Zeynep Oral
Zeynep Oral zeynep@zeyneporal.com Son Yazısı / Tüm Yazıları

Dans hayattır

02 Mayıs 2024 Perşembe

İstanbul muhteşem, İstanbul olağanüstü. AKM’de bugüne dek yaşadığım en görkemli prodüksiyona tanık oldum... Yaşasın! Kentin her köşesi yeni bir festivale “İstanbul Dans Günleri”ne kavuştu. Bu büyülü kentte insan nereye yetişeceğini şaşırıyor! Hayır, hayır, bu yazıyı yazmaya koyulduğum anlarda (dün) İstanbul korkunç! İstanbul felaket! 45 bin polisle İstanbul ablukaya alınmış! Polisin uyguladığı şiddetle, copla, tankla, yere yatırdıklarına ters kelepçe uygulamakla, 1 Mayıs işkencesi yaşatılıyor millete! Tarihi su kemerleri, alanlar, polis duvarlarıyla örülmüş! Unutmayın bu görüntüleri! İşte giderayak hükümetin “Yeni Türkiye’si”! (Zeynep kendine gel! Haleti ruhiyeyi bırak, sadede gel! Baştan başlıyorum:) 

CARMİNA BURANA MUCİZESİ

Geçen hafta İstanbul’da gerçek mucizelere tanıklık ettik. 29 Nisan “Dünya Dans Günü”nde Atatürk Kültür Merkezi’ndeki, Carl Orff’un “Carmina Burana”sı, bugüne dek AKM’de izlediğim en görkemli ve en bütüncül sahne olayıydı diyebilirim. 

Bestecinin (1895-1982) bu çok popüler eseri, dünya politik konjonktürüne göre birçok yerde (yok Nazi yanlısı, yok komünist yanlısı, yok ahlaksızlık, yok şeytani vb. nedenlerle) kâh yasaklansa kâh göklere çıkarılsa da klasik müzik repertuvarının vazgeçilmezi olmayı sürdürdü ve sürdürecek. Sonuçta ortaçağda yazılmış, aşkı, sevgiyi, doğayı, insanın zaaflarını, duygularını, karamsarlığını, mutluluğunu, umudunu yücelten, kader tanrısına yakarışını ya da meydan okuyuşunu dile getiren dizelerden oluşan 25 bölümlük bir sahne kantatı. Bugüne dek pek çok yerde geleneksel/modern/deneysel, her türlü sahnelendi. Gelelim İstanbul Devlet Opera ve Balesi’nin bu muhteşem prodüksiyonuna. 

Akşamımız, Tan Sağtürk’ün Dünya Dans Günü mesajıyla başladı. “Dans edelim. Dans etmek hayattır” diyordu mesajında. Bundan isabetli bir mesaj olamaz. 

Bence en akıllı seçimlerden biri, sözlerin çevirisinin altyazı ya da üstyazı olarak Türkçe verilmemesi olmuş. Çok isabetli bir karar. İDOB’un sanat yönetmeni Caner Akgün’ün deyişiyle “metnin izleyiciyi yönlendirmemesi” çok doğru. Kader çarkı dönerken her izleyici kendi duyguları, çağrışımları, sorgulamasıyla baş başa bırakılmış. Sonra:

Sonra Tolga Atalay şefliğinde İDOB Orkestra ve Korosu, Klasik Balesi, Modern Dans Topluluğu, çocuk balesi, çocuk korosu, üç muhteşem solist, soprano Evren Işık Yasemin, tenor Caner Akın, bariton Burak Kul en zor parçaları bile soluk alıp verir gibi bize iletiyor... 

Hangisi ön planda derseniz? Hiçbiri. Yani hepsi. O kadar da değil. 

Ön planda Volkan Ersoy ve Ayşem Sunal Savaşkurt imzasını taşıyan reji. Çünkü AKM’nin tüm teknik olanaklarını kullanmışlar. Adeta başrolü tavanda hareket eden sofito borularına vermişler. 

Sadece balerinler dansçılar değil, tüm sahne (döner sahne, inen kalkan platformlar, ön, arka, yan şeritler) hepsi dans ediyor. Neredeyse koro dans ediyor. Müzik zaten dans ediyor. Tüm sahne devinim halinde. Hayır en çok Burhan Sezer’in ışık tasarımı dans ediyor. 

Bütün bu devinim ve dansın koreografisi beş ayrı koreografa verilmiş: D. Özaydın, B. Sarıbay, Ö. İnanç, A. Marangos ve F. Güneş’e... Hiçbiri ötekini ezmiyor, hepsi farklı duyarlılıklarla yaratıcılığı yüceltiyor ve birbirini tamamlıyor. 

Sonuç mükemmellik, ustalık, görkem. Bu eser daha sık gösterilmeli AKM’de. Aynen öyle: Müzik ve dans hayattır!

İSTANBUL'UN YENİ FESTİVALİ

Önce İBB’yi, İBB Kültür’ü ve CRR yöneticilerini kutluyorum; İstanbul’da böylesine geniş kapsamlı, nitelikli ve yarınlara yönelik bir dans festivali gerçekleştirdikleri için...

İstanbul Dans Günleri eşsiz İspanyol dansçı Patricia Guerrero’nun “Deliranza” temsiliyle 22 Nisan’da başladı; bu akşam “Geleneğin İzinden” programıyla (Anadolu’nun her yöresinden farklı halk oyunlarıyla) sona erecek. Bir hafta boyunca nitelikten ödün verilmemesi, gösterilerin kentin her yanına dağılması (CRR, Müze Gazhane, Feshane, Baruthane, Metrohan, Beyoğlu Sineması, Çubuklu Silolar ve Tuzla Kültür Merkezi), atölyeler, konferanslar, dans filmleriyle de desteklenmesi bu festivalin büyük artılarıydı.

Ben arada ancak İtalya’dan gelen koreograf Sofia Nappi yönetimindeki “Komoco” topluluğunun “Pupo” adlı performansını izleyebildim... İtalya’da ve dünya festivallerinde çok izlenen bir topluluğun yeni eseriydi “Pupo”. Carlo Collodi’nin ölümsüz eseri “Pinokyo”dan esinlenmış. Yedi dansçı aracılığıyla tahtadan oyulmuş Pupo’nun insana dönüşme tutkusunu, serüvenini, toplumun ona tepkilerini izledik. Soluğumuzu tutarak izledik.

Üç kadın, dört erkek, yedi dansçının, (tüm cinsiyetlerden arınmış olsalar da) birbirleriyle ilişkisi çarpıcıydı. Dönüşüm sırasında Pupo’nun karşılaştığı ödüllendirilme/ cezalandırılma/aşk/nefret/ böbürlenme/aşağılama/alay/ eleştiri/hüzün/sevinç sarmalında müthiş bir yolculuğa çıktık. İnsan ve kukla birbirine karıştı. Commedia dell arte esintileriyle beden dili de... 7 dansçı da adeta kemiksizdi. O bomboş sahnede akıp durdular ve bir saat içinde bize dansın sınırsızlığını göstermekle kalmadılar aynı zamanda yeryüzünün tüm duygularını da yaşattılar.

Her iki dans olayında da emeği geçenleri, katkıda bulunanları kutlarım.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları