Örsan K. Öymen

Sokakta kalan sorular

10 Ocak 2022 Pazartesi

Göreve başlamadan önce anayasaya bağlı kalacağına dair TBMM’de namusu ve şerefi üzerine yemin eden AKP Genel Başkanı ve “CumhurbaşkanıRecep Tayyip Erdoğan, anayasayı yine ihlal etti. 

Anayasanın 34. maddesinde “Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir” ifadesi yer alırken, Erdoğan, AKP genişletilmiş il başkanları toplantısında şu açıklamayı yaptı: 

Utanmadan sıkılmadan sokaklara döküleceklermiş, meydanlara döküleceklermiş. Siz 15 Temmuz’u görmediniz mi? Nereye dökülürseniz dökülün; 15 Temmuz’da sokağa dökülenlere bu millet nasıl dersini verdiyse, siz de dökülün, siz de aynı dersi alırsınız. Cumhur İttifakı olarak hepinizi önümüze katarız ve gideceğiniz yere kadar kovalarız.” 

Ortada, silahlı ve saldırılı toplantı ve gösteri yürüyüşü yapılmasını ve darbe girişiminde bulunulmasını öneren kimse olmadığına göre, Erdoğan’ın bu açıklaması, anayasanın 34. maddesinin yok hükmünde sayılması, anayasal hakkını kullanan vatandaşların darbeci yerine konulması anlamına gelir!

***

Dünyanın tüm demokratik ülkelerinde, protesto gösterileri yapmak temel bir haktır. Bu hak sadece diktatörlük rejimlerinde uygulanmaz. 

Erdoğan’ın bu açıklamayı yaparken, meşru olan “Gezi” protestoları yerine, gayri meşru olan 15 Temmuz darbe girişimini örnek göstermesi de gariptir. 

15 Temmuz darbe girişiminde bulunan Fethullah Gülen çetesiyle, o darbe girişiminin mağduru olan AKP hükümetinin ortak yanı, ikisinin de demokratik, laik hukuk devleti yerine, teokratik bir monarşi kurmak hedefine sahip olmalarıdır. 15 Temmuz, demokrasi düşmanlarıyla demokrasi taraftarlarının mücadelesi değildi, demokrasi düşmanlarının kendi içindeki bir mücadelenin sonucuydu. 

Nitekim, FETÖ olarak da anılan Fethullah Gülen çetesinin, AKP iktidarı döneminde, AKP’nin koruması ve kollaması altında, demokratik laik hukuk devletini yıkmaya yönelik girişimlerini, AKP hükümeti, FETÖ ile yolları ayırdıktan sonra da sürdürdü. 

Ergenekon”, “Balyoz”, “OdaTV”, “Casusluk” gibi sahte yargı süreçlerinden ve kumpaslarından sonra, devreye başka sahte yargı süreçleri ve kumpaslar girdi: 31 Mart İstanbul belediye seçimleri hukuka aykırı bir biçimde iptal edildi; emekli askerler ve komutanlar 28 Şubat darbe iddiasıyla tutuklandılar; işadamı Osman Kavala, eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, CHP milletvekili Enis Berberoğlu, CHP PM üyesi Eren Erdem, gazeteciler Barış Terkoğlu, Barış Pehlivan, Müyesser Yıldız, Murat Ağırel tutuklandılar; Montrö ve TSK içindeki laiklik karşıtı hareketler konusunda açıklama yapan emekli amiraller darbe girişiminde bulundukları iddiasıyla gözaltına alındılar, haklarında hapis cezası istemiyle iddianame hazırlandı. 

Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar; anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler. Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz” ifadesinin yer aldığı anayasanın 138. maddesi ihlal edilerek kumpas kurmak, FETÖ’ye özgü değildir, AKP de bu sürecin bir parçasıdır.

***

Bu bağlamda, 15 Temmuz darbe girişimini gündeme getiren Erdoğan’ın, konu açılmışken şu soruların yanıtlarını da vermesi yararlı olacaktır: 

ABD Fethullah Gülen’i neden Türkiye’ye iade etmemektedir? Zekeriya Öz ve Adil Öksüz gibi FETÖ’nün önde gelen isimleri neden Türkiye’ye iade edilmemektedir? AKP hükümeti bu konuyu neden gündeminden düşürmüştür? Fethullah Gülen’in, Zekeriya Öz’ün, Adil Öksüz’ün Türkiye’ye iade edilmeleri ve Türkiye’de yargılanmaları durumunda, mahkemedeki açıklamalarından ve itiraflarından en çok zarar görecek olanlar kimlerdir? Bu açıklamalardan ve itiraflardan en çok zarar görecek olan ABD, Avrupa Birliği ve AKP midir? Bundan dolayı, ABD, AB ve AKP arasında, Fethullah Gülen’in ve yakın çevresinin Türkiye’ye iade edilmemesi konusunda, gayri resmi gizli bir anlaşma mı sağlanmıştır?



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları