Örsan K. Öymen

Hukukta tutarlılık

28 Şubat 2019 Perşembe

Hukukun ihlal edilmesine yönelik tepki, söz konusu ihlalin mağdurunun siyasi görüşüne göre verilmez. Kişinin siyasi görüşü ne olursa olsun, ortada bir hukuk ihlali varsa, ona tepki vermek ve o hukuk ihlalini sorgulayıp eleştirmek, hukuk devletine inanan her vatandaşın sorumluluğudur. Bir hak ve hukuk ihlalinin gerçekleşip gerçekleşmediğinin ölçütü, söz konusu ihlalin mağduru olan kişinin siyasi görüşlerine katılıp katılmamak olamaz. Hukuk, herkes için gerekli olan bir mekanizmadır. Hukukun temeli kin ve nefret değil, ilkelerdir. Hukukta tutarlılık ve ilke önceliklidir.
Devletin, Fethullah Gülen’e bağlı kumpas, iftira ve darbe çetelerine ve terör örgütü PKK’ye karşı mücadele vermesi en doğal hakkıdır. Devlet bu mücadeleyi sonuna kadar vermelidir. Ancak devlet bu mücadeleyi anayasaya, yasalara ve hukuk devletine uygun bir biçimde yürütmelidir. Aksi halde bu mücadelenin ciddiyeti kalmaz.
Gazeteci-yazar Can Dündar’ın sürgünde yaşamak zorunda kalması, eşi Dilek Dündar’a yurtdışına çıkış yasağı konması, gazeteci-yazar Ahmet Altan, gazeteci-yazar Nazlı Ilıcak, yazar-öğretim üyesi Mümtazer Türköne, iş adamı Osman Kavala ve eski CHP Milletvekili Eren Erdem’in halen hapiste olmaları, hükümetin ve yargının bir an önce çözüme kavuşturması gereken konulardır.
Yargı, bu konularda bir karar verirken, casusluk faaliyeti, terör örgütü üyeliği ve darbe örgütçülüğü ile anayasal bir hak olan düşünce, ifade, yayın, toplanma ve gösteri yapma özgürlüğünü ayırmalıdır. Fethullah Gülen çetesiyle yıllarca işbirliği yapmış olan onlarca AKP’li siyasetçi halen serbest iken, söz konusu gazetecilerin ve yazarların hangi gerekçeyle hapiste oldukları kanıtlarıyla ortaya konmalıdır.
Can Dündar’ın, Ahmet Altan’ın, Nazlı Ilıcak’ın, Mümtazer Türköne’nin medya ve yayıncılık ahlakına ve ilkelerine aykırı birçok çalışma içinde bulundukları kesindir. Ancak bu, yasalara ve hukuka göre, hapis cezası gerektiren bir durum değildir. Günümüzde serbest olup medya ve yayıncılık ahlakına ve ilkelerine aykırı birçok çalışma içinde bulunan yüzlerce gazeteci ve yazar bulunmaktadır. Basın konseyleri ve gazetecilik cemiyetleri bu tür faaliyetlere yönelik üyelikten çıkartma, kınama, meslekten çıkartma gibi çeşitli cezaları zaten verir. Bu tür kişiler için meslek yaşamlarındaki itibar kaybı zaten onlar için en büyük cezadır.
İş adamı Osman Kavala ve sanatçı Mehmet Ali Alabora gibi belli başlı kişiler için yeni hazırlanan iddianamenin de bir hukuk ucubesi olduğu anlaşılmaktadır. İddianamede toplanma ve gösteri yapma hakkını tanıyan anayasanın 34. maddesi yok sayılmış, “Gezi” olarak bilinen protesto eylemleri bir suç eylemi olarak tanımlanmıştır.
İçişleri Bakanlığı’nın kendi açıkladığı verilere göre milyonlarca vatandaşın katıldığı, camlara, arabalara zarar verenlerin binde biri bile bulmadığı “Gezi” eylemleri, kriminal bir olay gibi gösterilmiş, polisin onu aşkın vatandaşı katlettiği, binlerce vatandaşı yaraladığı gerçeği örtbas edilmiştir. Ayrıca “Gezi” eylemlerine yüzlerce aydın, sanatçı, yazar, gazeteci, akademisyen, bilim insanı, iş insanı, öğrenci, avukat, doktor katılmışken, birkaç kişi cımbızlanarak seçilmiş, yaklaşık yedi milyonluk bir hareketin arkasında, birkaç kişinin olduğu izlenimi verilmiştir.
CHP’li Eren Erdem konusu ise başından beri ne olduğu belli olmayan bir başka ucube yargı sürecidir. Eren Erdem hakkındaki iddianın ne olduğunu bile daha kimse doğru dürüst anlayamamıştır.
Franz Kafka’nın romanlarında karşımıza çıkabilecek olan bu tür saçma yargı süreçlerinden Türkiye bir an önce kurtulmalıdır. FETÖ’ye ve PKK’ye karşı ciddi bir mücadele ancak böyle olanaklıdır.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları