Dilden Kültüre

10 Kasım 2014 Pazartesi

Siyasal İslam, beyinlerin yalnızca dışını kapatmıyor, dil ve kültür yoluyla içini de sarıp sarmalıyor.
Dil yoluyla kültürlenme, kullanılan Arapça sözcüklerle sınırlı kalmıyor; o sözcüklerin İslam tarihindeki yerleriyle birlikte düşünülmesi ve özümsenmesi isteniyor. Dicle kıyısındaki koyun-kurt imgeleminden muhalefetin AKP yağmacılığını Uhud Savaşı’nın mızraklılarının davranışına benzeterek eleştirmesine dek örnekler her gün çoğalıyor.
Siyasal İslamın kültür yüklü sözcük bombardımanı yoğunlaşıyor ve giderek diğer düşüncelere yer bırakmayacak biçimde egemen oluyor!

***

Yıllardır süregelen siyasal İslam ile kültürlenme, özellikle son bir yılda kullanıma giren kimi sözcük örneklerinin de kanıtladığı gibi iyice tırmanıyor.
Örneğin ensar sözcüğü, Suriye ve Irak’tan ülkemize göç etmek zorunda kalanların ensar anlayışıyla misafir edildiğini anlatmak için Cumhurbaşkanı ve Başbakan ikilisi tarafından özellikle kullanılıyor. Ensar, yardım eden demek. Ancak bu öyle sıradan bir yardım değil, Mekke’den Medine’ye göçü sırasında Hz. Muhammed’e yardım edenleri anlatıyor. Başbakan göçmenlere bize ensar olmayı bahşettiniz diye nutuk atıyor; bunlar halkın vergileriyle ensar oluyor!
Fıtrat; yaradılış, tabiat, mizaç anlamına geliyor. Son Soma ve Ermenek örneklerinde görüldüğü gibi sırasıyla 301 ve 18 insanın ölümünden, ülkeyi yönetenlerini, madenlerin sahiplerini ve işletmecilerini, yani sorumluları sorumluluktan kurtarmak istiyorsanız olayın fıtratında var diyorsunuz. Fıtratı bir de kader ile birleştirdiniz mi, artık rahatsınız; yasal yaptırımlardan ve toplumsal tepkilerden sizi koruyan kalkanların sayısı ikiye katlanıyor. Şirket de sorumluluğu kolayca doğalafete atıyor.
Cumhurbaşkanı’nın geniş kitlelere konuşurken kullandığı musafaha sözcüğünün dilimizdeki karşılığı el sıkışmak, tokalaşmak. Anadolu kültürünün bu geleneksel davranış biçiminin adı, dinsel bir çağrışım amacıyla, artık
o güzelim Türkçemizle değil, Arapça olacaktır. Ancak kadınların erkeklerle el sıkışması konusunda kuram ve uygulama birliği yok. Bu konuya çabucak açıklık getirilmeli! Yoksa halkın yarısının eli havada kalır!
Selam sözcüğü Arapçada barış anlamına gelir. Günlük yaşamda çok kullandığımız bu sözcüğe Başbakan Davutoğlu yeni anlamlar yüklüyor; ülkenin yaşamakta olduğu iç savaş ortamını andıran durumdan kurtulması için bir girişim başlatıyorum; tanıdık, tanımadık herkes birbirine selam versin diyor; barış sözcüğünü ağzına alamıyor. Oysa İbranicede barış anlamına gelen şalom ile büyük bir olasılıkla akraba olan selam, aynı zamanda Allah’ın adlarından biri. Var olan ateş ortamında Başbakan, herkes birbirine selam verirse toplumsal barışa ulaşılacağı rüyasını görüyor.
Takva; sözcük anlamıyla Allah korkusu, toplumsal ilişkilerde giderek artan oranda belirleyici oluyor. Spordan hukuka her konuda Allah korkusu çözümün sığınağı yapılıyor. Futbol takımının yöneticisi ya da oyuncusu, hakemlere; adalete sığınan yurttaş da hâkimlere“Allah için doğru karar verin” diye yalvar yakar oluyor. Böyle olunca futbol kuralları da, hukuk da buharlaşıyor!
Tekfir etmek, birilerini kâfir ilan etmek demektir. Sözcüğün tarihsel temeli İslamın kollarından biri olan Haricilerin Hz. Ali’yi tekfir ilan edip katletmelerine dayanıyormuş. Buradan tekfir edilene kesilecek ceza bellidir. Tekfir, geçmişin komünist damgasının yerini alıyor. Kaçınılmaz olarak, kendinize ve çevrenize tekfir edilmekten Allah korusun
diyorsunuz! Bunda ne var diye sorduğunuzda ve
bu soru toplumsallaştığında da özgür düşünme yeteneğiniz korku tünelinin derinliklerinde kayboluyor.

***

Bugün 10 Kasım. Mustafa Kemal Atatürk’ün dil ve kültür konusunda onca özlü sözlerinden birinin altını çizelim: … Türk milleti, dilini de yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmalıdır. (1930)



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Yerelde yeşermeli 25 Mart 2019

Günün Köşe Yazıları