Zeynep Oral
Zeynep Oral zeynep@zeyneporal.com Son Yazısı / Tüm Yazıları

Dirilişle ölümler arasında...

17 Ocak 2016 Pazar

Cadı avı yaygınlaştıkça, dayanışma büyüyor...
Cadı avını Kenan Evren bile bu boyutlara taşımamıştı. Televizyona çıkıp “Aydınlar Dilekçesi’ni imzalayan herkes vatan hainidir” diye ilan ettiği akşam Diyarbakır’daydım. Çocuklarım küçüktü ve telefonun öteki ucunda ağlaşıyorlardı. “Anne sakın eve gelmeye kalkma havaalanında hepinizi tutuklayacaklarmış” diyorlardı.
Bugün çocuklarım yetişkin, kendi çocukları var. Yine telefonun başında “Anne sakın...” diye başlayan tümceler kuruyorlar... Ve o sırada telefondan çok uzakta bir çocuk daha öldürülüyor. Adı Ecrin. 2 yaşında...
Aydınlar Dilekçesi’nden sonra kimse tutuklanmadı, evlere baskın yapılıp içeri alınmadı, sadece soruşturma...

*** 

Sahnede 200 kişiler. Borusan Filarmoni bu akşam Ankara, İstanbul takviyeli. Omuz başlarında dev bir koro Viyana Singakademie ve Konzerthaus Korosu... Müzik tarihinin belki de en karmaşık, en “çılgın”, en görkemli en “ulvi” eserlerinden birini, Mahler’in 2. Senfonisi’ni, şeytansı maestro Sacha Goetzel yönetiminde yorumluyorlar. İki solist, soprano Çiğdem Soyarslan ve mezzosoprano Elena Zhidkova, koro, orkestra ve şef, tanrıları Lütfi Kırdar’ın sahnesine çağırıyorlar.
“Diriliş” senfonisini soluğumuzu tutup dinlerken, umudun direnişine, aydınlığın büyümesine, birlikteliğin, dayanışmanın coşkusuna tanıklık ediyoruz. Bu gece hiç bitmesin derken kornolarla kemanların sarmaş dolaş oluşunu, vurmalı çalgıların gümbürtüsünü bombalar ve bir top mermisi parçalıyor. Çocuklar öldürülüyor. Adı Büşra, 10 yaşında... Adı Dilan, 8 yaşında...

*** 

“Küçük tabut” diyor spiker. Benim gördüğüm bir kutu. Bayrağa sarılmış. Tabut görünmüyor. Sanki bir kutu... (Kutu deme, kötü çağrışımlar yapıyor. At kafandan ayakkabı kutularını.) İki polisin sırtında kuştüyü kadar hafif bir ölü çocuk... Adı: İrem... 4 yaşında... Adı...
Evde kocaman bir kutu arıyorum: Ressam Rasin Arsebük, yıllar önce yaptığı bir Muhsin Ertuğrul tablosunu bana armağan etmişti. Gözbebeğim gibi titredim üzerine. Şimdi onu yeni açılan Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Evi’ne bağışlıyorum. Tiyatro katına. Rasin’in iznini aldım. Nasıl sevindi anlatamam. Açılışa gelemedi. Yaşı 94. Artık eserini o tiyatroya giden herkes görecek... Evde kutu bulamadım. Sarıp sarmalayıp yolladım tabloyu.

*** 

Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Evi’nin açılışı heyecan vericiydi. 2 ayda orada bir mucize yaratıldı. Gidin görün!
Konuşmamda şöyle bir şeyler söyledim:
“Aydın olmanın suç sayıldığı... İlmin, bilginin, akademisyenliğin horlandığı ve lanetlendiği... Cehaletin ve şiddetin baştacı edildiği...
Yürekten ve vicdandan gelen seslerin susturulduğu, cezalandırıldığı bir ortamdayız.
‘Çocuklar ölmesin’ demek kimilerinin tekelinde... ‘Kimi çocuklar ölmesin ama kimi çocuklar ölebilir’ zihniyeti egemen.
Kana susamış cehaletten cesaret alarak, ‘Kanlarınızı oluk oluk akıtacağız, sonra da akan kanlarınızda duş alacağız...’ sözlerinin ağza alınabildiği... Hoyratlığın sınırsız, haksızlık ve hukuksuzluğun sonsuz olduğu bu ortamda...
Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Evi’nin açılması ne müthiş bir nimettir! Evrensel ve çağdaş değerleri, niteliği çoğaltacak bir nimettir! Yaratıcılığın, coşkunun, dayanışmanın paylaşılacağı bir nimettir. Barış umudunu yeşertecek bir nimettir. Yani tıpkı Nâzım Hikmet’in kendi gibi, eseri gibi bir nimettir!”
Ben bunları söylerken bir çocuk daha... Bir çocuk daha... Bir çocuk daha...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları