaklanıyordu. Fakat bugün Kürtlerde hızlı bir değişim yaşanıyor. Özellikle ikinci ve üçüncü jenerasyonun bulundukları ülkelerde iyi bir eğitim almaları ve babalarının yaptığı kebap işi yerine, iyi bir hukukçu, işadamı, politikacı ve gazeteci olmalarından dolayı kendi ulusal konularına olan etki ve ilgileri ön planda yer alıyor. Bu nedenle İngiltere gibi ülkelerde parlamento binaları gibi önemli mekânları kullanarak, neredeyse her hafta kendi anavatanlarında gelişen olayları masaya yatırdıkları toplantılar düzenliyorlar. Buralarda öz vatanlarında yaşanan sorunların, yaşadıkları ülkenin gazetecisi, akademisyeni, milletvekili, bakanı ve başbakanları tarafından dinlenmesini sağlıyorlar. Lobi faaliyetlerini direkt, yerinde ve uluslararası diplomasi diline uygun bir şekilde yapıyorlar.
Kobane bunun en iyi örneklerinden birisi. Normalde tüm Suriye ve Irak’ta çatışmalar devam ederken ve her gün yüzlerce insan hayatını kaybederken Kobane’nin öncelikli konu olarak haftalarca tartışılması, uluslararası arenada ve medyada birinci gündem maddesi olarak kalması Kürt diyasporasının gücünü anlamamız açısından iyi bir örnek oluşturuyor. Kobane’ye silah desteğinin sağlanmasında ve oradaki savaşın yönünün Kürtlerin lehine değişmesinde de diyasporanın ciddi rolü ve katkısı oldu. Kobane’deki IŞİD’e karşı savaşta olduğu gibi, herhangi bir barış projesi ve bir gelecek inşa etme sürecinde de diyasporanın ciddi bir şekilde hesaba katılması ve onların ne düşündüğünün önemsenmesi gerekmektedir. Aksi durumda, savaşta olduğu gibi, barışta da yönlerin değişmesine, sürprizlerin yaşanmasına tanık olmamız şaşırtıcı olmaz.

Hukuk el değiştiriyor
Bugün dışarıdaki Kürtler sadece lobi faaliyetleriyle değil, gelecekte kurulması muhtemel olan devletlerinin altyapısı için de ciddi roller ve çalışmalar üstleniyorlar. Bu kurumların başında ise hukuk ve adalet sistemi geliyor.
Su anda ‘Hak ve Adalet Komisyonları’ veya ‘Kürtlerin Barış Mahkemeleri’ adı ile faaliyet gösteren ve çeşitli birey ve aileler arasındaki aile, iş ve ceza davalarına varıncaya kadarki çatışmaları uzlaştıran, bunlara çözümler bulan ve bu nedenle binlerce davanın akın ettiği bu oluşum, gelecekteki Kürt devletinin hukuksal altyapısının pratiklerini oluşturuyor bir nevi. Aslında Kürtlerin kendi hukuksal uygulamalarını tercih etmeleri yeni bir şey değil. Osmanlı’dan bu yana süren bir yöntem. Fakat özellikle 2000’li yılların başından itibaren daha farklı ve düzenli bir şekil almaya başladı. Yıllardır üzerinde çalıştığım ve İngiltere ve Almanya’da yaklaşık 500’e yakın davayı direkt yerinde, bu yeni kurulan ‘Kürtlerin Barış Mahkemeleri’nde incelediğim bu konu, İngilizce basılan ve “Legal Pluralism in Action: Dispute Resolution and Kurdish Peace Committe” adı ile çıkan kitabımın ana konusunu oluşturmakta.
Bu çalışmamda da detaylı olarak görüleceği gibi, özellikle Kürtler gibi devletsiz toplumlar bulundukları devletlerin hukuki yapısına ve adalet anlayışına pek inanmıyorlar. Türkiye’de özellikle son yıllarda hukukta yaşanan hızlı değişimler ve bozulmalar devlet dışı hukuki çözümlere olan ilgiyi de artırıyor. Özellikle devlet mahkemelerinde davaların uzun sürmesi, kanıtlara rağmen çeşitli kişi ve güç odaklarının yararına olacak kararlar verilmesi, hukuki süreçlerin çok pahalı olması, anlaşılmaz ve karmaşık bir dile sahip olması, adil ve adaletli olma duygusunu ve toplumsal bağını kaybetmesi gibi nedenlerden dolayı da birçok birey, Türkiye’nin birçok bölgesinde bulunan ve diyasporada aktif olarak hizmet veren farklı hukuki yollara başvuruyor ve çok hukukluluk (legal pluralism) sisteminin bir alternatif olarak ortaya çıkmasına vesile oluyor. Bunun için bazıları Kürtlerin yarattığı resmi olmayan hukuki çözüm yollarını tercih ederken, diğer bazıları da yine mafya gibi devlet dışı çözüm metotlarına başvuruyor, kendi sorunlarına ‘adaletli’ ve hızlı bir çözüm bulmak için. Aslında Osmanlı döneminde Millet Sistemi altında uzun süre başarıyla işleyen bu sistemi, bugün İngiltere gibi devletler tartışarak uygulamayı planlıyor ve bu yolla devletin hantal ve güven vermeyen sistemine alternatif yaratmayı amaçlıyor.
Bu oluşum gösteriyor ki Kürtler de geleceklerini, gücün en önemli simgesi olan Hukuk ve Adaleti ellerine alarak kuruyorlar ve diyaspora da bunun için çok iyi bir antrenman sahasını oluşturuyor. ‘Kürt Mahkemeleri’ne her artan ilgi de Türkiye gibi ülkelerdeki devlet kurumlarının ve özellikle hukuk ve adalet sisteminin güç kaybetmesi veya işlevini yitirmesi anlamına geliyor. Yani doğal bir güç transferi yaşanıyor. Çünkü hukuk bir gücün ve devletin şahdamarını oluşturuyor.  

Dr. LATİF TAŞ

 

Cemaatlere Karşı Olmamak...

Demirtaş’ın cemaatlerle ilgili sözleri çok yadırganacağını sandığım bir ifade olmuştu. Çünkü uygar toplumlarda cemaat türü yapılanmalar olmaz, sivil toplum örgütleri olur.

Baştan söylemeliyim ki Selahattin Demirtaş yaşam tutarlılığı, duruşu ve zaman zaman ortaya çıkardığı toplumcu bakış açısı ile saygınlığı olan bir kişiliktir. Bu yazı onun kişiliği ile değil, oynadığı rol ve bir ifadesinden yola çıkarak durum değerlendirmesini amaçlamaktadır. Biliyorsunuz HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, “Biz cemaatlerin varlığına karşı değiliz, insanların dini inançlarını cemaatler aracılığıyla yaymasına karşı değiliz. Dini cemaatlerin kendisi meşru yapılardır” demişti.

Cemaat türü yapılanmaların doğallığı şeyhler, şıhlar türü buyruk ve fetva kurumlarının da doğallığı anlamına gelir ki uygar ve toplumcu yönetim ve yaşam biçimlerine ters bir oluşumdur bu. Bir arada olmaları mümkün değildir. Birisi varsa diğeri olmaz/olamaz.

Ama yanılmışım. HDP’nin içinden veya dışından, diğer tüm Kürt hareketini destekleyen muhalif gruplardan, yazar çizer takımından bir yadırgama ve bir karşı duruş söz konusu olmadı. Olacaksa bile henüz olmadı.

Peki, bu durumda ben veya benim gibi çoğu “toplumcu ve sınıfsal bakış açısına sahip muhalif” kişilerin aşağıda belirtildiği gibi düşünüyor olmaları hakkı ve gerçekliği ortaya çıkmaz mı? Ayrıca ortaya çıkan söz konusu bu düşünceleri anlayışla karşılamak gerekmez mi?

1. HDP, BDP ve diğer öncelleri gibi öncelikle Kürtçü bir partidir.
2. HDP ve Kürt hareketini destekleyen çoğu grup kadrocu ve biatçı bir yaklaşım içindedirler. Lider durumundaki kişinin eleştirilmesi ve söylediğine karşı çıkılması söz konusu değildir. (Erdoğan’ın her söylediğinin partili veya seçmenlerince kabul görmesi ve alkışlanması ile bunun arasında ne fark
vardır?)
3. HDP ve Kürt hareketini destekleyen muhalif grupların birincil hedefleri sömürü düzeni, kapitalizm ve feodalizm değildir.
4. Feodalizmden kurtulmanın Kürt halkının en önemli ve en gerekli konu ve sorun olduğu HDP ve ilgili muhalif gruplar tarafından kabul görmemektedir.
5. Türkiye’de feodalizmin pratiğini oluşturan cemaatler, aşiretler, şeyhler ve şıhlar olgusunun HDP ve ilgili diğer muhalif gruplar tarafından çözümlenmesi gereken bir sorun olarak görülmemesi, özerklik ya da bağımsızlık durumunda nasıl bir Kürt toplumu ve halkı amaçlandığını da ortaya koyacak niteliktedir.
6. Bu durumda çoğu insanın, Kürt hareketlerinin tarihsel süreci de göz önüne alarak, temel hedefinin ve mücadele alanının tamamen “Türkiye Cumhuriyeti” olduğunu, Kürt halkının uygar ve laik bir toplum olması ile ilgili olmadığını düşünmelerinden doğal ne olabilir ki?

İSMAİL TOPKAYA 18 Mart Üniv. Öğr. Görevlisi



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları