Yeniden merhaba…

11 Aralık 2015 Cuma

Türkiye’de savaş var.
Komşuda savaş var.
Dünyada savaş var…
Esintiler’e “özel nedenlerle” ara vermiştim. Özel neden, kalpteki iki kapakçık ve iki damardı. Şu son 15 gün içinde sadece eşimin kalbinin verdiği savaşla ilgilendim. Bir de önceden söz vermiştim Adana’ya Orhan Kemal Edebiyat Festivali’ne: Can Dündar’la birlikte Cumhuriyet Onur Ödülü’nü almak üzere katılacaktık. Can da ben de elde olmayan nedenlerle katılamadık. Can yerine oğlu Ege katıldı, ben de telefonla sesimi yolladım törene: İşte söylediklerim:
Sevgili Dinleyenler…
Sizlere bir hastane odasından sesleniyorum. Burada yalnız değilim. Karşımda, geçirdiği ağır ameliyatından sonra elleri ellerimde kalbiyle direnmeye devam eden 48 yıllık eşim; bir yanımda Can Dündar ve Erdem Gül, bir yanımda Orhan Kemal, sohbet ediyoruz. Memleket durumları üzerine… Hapislik durumları üzerine... Gazetecilik üzerine…
Can Dündar’la Orhan Kemal’in ortak yanlarını düşünüyorum. Orhan Kemal, 1938’de yabancı rejimler lehinde propaganda yapmaktan ve milleti isyana teşvikten hapse atılmıştı;
Benim sevgili meslektaşlarım da casusluktan iki haftadır hapiste…
Orhan Kemal’i suçlarken, ‘yabancı devlet propagandası’ ile kastettikleri malum Sovyetler Birliği… Can’ların hangi devletin casusu olduğu henüz yetkililer tarafından açıklanmadı. Zaten o yetkililer hak hukuktan çok, bedel ödetmekle, hakaret davaları açmakla, vatandaşa tezek önermekle, ülkeyi şiddet sarmalına gömmekle, bir de dindar ve kindar yeni kuşaklar yetiştirmekle meşgul!
Hastane odamızda Nâzım Hikmet de bizimle. Malum Orhan Kemal, ‘Nâzım Hikmet ve Maksim Gorki okumaktan’ da hapse tıkılmıştı. Orhan Kemal’i şiir yerine roman ve öykü yazmaya teşvik eden de oydu. Benim de kurucusu olduğum Nâzım Hikmet Vakfı aracılığıyla, Can Dündar da muhteşem bir Nâzım Hikmet belgeseli yapmıştı.
Hapislik, gazetecilik, Nâzım Hikmet dostluğu dışında da Orhan Kemal’le Can Dündar’ın kimi ortak yanları var: Mağdurun, sömürülenin, ezilenin yanında olmaları… hakikatın peşinde koşmaları… Üretkenlikleri… Bunlar ilk aklıma gelenler…
Yalanın talanın geçer akçe olduğu… Soygunun ve hırsızlığın soyguncunun yanında kâr kaldığı… İlim ve aklın yerini hurafelere ve din bezirgânlarına bıraktığı… Emeğin horlandığı dönemleri yaşıyoruz… Korkutarak, işsiz bırakarak, aç bırakarak, hapse tıkarak, şiddet salarak, tehditler savurarak hak ve özgürlük mücadelesinden bizleri vazgeçireceklerini sanıyorlar.
Yanılıyorlar. Vazgeçmeyeceğiz!.. Korkmuyoruz. Bu ülke bizim ülkemiz. İnsan onurunun yok sayıldığı bir ülke olmayacağız. Yılmayacağız. Korkuya, bıkkınlığa yer vermeyeceğiz!.. Vazgeçmeyeceğiz! Ne ülkemizden, ne insanlığımızdan, ne hak ve hukuktan ne de vicdanımızın sesine kulak vermekten! Biz Mustafa Kemal’in yetiştirdiği kuşaktanız. İçimizde taa en derinlere kök salmış asla söküp atılamayacak Atatürk sevgimiz ve saygımızla çağdaş ve evrensel değerlere sahip çıkmayı sürdüreceğiz!
Sevgili dinleyenler, Şimdi, Adana’da olmak vardı… Ama en yakınına hayrı dokunmayanın başka hiçbir kimseye dokunamayacağını bilenlerdenim… Söze başlarken bu hastane odasında yalnız olmadığımı söylemiştim. Şimdi sizlerin de benimle olduğunuza inanıyorum.. Hepinize sonsuz sevgiler, saygılar…”  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları