Ayşegül Yüksel'den Shakespeare kitabı

Ayşegül Yüksel’in çalışması “William Shakespeare: Yüzyılların Sahne Büyücüsü”, dört yüz elli yıldır hiç eskimeyen, sahnelerden düşmek şöyle dursun yıllar geçtikçe daha çok sahnelenen William Shakespeare üzerine kapsamlı bir kitap. Yüksel, Shakespeare’in bilinen öyküsünü, içinde büyüdüğü sosyal ve siyasal ortamı, o dönemin tiyatro yaşantısını da mercek altına alıyor.

Yayınlanma: 05.06.2018 - 14:58
Abone Ol google-news

Shakespeare’in sırları
 
Darbe Girişimi, OHAL, görevden almalar, hapse atmalar peş peşe gelirken bazı emekçi insanlar da sessiz sedasız işlerini yapmayı sürdürdü. Alçakgönüllü üretimleriyle hem kendilerine hem de çevrelerine umut olmaya, moral vermeye devam etti

Bu dirayetli insanlardan biri de emekli olduğu hâlde köşesine çekilmeyip ders vererek kitap, makale, eleştiri yazarak tiyatromuza değerli katkılarda bulunan Prof. Dr. Ayşegül Yüksel.

Yüksel, meslektaşları ve öğrencilerinin yanı sıra yazarlar, dramaturglar, yönetmenler, oyuncular, tasarımcılar ve seyirciler için dört yüz elli yıldır hiç eskimeyen, sahnelerden düşmek şöyle dursun yıllar geçtikçe daha çok sahnelenen William Shakespeare üzerine kapsamlı bir kitap yazdı. Bu kitap, Ayşegül Yüksel’in elli yıllık bilgi birikimini temize çektiği, yeni kaynaklarla besleyip damıttığı bir başucu kitabı niteliğinde.

 
YETKİN Mİ, YOKSA YAYGIN MI?
Eski ama eskimeyen bir kanı var: Yüksek nitelikli yapıtlar genellikle popüler olamıyor ve geniş kitlelere ulaşamıyor, popüler olan, geniş kitlelere ulaşan yapıtlar da her zaman kaliteli olamayabiliyor. Bu kuşkusuz sanat eğitiminin kökleşmediği toplumlarda daha çok göze çarpıyor. Ancak böyle toplumlarda bile bu uyuşmazlığın üstesinden gelebilmiş sanatçıların varlığından söz edebiliriz. Homeros, Cervantes, Dostoyevski, Gorki, Mozart, Chaplin, Nâzım Hikmet, Yaşar Kemal, Yılmaz Güney gibi sanatçılar bunlardan bazıları. İşte bu sanatçıların en çarpıcılarından biri de William Shakespeare.

Shakespeare, yüksek kaliteli yapıtlar ortaya koymakla birlikte popüler de olabilmiş ama öte yandan popülerliğe teslim olmayıp yüksek kalitesini hep koruyabilmiş ender isimlerden. Üstelik bunu yalnız çağı için değil, yüzyıllarca başarabilmiş, “zamana ve zemine dayanabilmiş” sıra dışı bir sanatçı. Ayşegül Yüksel’in kitabından alıntılayacak olursak “İncil’den sonra en çok okunan yapıtlar onunkilerdir.” Bu kadar da değil; “bütün zamanların en ‘çok satan’, eğitim kurumlarında en çok okutulan, hakkında en çok kitap ve makale yazılan yazın insanıdır.” Shakespeare yalnız okunmakla ve okutulmakla da kalmamış. “Oyunlarından opera ve bale yapıtları, senfonik orkestralar için besteler üretilmiş, pek çok yapıtı popüler sinema yapıtlarına dönüştürülmüş, öykülere, çizgi roman ve çizgi filmlere konu olmuştur.”

Peki, nedir bunun sırrı?

Kimliği bile tartışmalı olan, yapıtlarıyla hakkındaki birçok iddiayı (örneğin Akdenizli olma ihtimalini) haklı çıkarma potansiyeli bulunan bu ismin sırrına ermek o kadar kolay mı? Kolay olsaydı, tiyatro ve şiir tarihimizde, bir tek Shakespeare’miz olmazdı (hepimiz nasıl da benimsiyoruz onu). Shakespeare gibi olmak kolay olmasa da yapıtlarından hareket ederek, onu anlamak, büyüklüğünün ve başarısının altında yatan nedenleri bulup çıkarmak, “sırrına ermek” olanaklı.
Bu düşünce ve arzudan hareket edilerek Shakespeare’in yirmi yılı aşkın sürede yazdığı otuz sekiz oyun hakkında on binlerce kitap ve makale yazıldı. Bırakın Shakespeare’i, Polonyalı Shakespeare uzmanı Jan Kott, Hamlet üzerine yazılmış kitapların kaynakçasının, Varşova telefon rehberinin iki katı olduğunu belirtir.
 
SHAKESPEARE HANGİ ŞARTLARIN ÜRÜNÜ?

İşte Prof. Dr. Ayşegül Yüksel böylesine iddialı bir alanda, Shakespeare’i yapıtlarıyla birlikte anlama ve anlatma çabası içine giriyor ve bunu başarıyor, William Shakespeare: Yüzyılların Sahne Büyücüsü adlı yeni yapıtında.

Onu geniş bir anlama çemberiyle çok yönlü olarak kuşatmak için yapıtlarına kronolojik yaklaşmak yerine, çok isabetli bir kararla başka bir bölümlemeyi bilinçli olarak seçmiş kitabına. Yalnız yapıtlarıyla da yetinmemiş. Metin dışı evrenden de yararlanmış olabildiğince. Yazarın bilinen öyküsünü, içinde büyüdüğü sosyal ve siyasal ortamı, o dönemin tiyatro yaşantısını dile getiriyor. Shakespeare’in “kim”liği üzerindeki çeşitli iddialara değindikten sonra, oyunlarını yazdığı Elizabath dönemi tiyatro ortamının analizine girişiyor.

Yapıtları irdeleyerek seyircinin, tarihsel bilgileri değerlendirerek de yapıtların sırrına ermeye çalışıyor. Yararlandığı Shakespeare uzmanlarından biri olan Shapiro’nun ortaya koyduğu verilerden hareketle “Londra’nın yetişkin nüfusunun üçte birinden çoğu her ay bir oyun izliyor olmalıydı” tespitinde bulunuyor. Bu kuşkusuz geniş bir hedef kitle. O büyüklükteki bir oyun yazarı “hedef kitle”sini belirlemeden, onu hesaba katmadan öylesine başarılı oyunlar yazabilir mi?

Peki kim o dönemdeki seyirci? Hangi kesimlerden oluşuyor? Yüksel, bunun yanıtını şöyle veriyor: “Romantik aşk sözleri özleyen genç soylu hanımlar, sıkı dövüş sahneleri isteyen şövalyeler, sokak diliyle yapılan belden aşağı şakalara meraklı ayaktakımı, hınzırca laf etmelere, tip taklitlerine, itişmeli kakışmalı fars sahnelerine bayılan çıraklar, bir yandan kalabalık içinde kendilerine müşteri ararken, geçici olarak oyunların yarattığı dünyaya geçiş yapan fahişeler ve en önemlisi ‘alaylı’ sayarak küçümsedikleri Stratford köylüsünün (bu Shakespeare oluyor!) bu kez ne ‘yumurtladığını’ kıskançlıkla bekleyen ‘rakip ozan’lar.”

Yüksel’in özel bir bölüm ayırarak önemle üzerinde durduğu konulardan biri de Shakespeare’in içine doğduğu ve oyunlarını yazdığı tarihsel ortam. Bu bölümün ilk satırlarında “İngiltere Rönesans’a İtalya’dan yaklaşık yüz yıl sonra, on altıncı yüzyılda adım atmıştır” tespitinde bulunuyor. İşte bir cümleyle özetlenebilen bu süreç altı yüz-yedi yüz yıllık uzun bir eşiğe denk düşüyor. Kuşkusuz, Shakespeare büyük bir dahi ama onun dehasını ortaya çıkaracak ve besleyecek tarihsel dönem de dahiyane bir özelliğe sahip.

Ortaçağ’dan Rönesans’a, feodaliteden monarşiye, tarımsal üretimden kapitalist üretim ilişkilerine, Katoliklikten Protestanlığa geçişteki bütün çelişkiler ve çatışmalar Shakespeare’in oyunlarına yansıyor ve onları zenginleştirip daha da ilgi çekici hâle getiriyor. 

Ümmet olmaktan birey olmaya giden bu yolda kararsızlıklar, duraklamalar yaşanıyor, kalkışılan eylemlerin sonucunu göğüslemek de her zaman kolay olmuyor. Bu geçiş sürecindeki fırtınalar, insanların akıllarını ve ruhlarını savurup eylemlere itiyor, sonuçları itibariyle onları komik ya da trajik hâle getiriyor.

Shakespeare’in oyunları, bütün oyun kişilerinin haklı olduğu, karşılaştıkları kavşaklarda birbirleriyle çatıştıkları, kimi zaman acı çektikleri, kimi zaman acı verdikleri ve adil bir sonuca vardıkları ortamlar olarak karşımıza çıkıyor. Ayşegül Yüksel’in Shakespeare’in çözümü olarak altını çizdiği şey “şiirsel adalet”tir. Bu adalet bazen ilahi ama daha çok “insani” ve “dünyevi”dir.
 
SIRTINI GELENEĞE YASLAMAK
Bilsek de genellikle unutma eğiliminde olduğumuz konulardan biri, Shakespeare’in kendinden önceki geleneği çok iyi bildiği, ondan “azami” derecede yararlandığı. Yalnız yapıtlarına bakarak bile Antik Yunan yazarlarının yapıtlarını okuduğu sonucuna varabiliriz. Bunu kanıtlayacak bir veri yok elimizde ama benzeri az bulunan o estetik beğeniye ve felsefi derinliğe ulaşmak başka türlü pek olanaklı görünmüyor. Zaten, Tom Stoppard da eldeki bilgilerden ve bilinmezlerden hareket ederek Âşık Shakespeare filminin senaryosunu yazmamış mıydı?..

Onun ve çağdaşlarının daha çok -dönemin İngiliz seyircisi de bunda etkili olmuş olabilir- Roma dönemi yazarlarının, özellikle de Seneca’nın etkisi altında olduğu anlaşılıyor. Ayşegül Yüksel, Shakespeare’in trajedi damarını izleyerek Seneca’ya ulaşıyor. Hem kendinden önceki tiyatro geleneğinden hem de tarihten çokça yararlanan Shakespeare, yararlandığı gerçeklere pek de sadık kalan bir yazar değil. Tarihsel gerçeğin değil, sanatsal gerçeğin hizmetinde hissediyor kendini. Geçmiş yapıtları değiştirip geliştirmekten, tarihsel verileri eğip bükmekten, zamanı hızlandırıp yavaşlatmaktan, hatta atlatmaktan geri durmuyor. 

Yapıtlarından ulaştığımız sonuç bu. Örneğin, tarihsel veriler III. Richard’ın bedensel sorunlarından söz etmezken, Shakespeare’in çarpıcı bir sahne etkisi yaratmak için öyle bir karakter yaratma yoluna gittiği anlaşılıyor. Ayşegül Yüksel’in incelemesinde bu konuyu ele aldığı bölüm dikkat çekiyor.

Yüksel, kitabının diğer bölümlerinde, Shakespeare’in saf trajedi ve saf komedi çizgisindeki oyunlarını hem gruplayarak hem de ayrı ayrı, enine boyuna irdeliyor. Bu iki temel gruba girmeyecek yapıtlarını da farklı başlıklar altında inceliyor. Şaheser düzeyindeki oyunlarına (Romeo ve Juliet, Hamlet, Macbeth, Kral Lear, Bir Yaz Dönümü Gecesi, Othello gibi) daha çok yer vermesi ise doğal, hatta gerekli. Bu parlak irdelemelerinde, aklının terkisine tarihsel eleştiriden sosyolojik eleştiriye, psikolojik eleştiriden uzmanı olduğu yapısalcı eleştiriye ve göstergebilime kadar birçok eleştiri kuramı ve yöntemi alıyor. Bu çetin metinleri başarıyla irdeliyor Ayşegül Yüksel.

Hayli tartışmalı olan Shakespeare ve kadınlar konusuna da kitabında özel bir bölüm ayırmış. Ortaçağ’da kadınların adı olsa da kendileri varla yok arasındadır. Kadın rollerini sahnede erkekler oynar. Kadın karakterlerin içine erkek egemen bakışın ruhu üflenmiştir âdeta. Klişelere dayanan bu bakış gerçekçi değildir. Kadının varlık mücadelesinin -özgürlük mücadelesi demek için vakit henüz erken- verildiği bu dönemde, Shakespeare’in kadına bakış açısı elbette önem taşır. Bu en tartışmalı konulardan biri.

Oyunlarını okuduğumuzda, kadınları oyunlarında değerlendirirken, gerçekçi olmakla adil olmak arasında kaldığını gözlemliyoruz. Onları âşık olarak yaratırken pek sorun yok ama eş ya da evlat olarak yaratırken dönemin koca ve baba bakışına düşmekten kendini alamıyor. Örneğin Hırçın Kız’daki “aşk” mazereti, erkek egemen bakışı aklamaya yetmiyor.
 
“SHAKESPEARE İNSANSA BEN NEYİM?”

Ayşegül Yüksel, sondeyişten önce, Shakespeare’in sahnelerimizdeki serüvenini dile getirdiği bir bölüm de eklemiş kitabına. Bu bölümü okumak, bir bakıma tiyatromuzun Batılılaşma serüvenine tanıklık etmekle eşdeğer. Shakespeare Batı tiyatrosunun doruğudur.

Onu tanımak ve içselleştirmek, keyifli olmakla birlikte hiç de kolay olmaz Arabın İntikamı’dan Otello’ya geçmek için yalnız uzun yıllar geçmemiş, imparatorluktan Cumhuriyet’e geçilmiştir. Muhsin Ertuğrul’un Genel Sanat Yönetmenliği döneminde, İstanbul Şehir Tiyatroları’nda tiyatro sezonunun mutlaka bir Shakespeare oyunuyla başlatılması ise bu alanda ne kadar yol alındığının somut bir göstergesi. Muhsin Ertuğrul’un Shakespeare için söylediği “Shakespeare insansa ben neyim? Ben insansam Shakespeare ne?” sözüyse Shakespeare’e hayranlığının bir yansıması olarak karşımıza çıkar.

Kuşkusuz yapıtlar bir “okuma” ile tüketilemez. Ayrıca, bir yapıtın bir tek “doğru” yorumu, hatta “doğru yorum” yok. Her okumada yeniden üretilir yapıtlar. Hele de bunlar Shakespeare’in yapıtları gibi çok katmanlı ve farklı yorumlamalara açıksa. Okurlar ve seyirciler yıllar, on yıllar, yüzyıllar içinde değiştikçe bu yapıtların da yeni yorumlarının olması doğal. Ayşegül Yüksel’in bu kitabı da bugünün iyi Shakespeare okumalarından biri.

Oyun yazarı olmak isteyip de herhangi bir yazarlık bölümü okuma şansı bulamamış olanlar, Shakespeare’in bütün oyunlarını -kuşkusuz enine boyuna, ve Prof. Dr. Özdemir Nutku’nun Shakespeare Sözlüğü kılavuzluğunda-, Jan Kott’un Çağdaşımız Shakespeare, Mina Urgan’ın Shakespeare ve Hamlet, Özdemir Nutku’nun Gecenin Maskesi, Ayşegül Yüksel’in William Shakespeare, Yüzyılların Sahne Büyücüsü adlı kitaplarıyla birlikte okuduklarında yazarlık ve dramaturji bölümü bitirmiş kadar olurlar.

Yazarlara, dramaturglara, yönetmenlere, oyunculara, tasarımcılara, hocalara, öğrencilere, kısacası tiyatro ve şiirle ilgili herkese salık veririm Ayşegül Yüksel’in kitabını. “Hayat ve sanatla ilgili herkese” diye de genelleyebiliriz bunu...
 
William Shakespeare: Yüzyılların Sahne Büyücüsü / Ayşegül Yüksel / Habitus Kitap / 318 s.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler