Artık felsefenin izinde: Pelin Dilara Çolak

Dilozof’a veda eden Pelin Dilara Çolak, Doğu felsefesinin Hindistan’da başlayan ve Batı felsefesinin merkezi Yunanistan’da bitecek yolculuğunda düşünsel dünyamızın kökenlerindeki deneyimlerin zihnindeki karşılığını arıyor.

Yayınlanma: 03.09.2023 - 13:53
Artık felsefenin izinde: Pelin Dilara Çolak
Abone Ol google-news

Onu önce “Dilozof” olarak tanıdınız. Felsefeyi kitlelerle buluşturmak için çıktığı yolculukta YouTube’da yüz binlere, milyonlara kendini izlettirdi. Felsefeyle ilgilenen hemen herkes artık onu tanıyor. Ancak izleyicilerine Kant’ın zihninden Platon’a, Spinoza’nın düşünsel dünyasına yolculuk yaptıran “Dilozof”, kısa süre önce YouTube ekranlarına veda etti. Artık Pelin Dilara Çolak, kendi ismiyle yeni bir yolculuğa -hem mecazi hem de gerçek anlamda- başladı. Gelin bu yolculuğun “neden”lerini ondan öğrenelim.

- Son zamanlarda Doğu mistisizmi odak noktalarınızdan biri oldu. Bu odağınızın gelişmesiyle "Dilozof" kimliğine veda edişiniz eşzamanlı ilerleyen bir süreç miydi? Çünkü pek çok düşünürün ve yaratıcı insanın kendini yenilemek için yönünü Doğu'ya çevirmesi tarihin kadim bir rotası gibidir.

Dilozof, 2018'de başladığında herkes için felsefe misyonu ile hareket eden, ünlü filozofların öğretilerini anlaşılır kılmayı amaçlayan bir Batı felsefesi tarihi projesi idi. Nitekim projeye başladığımda 25 yaşında bir yüksek lisans öğrencisiydim. Tüketicisi olduğum dijital platformlara kendi ilgi ve becerilerim bağlamında katkı sunmak istemiştim. Bu yüzden 45 bölümlük bir batı felsefesi tarihi serisi hazırlayarak örneğin “Platon neden önemli”, “Kant'ın asıl amacı neydi” gibi sorulara derli toplu yanıtlar veren videolar hazırladım. Bu seri Youtube'da milyonlarca kez izlendi, ardından podcast'e dönüştü ve yeniden dinlendi. Yurtdışında tanıştığım felsefecilere "Türkçe Spinoza videom 700 bin kez izlendi" dediğimde Türkiye'de ontoloji gibi bir alanın bu denli merak ediliyor olmasını hayretle karşılıyorlardı. İngilizce konuşan dünyada bile böylesi etkileşim alan felsefi içeriklerin sayısı iki elin parmaklarını geçmez. O yüzden filozofların öğretilerini elimden geldiğince basit ve anlaşılır şekilde özetlediğimi düşünüyorum. Böylelikle benim “junior proje” olarak gördüğüm “Dilozof” amacını tamamladı. Geçen yıldan beri artık sırf aktarıcı olmak yerine “Felsefe okumalarımdan ben ne aldım?”, “Ne kadarını içselleştirdim?” veya “Üzerine en çok düşündüğüm konular neler?” gibi konulara yer vermek istiyorum. Çünkü öğrendiklerimi süzdüğüm ve kendimce yaşama ilişkin bir resim kurmayı denediğim bir dönemdeyim. Bu yüzden Dilozof markasından vazgeçerek kendi ismimi kullanmaya başlamam aslında felsefe tarihi aktarıcısı kimliğinden birey olarak Pelin Dilara'nın felsefe ile nasıl ilişki kurduğunu yansıtmaya başladığı bir süreç olarak görülebilir. Artık bilinmesi gerektiği için üzerine düşünmediğim herhangi bir konu, düşünür yer almıyor içeriklerimde. Bu yüzden Batı dışı felsefeler, metafizik, zihin felsefesi, sanat bu aralar en çok yer verdiğim konular. Ne kadar izlendiği mühim değil. İçerikler izlenme veya gelir kaygısıyla değil benim ilgilerime göre şekilleniyor. Doğu felsefesine yönelmem de bu bağlamda düşünülebilir. Nitekim Dilozof'tan sonra ikinci projem olarak gördüğüm “Felsefenin İzinde Yolculuk”un ilk bölümünü oluşturuyor ve bireysel meraklarımın sonucu.

- Felsefenin İzinde Yolculuk projenizden biraz söz edebilir misiniz?

Bu proje, yaşamı nasıl yaşayacağı konusunda düşünen genç bir felsefecinin dünyadaki farklı kültürlerdeki yaşam felsefelerini yerlerinde deneyimleyerek aktardığı felsefi bir gezginlik projesi olarak özetlenebilir. Ülkemizdeki hâkim Batı merkezli düşünce sisteminin dışına çıkarak farklı kültürlerin ölümü ve yaşamı nasıl deneyimlediğini yerlerinde deneyimliyor ve aktarıyorum. Hinduizm, budizm, zen, Yahudi mistisizmi, tasavvuf, Amerika'daki yerel halkların şamanizmi gibi ana akım Batı felsefesi dışında kalan kültürlere yer veriyorum. Yirmi kadar ülke ve tek bir soru var: Her şey ne anlama geliyor? Elbette son sezon Yunanistan'da olacak. Yolculuk sonrası Batı felsefesine döndüğümde fikirlerimde ne gibi değişmeler olduğunu anlatacağım. Bu çalışma Youtube kanalımda belgesel niteliğinde video içerik, podcast programımda benim seyahatlerimde yaşadıklarıma ilişkin günlük niteliğinde sesli içerik olarak yayımlanıyor ve 2024'te seyahatlerim tamamlandığında kitap olarak basılacak.

- İzlediğim kadarıyla "gezginlik" sizin için felsefenin akademik yanından daha önemli duruma geldi. Felsefeci aynı zamanda gezgin olmalı mı? Gezginlik ve sürekli yolda olmak sizin düşünsel dünyanıza neler kazandırıyor?

Şu an için oldukça doğru bir gözlem. Nitekim doktora eğitimimi dondurarak “Felsefenin İzinde Yolculuk”a başladım. Doktora ortalama dört sene alan ve kafanızı projenizden kaldırmanıza müsaade etmeyen bir süreç. Ben ise geçen yıl Rainer M. Rilke'nin “Genişleyen Halkalar” şiirinden esinlenerek "Durup derinleşmeden önce nasıl olabildiğince genişleyebilirim?" diye düşündüm. Nitekim derinleşmek ve genişlemek, farklı biçimlerde ilerlemeler aslında. Her ikisinin de kendisince kayıpları ve kazanımları var. Bu noktada akademik çalışmalarıma her zaman dönebilirim ancak şartlarımın sağladığı olanakla yollara düşüp farklı kültürlerdeki felsefeleri yerlerinde yaşayarak araştırmak her zaman mümkün olmaz. Her gün doğru bir karar aldığıma daha da ikna oluyorum. “Felsefi gezginlik” diyebileceğimiz bu yaşama geçtikten sonra akademiden hocalarımın da katkılarıyla bu gezginliğin kendi başına oldukça fenomenolojik bir çalışma tarzı (felsefede bir yöntem) olduğunu farkettim. Nitekim fenomenolojide ortaya koyulan her yargının aslında öznenin dünya ile kurduğu belli bir ilişki tarzının izini taşıdığı vurgulanır. Söz konusu ölüm gibi tüm insanlığın yüzleşmesi gereken bir fenomen olduğunda bile onu anlamlandırma biçiminizin nasıl değiştiğini görmeye başlarsınız. Örneğin Hindistan'da ölüm ve yaşamın anlamlandırılma biçimi bize kıyasla oldukça farklıdır. O yüzden felsefi gezginlik, beni var olma tarzlarımızdaki ilişkisellikle daha derinden yüzleştirerek dünyasal bir felsefe kurma denemesine yöneltti. Bu karşılaşmalarla akademiye geri döndüğümde ortaya sadece okumalara değil aynı zamanda tecrübelerime dayanan çalışmalar çıkacağını düşünüyorum ve bu fikirden hoşlanıyorum.

- Felsefeyle, felsefeciyle "ebedi mutsuzluk" hali sıklıkla bir arada düşünülür. Aslında insanların felsefeden görece uzak durmasının bir nedeninin de bu olduğunu düşünürüm. Oysa siz "mutluluğu" ve Stoacı bir yaklaşım olarak nitelendirilebilecek "sevinç sanatını” düşünüyor ve konu ediniyorsunuz? Mutlulukla ilgili arayışınız neden başladı ve "arayış"ınızın neresindesiniz?

Felsefenin mutsuzlukla sonuçlanması gereken bir pratik olduğu fikri, “reddetmek” suretiyle sıklıkla üzerinde durduğum konulardan. Tekrar etmek gerekiyor, elbette bu durum benim varlık kavrayışımla ilgili. Youtube kanalımda yer alan "Mutluluk ve Neşe Manifestosu: Nasıl Mutlu Bir Yaşam Sürebiliriz?" başlıklı videoma şöyle başlamıştım, “Nasıl oldu da Doğu, Batı demeksizin Antik Çağ'da en çok üzerine düşünülen konulardan biri olan mutluluk ve yaşam felsefesi giderek önemini yitirdi ve hatta mutluluk talebinde olmak entelektüel olarak ayıplanması gereken bir sığlık haline geldi?” Elbette felsefi düşünüm, gündelik hayatımızda tutunduğumuz çoğu şeyin sahici olmadığıyla bizi yüzleştirmesiyle başta acı verici olabilir. Gerçek sandığımız dünyanın aslında bizim kurduğumuz bir temsil olduğunun farkındalığı tüm yaşantınızı üzerine kurduğunuz kayalara dinamit koymak gibidir. Ancak ben felsefeden sırf yıkımı değil yeni olanaklar arayışı yani yaratımı anlıyorum. Amaç, "Elimdeki bu yaşamı nasıl yaşamalıyım" diye sormak da olmalı. Nitekim Batı'da Sokrates, Aristoteles, Stoacılar; Doğu'da neşeyi esas alan Hinduizm, acıya karşı hoşnutluk arayışında olan Buda ve Konfüçyus'un öğretileri nasıl kendi tanımladıkları biçimde mutlu bir yaşam sürebileceğimizi araştıran kapsamlı yaşam felsefeleri sundu. Bana kalırsa neşeli bir yaşam talebinin ayıplanacak bir sığlık ile özdeşleştirilerek felsefenin derin bir keder getirmesi gerektiği kabulü öncelikle Hristiyanlaşan sonra sekülerleşmeye çalışırken yanlış şekilde mekanikleşen bir düşünsel arka planın sonucu. Fakat bunlar varoluşu nasıl kavrayabileceğimize ilişkin yalnızca birer perspektif ve olanakların bütünü değil. O yüzden felsefi çalışmalarımın iki ayağı var: Varlığa dair yüksek kavrayış (yani metafizik) ve iyi yaşamın esasları (mutluluk felsefesi). Varlığı ve varoluşu olabildiğince anlamak ve bu kavrayışla hoşnut bir yaşam yaratmayı amaçlıyorum. Benim felsefe ile ilişkilenme biçimim hiç de beyhude olmayan bir biçimde neşe talebinde. Yaşam, ötesi berisi olmadan, salt kendi sürecinde de anlamlı olabilir.

ETİK YÜKÜMLÜLÜK

- Son zamanlarda takipçi sayınızda çok büyük bir artış var. Bu ilgi artışı size fazladan bir sorumluluk getiriyor mu?

İçeriklerimi öğrencilerin de izlediğini, hatta kimi zaman ödevlerin de kaynakça olarak kullandıklarını biliyorum. Haliyle anlattığım bilgilerin doğruluğu konusunda etik bir yükümlülük hissediyorum. Diğer yandan kimi zaman din, politika gibi kişilerin değer sistemini oluşturan tabu konularda içerikler hazırladığım için de söylediklerimi söyleme biçimim üzerine düşünüyorum. Nitekim amaç kırıcı olmak, aşağılamak veya kavga etmek değil anlamlı bir diyalog kurmak ve birlikte düşünmek. Bu yüzden bugüne dek konu ne olursa olsun belirli bir tavrı ve üslubu benimsedim. En büyük sorumluluğum sakin ve yapıcı bir eleştirel bir alan açmak ve onu korumak.

AKADEMİ VE KİTLE ARASINDAKİ KÖPRÜ

- Sanırım söylemekte sakınca yok. Türkiye'de geniş kitleleri felsefeyle buluşturmak konusunda öncü isimlerdensiniz. Bu durum doğal olarak eleştirileri de beraberinde getiriyor. Size karşı en yoğun eleştiri noktası ne ve kendinizi nasıl savunuyorsunuz?

En çok aldığım eleştirinin iki ucu vardı, akademik ortamda felsefe ile ilgilenen kişiler içeriklerin yüzeysel olduğunu düşünüyordu. İlk kez felsefe ile tanışan kişiler ise bu içeriklerin fazla akademik ve terminolojik olmasından yakınıyordu. Diğer popüler içerik üreticilerinin özgeçmişlerine ilişkin tam olarak bilgi sahibi değilim fakat ben akademiliyim, dolayısıyla en başından beri amacım ikisinden birini diğerine tercih etmeden akademik felsefe ve herkes için felsefe arasında köprü kurmaktı. Yine de eleştirileri dikkate alarak geliştirmeyi denediğim pek çok şey oldu, örneğin videolara kaynakça ekleme konusu izleyicilerin eleştirileri ile başladı. Bu gibi düşünsel ortama ilişkin bir eleştirinin yanı sıra kıyafetim, ses tonum, diksiyonum veya nasıl göründüğüm gibi konularda da eleştiriler gelebiliyor fakat dürüst olmak gerekirse bunların bir eleştiri niteliğinde olduğunu sanmıyorum. Çünkü bu konuda yapabileceğim bir şey yok, nihayetinde neysek oyuz. Onun dışında felsefe, din, bilim gibi maalesef çoğunlukta erkek egemen alanlarda genç bir kadın olarak içerik ürettiğinizde veya tanrının varlığı üzerine bir tartışmaya giriştiğinizde söylediklerinizden veya doğrudan sizden hoşlanmayanlar nahoş cinsiyetçi bir tavırla yaklaşabiliyorlar. Dürüst olmak gerekirse bu, görünür olmak konusunda beni motive eden etkenlerden biri. 

KRİZ ANLARINDA BİLGİ TALEBİ ARTIYOR

- Türkiye'de kitlelerin felsefe gibi "yüksek" bilim dallarıyla ilgilenmediğine yönelik bir inanış vardı. Ancak sizin içerikleriz bunun pek de gerçek olmadığını gösterdi. O zaman sunumda mı bir sorun vardı?

Bunu sırf ben ve benim gibi içerik üreticilerinin girişimlerine indirgemek yanlış ve kibirli olur. Dijital platformların yükselişiyle bilgiye erişme araçlarımızda yaşanan değişim bir açıdan bilgiyi demokratikleştirdi. Türkiye'nin en ücra köylerinde yaşayan bir yurttaş bile internete erişimi olduğu sürece her türlü biçimde farklı kişiler aracılığıyla felsefi bilgi edinebilir. İkinci olarak son yıllarda ülkedeki siyasi ortam ve pandemi gibi toplumsal gerginliklerin de kişilerin felsefe gibi alanlara yönelmesinde rol oynadığını düşünüyorum. Seçim dönemlerinde demokrasi ve adalet üzerine felsefi içerikler, pandemide varoluşçuluk ve yaşamın anlamı konuları en çok takip edilen konulardı. Kriz anlarında ortaya çıkan bir bilgi talebi oluyor. Bu sanırım dünyanın her yerinde böyle. Pandemide Avrupa'da Albert Camus'un “Veba”sı en çok satılan kitap haline gelmişti. Bu yüzden teknolojik araçların sağladığı olanak ve genel toplumsal ortam sayesinde perçinlenen merak ile benim bilgi girişimciliğimin kesiştiği bir an yaşandı diyebiliriz. Yine de felsefe veya bilim gibi genellikle bu alanlarda eğitim almayan kişiler tarafından anlaşılmaz olarak kabul edilen disiplinlerin popüler tarzda yeniden sunumu da kesinlikle bu ilginin artışında rol oynamıştır. Bu etkide ufak da olsa bir payım varsa büyük mutluluk duyarım.

BİLGİ GİRİŞİMCİSİ

- İçeriklerinizi izletmek için bilginizin yanında sosyal medyaya bilginizi doğru biçimde aktaracak yetkinliğe de sahip olmanız gerekir. Bunu çok iyi başaran biri olarak işin inceliklerinden söz eder misiniz?

Youtube kanalı açmaya karar vermem ve kanalı açmam arasında neredeyse 8 ay var. En başından beri bu konuyu ciddiye alarak bir iş ve bilgi girişimciliği gibi gördüm. Pek çok insanın "Felsefe platformu Türkiye'de tutmaz!" demesine karşın sanırım bu doğru yaptığım ilk şeydi. Sevdiğim Vietnamlı budist bir keşiş Thích Nh?t H?nh, "Bulaşıkları bebek Buda'yı yıkıyormuş gibi yıka" der. Ne yapmakta olduğunun farkındalığıyla ciddiye alarak o eylemi yapmak. Bu yüzden ön hazırlık sürecinde dijital pazarlama kursu, web sitesi yapımı, sosyal medya eğitimi, video kurgu, photoshop'ta tasarım, kişisel markalaşma konuları gibi içerik üreticiliği mesleği için gerekli olan pek çok alanda eğitim aldım ve programlar kullanmayı öğrendim. Uzun süre tüm içerikleri tek başıma hazırladım. Başlangıçta bir ekibe ödemeye yapabilecek bir ekonomi yaratamadığım için bu işin ortaya konulması için gerekli olan her pozisyonu doldurmam gerekiyordu. Tek başınıza işe başladığınızda sürekli yeni bir şey öğrenmeniz gerekiyor. Bu da doğru yaptığım ikinci şeydi. Çünkü bu işin ortaya konulması için gerekli olan her alanda bir şeyler biliyorum. Bu yüzden bir ekip ile çalışabilecek seviyeye geldiğimde ne istediğimin bilinciyle doğru insanları buldum. Ya da tasarımcıdan bir ürün geldiğinde açıp kendim düzenleyebiliyorum. Bu muazzam derecede özgüven ve özgürlük sağlıyor. “Ne olursa olsun kendi başımın çaresine bakabilirim” diye düşünüyorsunuz. İçerik üretmek ve bunu ana mesleğiniz haline getirmek istiyorsanız dijital platformlar ve tasarım programlarına dair bilgi edinmenizi öneririm. Bu gerçekten pek çok beceriyi aynı anda istiflemenizi gerektiren bir meslek. Aksi taktirde bu alanda en bilgili kişi olarak en iyi metni hazırlasanız bile olsa en çok iletilen sizinki olmayabilir. Bu iş, hem sözlü hem görsel diyalog kurma becerisi gerektiren bir alan. 

SANAT VE YAPAY ZEKÂ

- Felsefe dışında ilgili olduğunuz bir bilim dalı var mı?

Felsefe dışında aynı zamanda sanat tarihi bölümünde yüksek lisans yaptım. Sanat ve estetik her zaman ilgilendiğim alanlardı. Bu yüzden teorisinden pratiğine sanat okur yazarıyım denilebilir. Akabinde sanat üretimi ve yaratıcılık bağlamında yapay zekâ tartışmalarıyla ilgilenmeye başladım. Yapay zeka tartışmaları epey geniş bir bilimsel havuz ile ilgilenmeyi gerektirdi, bilişsel bilimler bunun başında geliyor. Felsefede de zihin felsefesi alanında çalıştığım için sinirbilim ile özel olarak ilgileniyorum. Aslına bakarsanız fizik, biyoloji, sinirbilim gibi bilimsel dallarla ilişkide olmadıkça günümüzde ayakları yere basan bir felsefe ortaya konulamayacağını düşünüyorum. Bu yüzden felsefe dışında en çok popüler bilim kitapları okuyorum. Akademide temelini attığım felsefe ve sanat temellerinin yanına kendi çabalarımla edinmeyi denediğim bilim okur yazarlığını eklediğimde ortaya çıkan üçgenin bana geniş bir düşünsel dünya sağladığına inanıyorum. 

‘En son okuduğum kitaplar’

Meghan O'Gieblyn - Tanrı İnsan Hayvan Makine

John Gribbin - İnsan Olmak

Charles c. Cockell - Astrobiyoloji

Sean Carroll - Büyük Resim

Francisco Varela & Evan Thompson - Bedenleşmiş Zihin

ve birkaç Budizm kaynağı Thic Nhat Hanh'ın eserleri.

PELİN DİLARA ÇOLAK'TA 5 HOURS

Spotify hesabım Pelin Dilara Çolak'ta 5 hours isimli bir oynatma listem var. Tek bir türde homojen bir liste değil; Genellikle neoclassic, jazz ya da minimalist eserlerden oluşuyor. 4-5 saatlik setler halinde çalışmayı sevdiğim için bu listeyi neredeyse her gün en az bir kez dinliyorum. Bazen bir parçayı art arda 20 kez dinliyorum, en son dinlediğim parça Philip Glass Glassworks: III.Islands.  


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler