Yazılımla Atağa Geçmek Yerine Rantı Seçmek...

25 Aralık 2013 Çarşamba

Büyüme stratejisini inşaat üzerine kurarak devasa bir şantiyeye dönüşen Türkiye, yolsuzluk dosyaları, kayıt dışı, rant, rüşvet sarmalında debelenirken buluştuk Lütfi Yenel ve Müjdat Altay ile. İkisi de yıllardır yüksek teknoloji alanında kafa yoran mühendis ve yönetici.
Lütfi Yenel, önce Vestel ardından uzun yıllar Fransız Alcatel-Lucent Türkiye’nin yönetim kurulu başkanlığını yaptıktan sonra emeklilik zamanı gelince, profesyonel yöneticilikten ayrılan, ancak bu kez girişimciliğe soyunan bir isim. Telekomünikasyon servis sağlayıcılarının ihtiyacına yönelik yenilikçi çözümler üretmek amacıyla 2007 yılında Kron’u kurdu. Hedefi, önce bölgesel sonra küresel bir şirket haline gelmekti. 5 kişi ile başladı, ama 6 yıl gibi kısa sürede işi geliştirerek 50 kişilik bir ekiple hem Türk Telekom, Avea, TTnet gibi şirketlere hizmet vermeye hem de uluslararası ihaleleri kazanmaya başladı. Şimdi İstanbul’daki merkezin yanı sıra Ankara, Dubai ve İslamabad’da da ofisleri var. Yıllık cirosu şimdilik sadece 11 milyon TL. Kron, insana yatırım yaparak büyüyor; yüksek teknoloji ve mühendislik gerektiren ürünleriyle TÜBİTAK ve TTGV tarafından destekleniyor.
Müjdat Altay, Netaş’ın genel müdürü. Netaş, Türkiye’nin bilişim teknolojileri alanında öncü şirketlerinden. 700 kişilik bir Ar-Ge ekibi ile savunma sanayi başta olmak üzere birçok alanda yazılımlar ve sistem entegrasyonları üretiyor.
İkilinin yolu stratejik bir işbirliği doğrultusunda kesişti ve Netaş, Kron’un A grubu hisselerinin yüzde 10’unu satın aldı. “Kron kendi alanında mücevher gibi parlıyordu” diyen Altay bu güç birliği ile Kron’un telekomünikasyon yazılımında küresel bir marka haline geleceğine inandığını söylüyor.
Evet, konu yazılım. Hem Yenel hem Altay’ın ifadesiyle Türkiye’yi atağa geçirebilecek yegâne konu. Ancak ne yazık ki bir türlü önemsenmeyen, bir türlü gündeme giremeyen... Altay’ın “bundan 9 yıl önce kimseye hatta TÜBİTAK’a bile yazılımın bir Ar-Ge olduğunu kabul ettirememiştik” sözleri ise acı gerçekler. OECD’nin incelediği 44 ülke arasında ihracatında Yüksek Teknoloji”ni payının en düşük olduğu ülkeyiz. Binde 4.5 ile.
Oysa donanım için, cep telefonları, tabletler, yüksek teknoloji ürünleri için avuç dolusu paralar saçan bir ülkeyiz aynı zamanda
FATİH projesi örneğin. Adı üstünde: Eğitimde Fırsatları Arttırma ve Teknolojiyi İyileştirme Hareketi.
“Ama fırsat değerlendirilemedi diyor Altay ve ekliyor “öğrencilere dağıtılan tabletlerin arkasında 1 milyar dolarlık yazılım var ve bir kez bile ihaleye çıkılmadı. Gerek içerik, gerek öğrenci yönetimi yazılımlarında yerli şartı aransaydı, diğer ülkelere bile kendi modelimizi kendi markamızı ihraç ederdik.”
Sohbet dönüyor dolaşıyor devletin yerli yazılım kullanılması konusunda öncü rol üstlenmediğinde düğümleniyor. Ar-Ge’ye verilen teşvikin artmış olması önemli ancak iş bununla bitmiyor. “İnsan kaynağımız da var” diyor Yenel, “pırıl pırıl mühendisler, çantasını kapıp Rusya’ya Çin’e koşan yazılımcılarımız mühendislerimiz var ama orkestra şefliği eksik” diye sürdürüyor
Savunma Sanayi’nde yerli şartını arttırılması ile 2003 yılında yüzde 24’lerde olan yerli payı yüzde 51’e çıkmış. Demek ki başarıyor bizim mühendisimiz. Peki, kamu ihalelerinde “yüzde 15 pahalı olsa dahi yerli yazılım teşvik edilecek” kararı neden hâlâ kâğıt üzerinde. Neden Bankacılık yazılımında Türkiye dünyaya örnek oluyor ama dünyaya yazılım satamıyor? Neden biz de göğsümüzü gere gere bizim de küresel şirketlerimiz dünyaca ünlü markalarımız var diyemiyoruz. Türkiye ile aynı dönemde ekonomisini geliştirmeye başlayan Güney Kore’nin markaları dünyayı sarsıyor oysa. Çin hatta Hindistan bile yüksek teknoloji ihracatında bizden önde.
Geliyor geliyor “zihinsel eşiği aşabilmek” konusunda tıkanıp kalıyoruz. Bunu bir türlü aşamıyoruz. Öyle olunca da işin kolayı seçiliyor. İnşaat, kentsel dönüşüm, talan, imar planları değişiklikleri, rüşvetler, rant...
Öyle değil mi sizce de?



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Biz modern insanlar... 12 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları