Olaylar Ve Görüşler

Nasıl bu hale geldik? - Mustafa ADIGÜZEL

19 Ocak 2022 Çarşamba

Türkiye’de ortalama ömür 78, hekimlerde 58, dahili branşlar 62, ortalama 60 yıl. Hekimler tedavi ettikleri insanlardan 20 yıl daha az yaşıyorlar bu ülkede.

Pandemide hükümetin kötü yönetimine rağmen sağlık sistemini ayakta tutmayı başardılar, yüzlerce kayıp vermelerine rağmen. Hükümet ise aşı önceliği dışında verdiği hiçbir sözü tutmadı. Bazı meslek gruplarına nema aktarmak için fırsat kollayan hükümet, sağlık çalışanlarına gelince, pandemi nedeniyle hayatını kaybedenleri dahi görev şehidi kabul etmiyor.

Yıllar içinde maaşları eridi, açlık sınırına dayandı. Ailesine bakamayan sağlık çalışanları ve hekimler hastalarına bakmaya çalışıyor. 19 yıllık lisans mezunu 1/3 derece bir sağlık çalışanı 4 bin 150 TL ile açlık sınırında, asgari ücretin altında maaş alıyor. 20 yıllık uzman doktor 5 bin 800 lira maaş alıyor. Eğer asgari ücret sınırında maaş alacaksa ne diye 30 sene dirsek çürütüp emek versin, bu kadar risk alsın ki? Tıp eğitimi devamlıdır. Bu ücret ile ne bir kitap alabilir ne bir kursa veya kongreye gidebilir. 

CAN VERDİLER...

Emeklilikte durum daha vahim. İlerlemiş yaşına rağmen kenarda köşede tekrar çalışmaya çalışıyorlar. Bu ülkede 65-72 kurası var hekimlere. 45 yaşında emekli olanlar, ortalama ömürleri 60 sene olan doktorları 65 yaşında kuraya sokuyor, işin özeti bu.

Tüm sağlık çalışanlarına yönelik bir iyileştirme beklerken, nihayet TBMM’de alelacele, bir başka kanunun kuyruğuna eklenen düzenleme, beklentileri karşılamaktan uzak olduğu halde, doktorlara yapılan olağanüstü zam olarak servis edildi. Kısa süre sonra da geri çekildi. Hekimler almadıkları maaştan dolayı infaz edildi. En çok da kendi ekip arkadaşlarının, yine zor koşullar altında, düşük ücret ile çalışan diğer sağlık emekçilerinin, özünde haklı taleplerine, hekimler için yapılan iyileştirmenin konu edilmesine üzüldüler. Şimdi hekimler, diğer sağlık çalışanlarından ayrı bir sendika kurmak için çalışıyor. Bütün bu süreçte hükümet hem sendikaları böldü hem sağlık çalışanlarını.

Bu iktidar, son 20 yıldır sağlıkta sistemin tüm sorunlarını, bulunamayan ilaçtan, malzemeden, yapılamayan tedaviye kadar sağlık çalışanlarına yükledi. Siyasi söylemeler ile hekimleri hedef gösterdi. Yıllar içinde oluşturulan iklimde, sağlıkta şiddet her geçen gün arttı. Yaralandılar, can verdiler..

YARIDAN FAZLASI...

Sınırsız hasta memnuniyetine yönelik uygulamalar, bilimsel yeterliliği olmayan insanlara sağlık hizmetinin kalitesini ölçtürmeye kadar gidiyor. Çoğu hekim, aslında kendisinden değil, sağlığın kötü yönetiminden kaynaklanan şikâyetlere cevap vermek zorunda kalıyor. Burada harcadığı mesai de onu asıl mesaisinden alıkoyuyor. En trajikomik olan ise hasta hakları biriminde bir dilekçeye cevap verip polikliniğe döndüğünde “neredeydin” ayarı ile karşılanmak. Poliklinik odasında kısıtlı muayene süresi nedeniyle içerideki hastadan, iki dakika fazla zaman ayırsa da dışarıdaki hastadan azar işitiyor.

Evinin balkonunda iken, ormanlık alandan gelen domuz kurşunu ile başından vurulup şimdi yoğun bakımda yaşam savaşı veren hiç tanımadığı doktora, sosyal medyadan “iyi olmuş” diye yorum yapan insanlar var bu ülkede. Tüm ekonomik, sosyal ve siyasal sorunlardan birikenleri, sağlık kuruluşlarında hükümetin hedef gösterip aşağıladığı sağlık çalışanlarından çıkarmak âdet haline getirilmiş. Bir Kemal Sunal filmindeki siniri geldiğinde dövülüp rahatlanılan “Mazlum” karakteri değil sağlık çalışanları.

Hekimler, mesai bitimini veya hafta sonunu beklemez. Çocukları ile bir pazar sabah kahvaltısı olmaz. Her an geri çağrılabilir. Sadece kendi yaptığı işin değil ekipteki hemşire, teknisyen herkesin sorumluluğu da ona yazılıdır mevzuatta. En ufak hatalarında ise hastane çevresine konuşlanmış avukatlar bekliyor. Bazı tazminatlar var, doktor ömrü boyunca o parayı kazanamaz. Tazminat konusunda devlet birçok memurunun tazminatına sahip çıkıyor, ama doktora gelince yok. Hatalı tedavinin bizzat nedeni olan devlet, sonuçları ise doktora havale ediyor. Ondan sonra, bu doktorlar neden Türkiye’yi terk ediyor? Her ay 80-100 doktor yurtdışına gidiyor. 8 bin doktor da gitmeye hazırlanıyor. Özellikle Batı ülkelerinin diplomada denklik ve vatandaşlık gibi engelleri olmasa Türkiye’deki hekimlerin yarıdan fazlası gidecek durumda. 

İŞ İŞTEN GEÇİYOR... 

Erdoğan ise gitmek isteyenlere “Ofis açıp biletlerini de biz verelim” diyor. Bu koşulları buraya getirenler, bir yandan gençlere kapıyı gösterirken öte yandan 65 yaşında hekimleri kuraya sokuyor. Hem de açlığa mahkûm ederek. Ekonomistim dedi, nepotist olduğunu gördük. Sonuçta birileri dolar zengini oldu. Şimdi de medikalistim, terapistim diye ortaya çıkarsa şaşırmayın. Ama sonunda, her şeyi ve herkesi kendi iktidarının devamına kullanan bir oportunist olduğu ortaya çıkacaktır. Kendinden önceki hastane kuyruklarını örnekliyor. Şimdi ise millet hastaneye de gidemiyor, randevu için evde kuyrukta bekliyor. Türkiye’de hiçbir dönemde olmadığı kadar ilaç ve malzeme sıkıntısı var. Ameliyat ve tedavi olmak için acı, ağrı içinde bekleyenler var. Anayasal hak olan sağlık hakkı için insanlar fahiş fiyatlar ile özel hastanelere sürülüyor. Ama o hâlâ “benden önce” diyebiliyor.

Atamızın kendi hayatını emanet ettiği Türk hekimlerini sen de alıp bu zihniyete emanet ettin işte güzel halkım. Yarın kendini emanet edebileceğin ehliyet-liyakat sahibi bir hekim ve ücretsiz tedavi olabileceğin bir hastane kalmadığı zaman, belki bir uzvunu ya da bir yakınını bu kuru laf kalabalığında yitirmiş olacaksın, çok geç olacak. Giden geri gelmiyor, ne sağlık, ne de sağlıkçılar...

MUSTAFA ADIGÜZEL

CHP ORDU MİLLETVEKİLİ



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları