Olaylar Ve Görüşler

Virüs takıntısı ve grup psikolojisi

22 Mart 2020 Pazar

DR. BORA KÜÇÜKYAZICI

Aile Danışmanı & Eğitim Koçu

Bilmediğimiz şeyden kaçınıp karar mekanizmalarını ilkel beynimize bırakırız. İşte şu an koronavirüs pandemisi için toplumsal önlemler hakkındaki bilinmezleri bilinir kılmalıyız. Bu noktada bulaşıcılığı engellemek, önlemek adına gençlerin farkındalığını artırmak çok değerli. 

Her birisi 125 nanometre büyüklüğündeki koronavirüs, 27 Aralık 2019 tarihinden beri 12.7 km çapındaki gezegenimizi etkisine aldı, nasıl ironik değil mi? Lorenz’in Kaos teorilerinden olan “kelebek etkisi”nin ne anlama geldiğini hep birlikte yaşayarak deneyimliyoruz. Ülkemize uzaklığı yaklaşık 7 bin km olan Çin Halk Cumhuriyeti’nin Wuhàn şehrindeki tespit edilen koronavirüs, haftalar içinde pandemik soruna dönüştü. Fransa Sağlık Direktörü Jérôme Salomon’un belirttiği gibi: Virüs dolaşmıyor, dolaşan insanlar!

TOPLUM 5.0 VE İLKEL BEYİN YARIŞI

200 bin yıl önce Afrika savanalarında başlayan gezintimiz, bugün dünyanın her yerine dağılmış olarak devam ediyor. Yıllar öncesinde en büyüğü 100 kişilik olan kabile halinde yaşarken, 2020 yılında 7.5 milyar kişilik büyük bir grup olarak yaşıyoruz. Tekerleğin icadı ile başlayan teknoloji gelişiminde buhar makinesi, elektrik, bilgisayar ve siber teknoloji ile “Endüstri 4.0”a ulaştık. Gelişim devam ediyor ve artık toplum 5.0, yani avcı-toplayıcı atalarımızdan “Süper Akıllı” topluma dönüşüyoruz. Oysa Yuval Hariri’nin belirttiği üzere, beslenme zincirinin en üstüne o kadar kısa sürede çıktık ki, beynimizin ilkel bölgesi olan limbik sistem halen buna inanmıyor. Hayatta kalmak için avcı-toplayıcı grup halinde yaşamamız gerektiğini düşünen beynimizdeki limbik sistem bölgesi henüz evrimini, gelişimini tamamlamadı.

Toplum 5.0 olduk, cebimizdeki bir cihaz ile dünyanın diğer tarafındaki bilgiye anında ulaşabiliyoruz ve limbik sistemimiz ışık saçarak şu sorulara cevap arıyor: “Ne oldu, ne olmuş, bize ulaşmış mı, hangi ülkede, kaç kişi olmuş, ne zaman, nereye gelmiş, kim ne demiş?” İyi ki limbik sistemimiz halen bu ilkel sorulara cevap arıyor. Temel güven duygumuzun sarsıldığı anlarda tek bir amacı var ilkel dürtülerimizin: Hayatta kalmamız! Duygu ve içgüdülerimizi kontrol eden bu beyin bölgemiz, en son teknoloji ile her yerden bilgiler edinerek neler olduğu konusunda ön beyin prefrontal bölgemizi rahatlatmak istiyor. İşte bu sebeple tüm iletişim kanallarında ve sosyal medya aplikasyonlarında, ne olacağını bilmediğimiz olaylar hakkında gelişmeleri dakika dakika takip ediyoruz. En güncel bilgiler, enfekte olan insan sayılarını ülkeler bazında takip ediliyor. Hele bir de buna sosyal medyanın önlenmesi çok zor olan “bilgi kirliliği” eklenince belirsizlik ortamı yerini korku ve paniğe sürüklüyor. “Bir arkadaşımın yakını şu hastanede görevli, bak şu mesajı göndermiş!” diye başlayan, iletilerle doluyor mesaj kutularımız.

Tüm bu bilinmezlikler içinde ilkel beynimiz çıldırmak üzere. Ne yapacağını, hangi yanıtı oluşturması gerektiğini bilmiyor!

Olağanüstü Durum 

Bizlere iletilen mesajlar evde durmamız, hiç dışarı çıkmamamız, okula ve işe gidilmemesi yönünde. Seyahat etme, dışarı çıkma, eve kapan, bekle! İyi de tüm bunlar nasıl olacak? Bu yapmamız gereken sağlık tedbirlerine toplum olarak ne kadar hazırız? Ekonomik sonuçlarını biliyor muyuz? Tamam bir gün gelecek, bu karantina tedbirleri rahatlayacak, pandemi sona erecek. Peki, sonrasında bizi nasıl bir dünya bekliyor? Bilinmezlik durumu devam ettiği sürece, duygu ve düşüncelerimizin kontrolünde direksiyona ilkel beynimiz geçme eğiliminde olacaktır. 

Unutmayalım ki ilkel duygularımız, rasyonel gerçeklerin önüne geçme eğilimindedir.

Grup davranışını takip edersek iyi ve güvende hissederiz. Sadece 1 ekmek ve 1 yoğurt almak için girdiğimiz markette, 10 kişinin rafları boşalttığını görecek olsak bu durum ilkel beynimizdeki şu mesajı verir: Sana kalmayacak, hemen harekete geç! Asch deneyi göstermektedir ki sosyal uyum baskısı, özgür irade ve bilinçli farkındalık ile karar vermemizi yarı yarıya belirlemektedir. Gestalt yaklaşımına göre, karar alma beyin bölgemiz kalan eksik parçaları tamamlayarak, bütüne odaklanmamızı sağlıyor. Market yağmalanıyor, ürün kalmayacak, yenisi gelmezse, aç kalırsam? En iyisi ben de alayım şu makarnaları! Bir anda kendimizi anlamlandırmadığımız şekilde market arabasını doldururken bulabiliriz. 

Panik Yarar Sağlamaz! 

Şu an öncelikle sakin kalmalıyız! Önce durmalı, düşünmeli ve organize olmalıyız. Sonra bir daha düşünmeli ve diğerlerine sormalıyız, böylece fikir ve duygu alışverişinde bulunmalıyız. İşte tam da bu çözüm noktasında devreye davranış ve söylemleri ile halkın örnek alacağı seçilmiş kişiler girmelidir. Market alışverişinin nasıl bir intizam içinde yapılacağını, el yıkamanın önemi ve nasıl yıkanacağını, yani hangi duygulanım ile nasıl davranacağımıza örnek olacak rol modellere ihtiyacımız var. 

Çözüm Bilinir Kılmak

Bilmediğimiz şeyden kaçınıp karar mekanizmalarını ilkel beynimize bırakırız. Öyle ya, kolektif bilinç dışı aktarımlarla binlerce yıllık hatıraya sahip ve bizi yaşamda tutuyor. İşte şu an koronavirüs pandemisi için toplumsal önlemler hakkındaki bilinmezleri bilinir kılmalıyız. Farklı toplumsal kesimlerinin ortak kabul ettiği sanat, edebiyat ve spor dünyasından seçilecek kişiler, Türkiye YouTube dünyasındaki fenomenler ile bilgilendirici videolar yapmalıdır. Sağlık tehditleri kendi yaşamlarını riske soktuğu için orta ve üst yaş grubundakiler alınması gereken önlemlerin zaten farkında. İşte bu noktada bulaşıcılığı engellemek, önlemek adına gençlerin farkındalığını artırmak çok değerli. 


Türkiye YouTube sadece ilk 10 fenomenin kanalları aylık 1.2 milyar kez izlenmektedir. (Kasım 2019 YouTube VidIQ verisi). Toplum 5.0’ın ne olduğunu anlayacağımız, sağlık dolu günler diliyorum.

KORONA GÜNLERİNDE İŞTEN ÇIKARMALAR

 DR. ENGİN ÜNSAL


Girne Amerikan Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi

Kötü yönetilme nedeni ile dibe vurmuş ekonomimize bir darbe de koronavirüs salgınından geldi. Kırılgan ekonomik yapısı nedeni ile kaynaklarını israf etmiş, gelen yabancı sermayenin getirdiğinden daha fazlasını götürmesine izin vermiş ülkemizin bu salgından ekonomiyi ve toplumu nasıl koruyabileceği tartışma konusudur. Çünkü koronovirüs ile mücadelenin faturası çok ağırdır ve Türkiye’nin bu mücadele için ayırabileceği kaynakları yok denecek kadar azdır. Sorun para basma yolu ile çözülmeye çalışılırsa durum daha da altından kalkılamaz konuma gelebilir ve devlet iflasını ilan ederek bir zamanlar o borç vermekle öğündüğü IMF’nin kapısını çalmak zorunda kalabilir, bu da AKP’nin elbette sonu olur.

Bizim bu yazıda üzerinde durmak istediğimiz işçi sınıfının, memurların ve esnafın korona günlerinde nasıl ayakta kalabileceklerini irdelemek. Devletin bekası bakımından memurların işlerini kaybetmeleri söz konusu olmayacaktır ama esnaf ve işçi bu salgın nedeni ile eğer önlemler alınmazsa, büyük bedel ödeyecektir. 

Salgın nedeni ile ürünlerine talep düşen işyerleri, Cumhurbaşkanlığı genelgeleri nedeni ile kapatılan işyerleri, uzun süreceğe benzeyen salgına karşılık olarak çareyi ya işyerlerini temelli kapatmada ya da toplu işçi çıkarmada arayacaklardır. 4857 sayılı yasa bu konuyu 25/3 ve 29. maddelerinde düzenlemiştir. 25. madde işçiyi bir haftadan fazla çalışmaktan alıkoyan bir mücbir sebebin varlığı halinde işveren, işçiyi haklı nedenle derhal işten çıkarabilecektir. Bu durumda işçinin yasal hakları saklı kalacaktır. 29. madde işvereni ekonomik nedenlerle toptan işçi çıkarmak istediğinde bunu işçi sendikasına, bölge müdürüne ve Türkiye İş Kurumu’na bildirmekle yükümlü tutmuştur ama kapatmayı yasaklamamıştır.

Bu düzenlemenin haklılığı savunulamaz, çünkü çıkarılan işçinin geleceği düşünülmediğinden ekonomik olarak ayakta kalması söz konusu değildir. İşverenler işçilik haklarını böyle durumlarda ödemekte isteksiz davranacak ve işçiler arabuluculuk sisteminden başlayarak uzun bir yargı sürecini göze almak zorunda kalacaktır. Zaten parasız olan işçinin bu pahalı yolları denemeye zorlanması insaf ölçülerini aşan bir davranış olacaktır. İşsiz kalan işçilerin İşsizlik Sigortası’nın 4447 sayılı yasanın 49-50. maddelerine göre alacağı işsizlik ödeneği son dört aylık ortalama kazancının yüz 40’dır. Bunu alabilmesinin şartları da çok ağırdır. İşçinin çıkarılmadan önceki 120 gün çalışıp prim ödemiş olması gerekir. Eğer 600 gün prim ödemişse ancak 180 gün süre ile işsizlik ödeneğinden yararlanabilecektir. Ya sonrası?

Bir Öneri

İşverenlerimiz kolay işçi çıkarmakla özellikle bu özgürlüklerini sendikalı işçilere karşı kullanmakla cömerttir. İşsizliğin böylesine yüksek olmasının bir nedeni de budur. İşverenlerimiz salgını bahane ederek mevcut çalışanlarını çıkarmakta bir sakınca görmeyecek ve yerlerine derhal kayıt dışı çalıştıracakları göçmen işçileri alacaklardır. Bu çirkin yola gitmeden her iki tarafı memnun edecek bir çözüm bulunabilir. Aile ve Çalışma Bakanlığı her ilde  uzmanlardan oluşan bir İşletme Komitesi kursun ve işçi çıkaracak veya işyerini kapatacak olan işverenlerin bu komiteye başvurarak bir ön izin alması sağlansın. Toptan kapanmanın ve işten çıkarmanın sayısına, süresine komite ile işveren  birlikte karar versin. İşsiz kalan işçilerin işsizlik ödeneği alamayacak olanlarına İşsizlik Sigortası Fonu’ndan çıplak ücretleri kadar ödeme yapılsın ve süre sonunda durumu yeniden gözden geçirsinler. Bu durumda çıkarılan işçiler işyerinin kadrosunda kalmaya devam edecek, salgın bittiğinde çıkarılanlar işlerine dönecek, işveren de yetenekli eski işçilerini kaybetmeyecek. Cumhurbaşkanlığı’nın açıkladığı bazı önlemler zaten işverenlerin önemli bazı ödemelerini karşılayacağı ya da rahatlatacağı için işverenler için hiçbir kayıp söz konusu olmayacaktır.

Daha Tehlikeli Olabilir

İşsizlik rakamları kesin değildir, ama ülkemizde 4-6 milyon arasında işsizin olduğu var sayılmaktadır. Eğer yukarıda değindiğimiz önlemler alınmazsa bu sayı çok tehlikeli boyutlara ulaşabilir ve toplumun esenliği çok ciddi bir tehlike altına girebilir. Aç kalan, çaresiz kalan, işsiz kalan insan ne yasal önlemleri ne etik değerleri kesinlikle dinlemez ve toplum güvenliği için büyük bir tehlike oluşturulabilir. İşsizlik Fonu’nda yakın zamana kadar 150 milyar lira vardı. Bu para GAP için, işverenlerin eğitimi için ve başka bilemediğimiz yerler için cömertçe harcandı. Gün, bu paranın gerçek ihtiyaç sahiplerine, varlığını borçlu olduğu işçilere harcama günüdür. Açıklanan ekonomik tedbirlerde işçiler fena halde ıskalanmıştır. Onların işten çıkarmaları önerdiğimiz yoldan önlenirse, işten çıkarmalar yasaklanırsa Cumhurbaşkanı toplumsal huzur için önemli bir adım atmış olur.   



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları