Şahin Aybek

Eğitimimizin sorunlarının önem sıralaması nasıl olmalıdır?

16 Ağustos 2022 Salı

Eğitimci Gökhan Atik ile eğitim sorunlarımızı ve önem sıralamasını konuştuk…

Hocam eğitim sorunlarımızın önem sıralamasının nasıl olması gerektiğini düşünüyorsunuz?

Eğitim, bu ülkede üzerine en çok kişinin en çok konuştuğu konular arasında belki de en ilk sırada yer alır. Ancak eğitime bakışın çoğu ya ideolojik, ya geleneksel ya da şaşıdır. Bu sebeple eğitime dair gerçek sorunların tespiti ve çözüm üretimi imkansıza yakındır. İşte tam da bu sebeple resmîn içinden çıkıp ona uzaktan bakmak daha sağlıklı veriler elde etmemizi sağlayabilir. Çünkü uzun zamandır siyasetin domine ettiği, kutuplaştırdığı eğitimcilerin eğitime tek odak üzerinden baktıkları hiç kimsenin yadsıyamayacağı bir gerçektir ki bu da bir körlüğe neden olmaktadır. Bu körlük halinden çıkıp eğitime tıpkı bir fotoğraf makinesinin vizöründen bakar gibi baktığımızda eğitimimizin sorunlarının önem sıralamasının şöyle olması gerektiğini düşünüyorum:

- Nitelikli eğitime eşit ve adil erişim.

- Öğretmenlik sorunu ki bu sorun, atama, özlük-hukuk, mali haklar ve son eklenen uzman / başöğretmenlik sınavı perspektifinden okunmalıdır.

- İçerik ve ihtiyaçlar sorunu.

- İdeolojik ve yönetsel (liyakat) sorunlar, sendikal örgütlenmede çifte standart.

Cumhuriyetten günümüze hedefimiz olan nitelikli eğitime adil ve eşit bir erişim sağlanmış mıdır?

Cumhuriyet sonrası özellikle 'Köy Enstitüleri' uygulaması ile ülkenin tüm bölgelerinde ayrım yapmaksızın nitelikli eğitime eşit erişim murad edilmiştir. Köy Enstitüleri’nin kuruluşuyla birlikte okul, mekânsal olarak erişilebilir olmaya başladığı gibi eğitim de buralarda görev yapan öğretmenlerin donanımları ve çabaları sayesinde nitelikli bir hale dönüşmüştür. Kapatılacakları tarihe kadar muazzam bir etki yarattıkları gibi bu etkileri, yaptıkları ve yapması muhtemel olan şeyler de günümüzde hala çok sıcak bir şekilde konuşulmaktadır. Burada vurgulamak istediğim asıl şey, dönemin kamu idaresinin ülkemizin kılcal damarlarına kadar nitelikli bir eğitimi ulaştırma niyeti ve çabasıdır. Aradan 70 yıl geçmesine rağmen bugün bahsettiğimiz nitelikli eğitime adil ve eşit erişim sağlanabilmiş midir?  

Yanıt veriyorum: Hayır!

Şimdilerde normal işleyişinde bile bu eşitlik sağlanamadığı gibi Covid 19 Pandemisiyle oluşan kriz durumlarında da bu eşitsizlik durumunun artarak sürdüğü net bir şekilde ortaya çıkmıştır. Büyük bir öğrenci kitlesi ve onlara hizmet vermeye çalışan öğretmenler uzaktan eğitimin gerçekleşmesine imkan veren araç, gereç ve donanım erişememiştir. 

Öte taraftan çeşitli adlar altında kategorize edilen okullarda bu eşitliği bozmuştur. Özellikle son 20 yılda eğitimde kapladığı alan hızla artan özel okullar da ‘’eğitimin iyisinin ve evrensel ilkelere uygun olanının’’ zengin bir zümrenin erişebildiği bir hizmete dönüşmesine neden olmuştur. 

Eğitime eşit ve adil erişim konusundaki bir diğer can yakıcı sorunumuz ise mevsimlik işçi olarak çalıştırılan ilkokuldan tutun da diğer her kademedeki öğrencilerdir. Bu öğrenciler daha nisan sonu mayıs başında okuldan ayrılıp sonraki eğitim öğretim yılının da ilk üç ayını kaçırarak kasım ayında geri dönmektedirler. Tüm bu eşitsizlikler çözülmeden eğitimin yukarıda saydığımız ya da saymadığımız hiçbir sorunun çözülmesinin mümkün olmadığını düşünüyorum.

Hocam gelelim ikinci sorun alanı dediğiniz öğretmenlik konusuna?

Diğer önemli bir sorun alanı ise öğretmenliktir. Eğitim fakültelerinden mezun olup atanıncaya kadar geçen süreç yeniden tasarlanmaya muhtaçtır. Öğretmenlik çok özel bir alandır. Bu sebeple bir genci, eğitim fakültelerine alınırken, fakültede yetiştirilirken evrensel pedagojik uygulamaları esas alan bir yaklaşım sergilenmelidir. Şöyle ki ben kendimi eğitim fakültesinden mezun olduğumda çırılçıplak ve donanımsız hissettim. Böyle hissetmemin asıl sebebi Türkiye’nin en iyi eğitim fakültesinde okumama rağmen aşırı bir teorik yığın altında kalıp hiçbir uygulamayı katılmamamdandır. Bu sebeple, sahadaki ilk günden itibaren ilk beş yıl yeniden öğrenmeyle geçen zorlu bir zaman oldu. Eğitim fakültesi dışındaki bölümlere pedagojik formasyon verilerek öğretmen devşirilmesi de eğitimimizin ciddi sorunlarından biridir. Yüz binlere varan atanamamış eğitim fakültesi mezunu varken bu uygulama hem yanlış hem de haksızcadır.

Sahadaki sorunlar ise daha başka. Öncelikle hali hazırda üç tip çalışma biçimi ile istihdam ediliyor öğretmenler. Ücretli, sözleşmeli ve kadrolu olmak üzere. Şimdi de daha önce denenip rafa kaldırılan uzman öğretmenlik ve başöğretmenlik uygulamaları ile öğretmene iki yeni biçim de istihdam edilme armağan edecektir. Böylelikle sahadaki çalışan öğretmen beş ayrı statüye sahip olacaktır. ‘’Bunun ne zararı var?’’ denebilir. Çok büyük bir zararı vardır. Öncelikle sahadaki barışı bozacaktır. Aynı ölçüde derse girip aynı kazanımları vermekle yükümlü, aynı uygulamaları yapıp aynı çıktıları elde eden öğretmenler hem farklı ücretlendirilecek hem de farklı düzeylerde prestijlere sahip olacaklardır. Durum böyle olunca önce öğretmenler arasındaki barış bozulacaktır. Ardından da öğretmen-veli, öğretmen-öğrenci ilişkileri de bozulacaktır. Ne sürece ne de çıktılara bir katkısı olmayacak olan bu uygulama sadece daha fazla polarizasyona sebep olacaktır. Özellikle son dönemde tam bir deneme tahtasına dönüştürülen pedagojik alana yapılmış en büyük kötülük, birçok öğretmenin karşı çıktığı uzman öğretmenlik ve başöğretmenlik sınavıdır. Ben eminim ki bu uygulamanın öğretmene, sahaya, öğrenciye katkısı olacağı konusunda öğretmenlerin bir inancı olsa bu uygulamaya dört elle sarılacaklardır. Ancak bunun olmayacağını kamu idaresi de biliyor, öğretmen de biliyor, eğitimin önemli bileşenlerinden biri olan velilerimiz de biliyor. Umarım tez zamanda bu yanlış uygulamadan vazgeçilir. Öte taraftan teorik yığınla, video içerikleriyle ve sadece çoktan seçmeli bir testle hiç uygulama yapmadan uzmanlık kazanılacağına inanmıyorum.

Özel okul öğretmenlerini nereye koyuyorsunuz?

Öğretmenlik bahsini konuşurken özel okul öğretmenlerinin durumlarından söz etmemek hem haksızlık hem de ikiyüzlülük olacaktır. Bugün sefalet koşullarında istihdam edilen özel okul öğretmenleri yetersiz sosyal güvenlik, yetersiz ücretlendirme ve baskılara maruz kalmaktadırlar. İşveren hali hazırda atanamayan daha doğrusu atanmayan 600.000 civarındaki yedek öğretmen ordusu ile çalışanlarını tehdit etmektedir. Özel okul öğretmenlerinin de istihdam edilmiş biçimleri ve güvenceleri en az devlet öğretmenlerinin düzeyinde olacak şekilde güvence altına alınmalıdır. Her geçen gün eğitimdeki payı artarak çoğalan özel okulların bu sorunu çözülmediği sürece sahada tam bir iyileşmeden söz edilemez.

Üçüncü önemli sorun dediğiniz içerik konusunu biraz açar mısınız?

Çok önemli diğer sorun ise içerik ya da müfredat olarak adlandırdığımız şeydir. Özellikle son dönemlerde coğrafyanın ve kültürün ihtiyaçları gözetilmek yerine trend eğilimler adı altındaki içerikler ithal edilmekte ve bu içerikler sentetik uygulamalarla dolaşıma sokulmaktadır. Burada bahsettiğim birçok uygulama gerçekten bir ihtiyaç olduğu için değil yukarıda da bahsettiğim gibi popüler uygulamalar olduğu için uygulanmak istenmektedir. Bunu da özellikle özel okullar yapmaktadır. Bu yaklaşım hem öğretmenlere aşırı bir yük hem de baskı olarak yansımaktadır. Eğitimin ihtiyaçları yerel ve bölgesel dinamiklere göre değişmektedir. Bu sebeple içerikler evrensel pedagojik ilkelere uygun bir biçimde yerel ve bölgesel dinamikleri kapsayacak şekilde düzenlenmelidir. Bu içerikleri uygun biçimde ihtiyaçlar karşılanmalıdır. Öte taraftan mekansal olarak okulların yeniden tasarlanması, eğitim mobilyalarının bütün okullarda aynı nitelikte olması gerekir. 

Son olarak da eğitime çok büyük darbe vuran ideolojik yaklaşımlar yönetsel sıkıntılar ve sendikal örgütlenmenin önündeki engellerden bahseder misiniz? 

Son saydığım üç faktör ilk bakışta eğitimin sorunu gibi gözükmeyebilir ya da belirli bir kesim bunu böyle görmeyebilir. Oysa tam da eğitimin orta yerinde duran ve onu şekillendiren ana faktörlerdendir bunlar. Okullardaki lâik anti-laik çatışması her geçen gün yeni yarılmalara neden olmaktadır. Bu iki kesim arasındaki çatışma iş yeri barışında zedelemektedir. Bununla birlikte yönetim kadrolarının liyakat esas almadan ideolojik yakınlık üzerinden oluşturulması da çok büyük bir sıkıntıdır. Liyakatsizlik eğitimin niteliğini aşağı çektiği gibi belirli kesim nerede mobbing olarak yansımaktadır. Yine aynı şekilde liyakat esasına göre değil de ideolojik esasla görevlendirilen yöneticiler kendi sendikalarının örgütlenmesinin önünü açtıkları gibi muhalif sendikaları engellemektedirler. Bununla da kalmayıp muhalif sendikaların üyeleri üzerinde baskı kurmaya çalışmakta yer yer mobing uygulanmaktadır.

Bu noktaya kadar eğitime dair birkaç sorunu anlatmaya çalıştım. Elbette ki sorunları tespit ediyor isek bunlara dair çözüm önerileri de sunmalıyız. Ben eğitimin siyasetler üzere olması gerektiğini düşünüyorum. Evrensel pedagojik ilkelere, çağın ihtiyaçlarına ve yerel kültürel dinamiklere uygun olarak planlanmış bir eğitim her seçim döneminde değişen hükümetlere göre değişmemelidir. Elbette ki yaklaşım farkları kabul edilebilir ve anlaşılabilir bir şeydir. Ancak tamamen yapboz tahtasına dönmüş olan bu sahanın başarı sağlanması imkansızdır. Bu sebeple ana gövdesi, ilkeleri, uygulama esasları belirlenmiş eğitim politikaları, belirli bir esneklik düzeyi ile kalıcı hale getirilmesi önemlidir. Bunlar oluşturulurken sahanın tüm bileşenleri masanın etrafında olmalıdır. Mutabakat ile oluşturulmalıdır.

Sevgili hocam değerli bilgileriniz için size teşekkür ediyorum. Türkiye Hepimizin, Eğitim Hepimizin...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları