Deprem

27 Ekim 2011 Perşembe

Vanda taş-beton-demir yığınlarının altından yükselen çığlıkları duyuyor musunuz? Bir deneyin. Önce tek çığlığı yakalamaya çalışın... Sonra ikisini-üçünü ve hepsini.

Yine mi başaramadınız; kendinizi o enkazların altında hissedin, kenetlediğiniz ellerinizle başınızı dizlerinize doğru bastırın, öyle ki kurtuluşunuzun olanaksız olduğu bir durum yaratın ve sonra çığlık atın. Sesinizi duyan yok mu, birileri duyuncaya kadar bağırın, bağırın, bağırın... Yalnızlığınız aksın damarlarınızda.. Acınız, yaralarınız, hayatınız, önem verdiğiniz her şeyiniz, eğer kurtulursam diye milisaniyeler içinde kendinize verdiğiniz sözleriniz. Sonra yine çığlık atın ve hayatınızın damarlarınızdan ölüme akıp gittiğini duyumsayın..

Hoşunuza gitmedi mi? Ama, karşı karşı kalma olasılığınızın hayli yüksek olduğu böyle bir durumu, o an değil, bu an yaşamanın bedeli, unutmayalım ki sıfır... Kaybedeceğimiz bir şey yok. Ama belki birilerimizin hayatını köklü değiştiren deneyim olabilir bu. Hem kendimiz hem enkaz altındakiler için..

***

Özenle dayayıp döşediğiniz, iyi güzel kötü günlerimizin akıp gittiği evlerimizin, ani bir sarsıntı ile birer ölüm kapanına dönüşebileceğini düşünmeyiz.

Çünkü biz, Evrimin, o anı yaşayan yaratıklarıyız.

Kısa vadeli, o anın sunduğu çıkarları yakalamaya, tüketmeye, hazzını çıkarmaya, ele geçirmeye, biriktirmeye, o ana sahip olmaya çalışan yaratıklar...

Hayatta kalmak ve yaşamak, esas o an ile ilgilidir.

İçgüdülerimiz bizi o anı yaşamaya zorlar.. Çünkü Evrim o andan bir çıkar umar, bekler..

O annedir?

O an, bireyin kendi biyolojik-psikolojik-toplumsal varlığına katmaya karar verdiği noktadır.. O an, belki gerçekten o andır. O dakika, o saat yaşanması, yapılması gereken.

Belki biraz daha uzundur; mesela, o an, evlerin ancak bir deprem zamanında yıkılacağını bilen yapsatçının bilerek çalma çırpma zamanıdır.. Ona onay veren yetkilinin cebine attığı kısacık zamandır. Dükkânın kolonlarını kesen ev sahibinin kararıdır; mekânı bilerek kiralayan veya satın alanın ve çok yaygın olarak insanların deprem olacak daaa dediğimiz andır...

O an, kaçamak bir aşktır veya o kısa cinayet anıdır; o an bir intihar da olabilir, her şeyi yakıp yıkma da. Köklü ani değişiklik de o andır..

O an, büyük risk kararıdır; her şeyi kaybettiğin veya kazandığın zaman dilimidir..

O an, mutlaka kendi varlığına kattığın bir değerdir, ekstradır, fazlalıktır, evrimsel bir seçimdir.

***

Biz o anı, “Carpe diem diyerek mutlaklaştıran, üzerine şiirler yazan varlıklarız.

O an, kâr anıdır!.. O an, ekonomidir, o an herkesin yararlanacağı varsayılan zamandır..

Ölümle kalım arasındaki bireyin raslantısal hayatının seçimidir, o an.

Çünkü birey (için yarın - o ant dışında) hem yoktur hem vardır.

***

Tamam birey böyledir, o anın insanıdır..

Toplum, büyük organizma, büyük sistem, sürekliliği sağlayan bütün kurumsal yapılar,o aniçin kurulmamışlardır.

Hayat sürekli bir ekonomidir, her türlü biyolojik psikolojik toplumsal mal ve hazzın alınıp satıldığı ve tüketildiği büyük markettir.

Birey orada o anı yaşarken sistem, geniş ve gelecek düşünen bir beyindir.

Ama hayır, bizde politika, politik sistem de o anın tüketicisidir, sunucusudur, onaylayıcısıdır...

O anı yaşayan iktidarlar, belediye başkanları, yönetimler..

Bireye de o anı yaşatırlar.

Böylece, o an, enkaz altında başını uzatarak hayata bakan ve yolda ölen Yunus olur...

Enkazdan yükselen, çığlıklarını duyamadığımız insancıklara dönüşür o an.

Başınızı dizlerinize kapaklayın, o anı düşünün, alabildiğinize bağırın..

O anı, bir de böyle duyumsamaya çalışın...

Merak etmeyin bir şey olmaz size, yaptığınız da Evrim'in koruyucu mekanizmasıdır, farkında olmadığımız...

 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları