Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
Linci koruyan bayrak mı?
Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır, toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır demiş şair. Türk milliyetçiliği üzerine kaleme alınmış ciltlerce eserden daha açıklayıcı olan bu tek dize son birkaç haftadır içinde yaşadığımız toplumsal şizofreniyi anlamda bize yardımcı olabilir.
Art arda gelen şehit haberleri karşısında Türk halkı balkonlarını, arabalarını ve işyeri camekânlarını bayraklarla süsledi. Salıyı çarşambaya bağlayan gece ise ellerinde Türk bayrağı taşıyan yüzbinlerce insan eşzamanlı bir şekilde sayısız kentte sokağa döküldü.
Görünüşte teröre karşı demokratik tepki ortaya konuluyordu. Ama Kürt direnişçiler gibi Türk eylemciler de demokrasiyi şiddetten ayıramadı.
Hürriyet gazetesi, ATV-Sabah binası, HDP Genel Merkezi ve sayısızca Kürt yurttaş saldırıya uğradı. İnsanlar dövüldü, dükkânlar ve parti büroları ateşe verildi. Nasıl bu hale geldik sorusu akla ve vicdanlara kurşun gibi çökmüş durumda.
Linç kültürü!
Öncelikle linci koşulsuzca kınamak gerekiyor. Konuşmaya tüm “ama” ve “fakat”ları geride bırakarak böylesi bir kınamayla başlamalıyız. PKK ile Türkiye Cumhuriyeti arasındaki savaşta devletten yana tavır koyabilirsiniz. Ancak bu Cumhuriyeti korumanın yolu HDP Genel Merkezi’ni yakmaktan geçmiyor.
Yasa yoksa özgürlük de yoktur. Linç, tıpkı terör gibi yasanın hâkimiyetini ortadan kaldırmakta. Dahası linç girişimlerinin sonu hemen her zaman küçük insan faşizmine dayanan bir normalleşme baskısını da içerisinde barındırıyor.
Vatanına sadık olanlar ile öyle olmayanlar, farklılar ile normaller arasındaki farkı deşifre etmeye yönelik bir girişim linç.
Bölücü unsur mu?
Türk bayrağı kendisine atfedilen kutsallık nedeniyle linçe çıkmış vandalı devlet ve yasa karşısında korunaklı hale getiriyor. Mesela son birkaç gün içerisinde sayısızca bina tahrip edildi ve çok sayıda kişi yaralandı.
Güvenlik güçleri bu olayların faillerine dokunmadı. Ortada tek bir gözaltı veya yakalama işlemi yok. Çünkü Türk bayrağı bir zırh. Arkanıza onu aldığınızda dokunulmaz hale geliyorsunuz. Ama bayrağın bu biçimde kullanımı onu ortak iyinin ve birliğin sembolü olmaktan çıkarıyor. Ogün Samast’ın arkasındaki bayrak veya HDP Genel Merkezi’ne tekbir sesleriyle yürüyenlerin elindeki bayrak birleştirici değil bölücü bir unsur.
Cılız açıklamalar
Şiddetin niteliği ve bu işin nereye gittiği sorularını ise ayrıca düşünmeliyiz. Sorunun ana nedeni Kürt hak mücadelesinin silahlı mücadele seçeneğinden vazgeçememesidir.
PKK tonlarca bomba kullanarak yüzlerce asker ve polisi şehit ediyor. HDP cılız açıklamalarla barış çağrısı yapıyor.
Bu durum ne PKK ne de HDP açısından sürdürülebilir değil. HDP ülkenin batısındaki demokratik kamuoyundan aldığı desteği kaybetmek üzere. Şiddetle arasına mesafe koyamayan HDP’yi savunmak her geçen gün biraz daha zor hale geliyor. Ayrıca parti için kapatılma riski var. Venedik Komisyonu kararları açık.
Kavrayış farklılığı
PKK ile HDP arasındaki ilişki liberal bir demokrasinin kaldıramayacağı nitelikte. PKK ve HDP’de radikal bir kavrayış farklılığı yaşanmadığı müddetçe devletin zor aygıtı doğuda daha da sertleşecek.
Geniş çaplı operasyonlar, yüzlerce yerleşim biriminde günlerce süren sokağa çıkma yasakları, faili meçhul cinayetler ve işkenceyi içerisinde barındıran bir şiddet paketiyle karşı karşıya kalmamız büyük olasılık. Türklerin çoğunlukta olduğu batı illerinde ise linç ve ayrımcılık tehdidi gündelik hayatın olağan bir parçası olabilir.
Üstelik artık sosyal medya var. On binlerce insanı öldürme arzusuyla bir Kürt hedefine yönlendirmek eskisine göre çok daha kolay.
Armağan Öztürk Artvin Çoruh Ü., Sosyoloji Bölümü
-
Korku ortamı ve barış isteği
Ülkenin her geçen gün artan otoriter ve ayrıştırıcı politik hali hızla toplumun her köşesini ele geçirmeye başladı.
İfade edilen düşüncelerin doğruluğunu ya da yanlışlığını tartışmaya fırsatımız olmadan düşünceler siyasi iktidara ters gelebilecek bir durumda ise; sonucu gerçekten çok acımasız ve ağır oluyor.
Bu gibi durumlarda siyasi otoriteleşmeyi engellemenin önemli kurumlarından biri olan yargının, bağımsız olmadığı da düşünülürse ülkenin yaşadığı karmaşanın sonuçları önüne geçilemez bir hal almış oluyor.
Düşüncelerinden ve çalışmalarından sıklıkla yararlandığım Ankara Üniversitesi’nden Kerem Altıparmak Hoca sosyal medya hesabından 29 Ağustos 2015 tarihinde fikirlerini paylaşırken bu durumu şöyle izah ediyor:
Türkiye’nin hiçbir sorunu yargı bağımsızlığı kadar hayati ve acil değil. Bu sorun çözülmediği sürece hiçbir siyasi sorun da çözülmez.
Siyasi ve hukuki şiddet
Türkiye’nin yaşadığı bu karmaşık durum siyasi ve hukuki bir ortak şiddetle açıklanabilir. Siyasi şiddetin en tehlikelisi ve hızla yayılanı olan nefret söylemi ise ne yazık ki siyasi parti liderlerinin dilinden düşmüyor. Bunun en canlı örneğini ise Devlet Bahçeli’nin açıklamalarında görmek mümkün.
Bahçeli ülkede yapılmış genel seçimler sonucunda yüksek bir oy oranı almış olan bir başka siyasi partinin seçmenleri için şunları söylüyor: “Oyunu HDP’ye veren şerefsizler”. Bu gibi söylemlerden sonra bu ülkenin gençlerinin birbirlerine duyacağı öfkeyi politikacılar tahmin etmek zorunda.
Siyasi şiddetin bir başka tehlikeli hali ise; hukuk kurallarının dışına çıkmaması gereken siyasi iktidar temsilcilerinin bu zorunluluğu umursamadan söylemlerini ortaya koymasıyla oluşuyor.
Erken seçim kararının ardından kurulan kabinede İçişleri Bakanı olarak yer alan Selami Altınok’un şu sözleri değil düşünce ifade etmeye toplumun herhangi kesiminden bir insanı sokağa çıkmaktan bile korkar bir hale getirir: “Gerektiğinde de çok şiddetli bir şekilde kafalarını ezeceğiz.”
Bu söylemlerden sonra sokaklarda gerçekleşen, demokratik bir hak olan protestolarda güvenlik güçlerinin soğukkanlı davranması mümkün olabilir mi? Hukuki şiddet durumu ise; bu ülkede hukukun ayaklar altında vahşice çiğnendiğini gösteriyor. Cumhurbaşkanı’na hakaret ettiği gerekçesiyle gerçekleşen tutuklamalar kişileri özgürlüklerinden mahrum ederek telafisi mümkün olmayacak bir durumla tüm toplumu karşı karşıya bırakıyor.
Korkarak söylemek
Her geçen gün gazetelerden ölüm haberlerini de okuduğumda, gidişatı bir hukuk öğrencisi olarak gerçekten korkuyla takip ediyorum. Böyle bir ortamda barış isteğini dile getirmenin zorluğunu hissediyorum. Yazılarında insan sevgisiyle dolup taşan Oktay Akbal’ın 12 Eylül döneminde hapse girmekten korktuğu halde yazmaya devam etmesini okuyorum onun ardından yazılan yazılarda. Cesaretimi topluyorum. Türkiye’nin gençlerine bu ülkenin aydınlarından kalan mirastır cesaret.
Herkesin silahları bırakmasını istiyorum. Barış istiyorum, hemen şimdi!
F. Çağdaş İslim İstanbul Bilgi Ü. Hukuk Fak. Lisans Öğrencisi
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Asgari ücret artarsa verimlilik artar
- Yankı Bağcıoğlu'ndan Suriye uyarısı:
- CHP'li Günaydın'dan Bakan Tekin'e tepki!
- Yeni Doğan çetesi davasında çarpıcı itiraflar
- Canlı tarih müzesi Hisart 10. yılında!
- Teğmenler Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ediliyor
- Tarihçi Yusuf Halaçoğlu'ndan şok iddialar
- TBMM'de 'Etki Ajanlığı' düzenlemesi tartışılacak: Amaç m
- Pera Palas'ta Atatürk Müze Odası
- İmamoğlu’ndan 10 Kasım paylaşımı!
En Çok Okunan Haberler
- Korgeneral Pekin'den çarpıcı yorum
- Suriye'yi nasıl terk ettiğinin ayrıntıları ortaya çıktı!
- Petlas'tan o yönetici hakkında açıklama
- Colani’nin arabası
- Nevşin Mengü hakkında karar
- 3 zincir market şubesi mühürlendi
- Komutanları olumsuz görüş vermedi, görevlerinden oldu
- 148 bin metrekarelik alan daha!
- Geri dönüş gerçekten 'akın akın' mı?
- Bakanlık 5 ildeki lahmacuncuları ifşa etti