Ayasofya Camisi’nde bir yüzellilik

Hafız İsmail’İn yaşamından bugün için çıkarılacak dersler...

Yayınlanma: 20.08.2023 - 13:00
Ayasofya Camisi’nde bir yüzellilik
Abone Ol google-news

“Ayasofya müze mi, cami mi olsun?” tartışmaları son buldu. Ne var ki cami görevlilerinin Milli Mücadele’yi ve önderini hedef alan siyasal söylemleri arada bir kamuoyunun gündemine geliyor. İddiaları yanıt da buluyor. Bu döngüde zihnimde hep aynı isim canlanıyor: Hafız İsmail. 

Önceki yazılarımda kısa özgeçmişini vermiş, İttihatçı iken milletvekili yapılmadığı için İtilafçı olduğunu, Milli Mücadele’ye de bu pencereden baktığını söylemiştim. Damat Ferit’in gözde din bilginlerindendir Hafız İsmail ve onun sayesinde çıktığı Ayasofya Camisi’nin minberinden İngiliz güzellemesi yapar.

Başkent işgal edilmiştir. Sokaklarında onların sömürgelerinden getirilen Senegalliler, Hintliler… Türkleri aşağılamakta, kadınlara musallat olmaktadır. Meclis kapanmış, milletin sesi kısılmıştır… Millici avı başlatan “böyük” demokratik devletler, yakaladığını önce Bekirağa Bölüğü’ne, oradan Malta’ya götürmektedir… İngiliz Muhipleri Cemiyeti üyesi Damat Ferit ve kukla nazırlar iş başındadır.

Böylesine bir ortamda, Darül Hikmetül İslamiye üyesi yapılan Hafız İsmail minbere çıkar. 9 Nisan 1920 gününden itibaren minberde olacak, dinleyicileriyle Ayasofya sohbetleri yapacaktır. İlk gün Galibetü’r-Rum Ayeti’ni yorumlar. (Alemdar, 10 Nisan 1920) Kuvayı Milliye’yi ateşe tapan İranlılara, İtilaf Devletleri’ni ise ehl-i kitap olan Doğu Roma’ya benzetir. Müslümanların Doğu Roma’nın yanında saf tuttuğunu anlatır dinleyenlerine ve İtilaf devletleriyle işbirliğinin islamda var olduğunu bu ayete dayanarak açıklamaya çabalar. Böylece hem kendisinin hem padişah’ın İngiliz yanlısı olmasını kutsal kitabımıza dayandırmaya cüret eder. Özellikle İngiltere’yi öne çıkarır.

Hafız İsmail mütareke döneminde İngilizci olmamıştır, İngilizseverliği daha eskiye dayanır. Mahmut Şevket Paşa’nın öldürülmesi üzerine sürgün edildiği Sinop’tan kaçıp Mısır’a yerleştiğinde başlar bu tutkusu. Övgülerinden sızan küçüklük duygusu yalnız kendisini bağlasa söyleyecek söz yok. Ama Türk milletine mal olunca yanıtsız kalması olanaksız. Neyse… Hafız, Birinci Dünya Savaşı süresince Mısır’da kalır, Müsavat gazetesini çıkarır. Türkler savaştan yenik çıktığında emperyalistlerin zafer neşesini gazetesine taşır. Kırım seferinde, 93 Harbi’nde Osmanlı’yı parçalanmaktan kurtaranın İngiltere olduğunu iddia eder. Aynı iddiayı mütareke döneminde Ayasofya minberine de taşıyacaktır (Alemdar, 11 Nisan 1920).

İngiliz Muhipleri Cemiyeti’nin üyesi olarak aynı minberde “Biz, Dünya Savaşı’nın yenikleriyiz” diyen de odur ve dost devletlere dayanarak kurtuluşa ulaşılacağını haykırır. Misak-ı Milli’yi kabul eden Meclis’e kilit vurulmasını “Layık olduğu akıbete uğradı” diye açıklar. İngiliz desteğiyle Ankara önlerine dayanan ayaklanmaları destekler. Ankara’da Türklerin Büyük Millet Meclisi açılırken o yine minberdedir. Millicileri isyancı olarak anar ve dinleyicilerinden o “taife-i bagiyle” yani isyancı grupla Allah ve onun halifesine itaat edinceye kadar savaşmalarını ister. “Kuran’ın emrettiği gibi bunlarla mücadele etmek tüm Müslümanlara farzdır” der. (Alemdar, 26 Nisan 1920)

O satırların yayımlandığı gün San-Remo’da kabul edilen Sevr taslağı kamuoyuna yansıdığında, hele İzmir’in Yunana verildiği anlaşıldığında Ayasofya’da dostlarını övecek cesareti bulamaz. Müslüman halkın Yunan alçaklığına boyun eğmektense ölmeyi tercih edeceğini söyler ve büyük alkış alır. (Alemdar, 22 Mayıs 1920) Az sonra Le Journal D’Orinet’a verdiği beyanatta ise bambaşka konuşur: “Sevr’in Türkler için ağır hükümler öngörmesinin nedeni millicilerin düşmanca tutumlarıdır” der. Emperyalistlerin “Sevr’i kabul etmezseniz İstanbul’u işgal edeceğiz” tehdidini de aynı gerekçeyle meşru bulur. (Tercüman-ı Hakikat, 4 Haziran 1920) Anadolu’da filizlenen Türk ihtilalinin Cumhuriyet’e dönüşeceğini de ilk görenler arasındadır. Daha 1920 Nisan’ında Ayasofya’da bunu dillendirir ama cumhuriyet düşüncesine karşıdır o. “Dünyada İngiltere, İtalya, Japonya devletlerinden maada hükümetler cumhuriyete inkılap ettiler. Biz ise hükümdarsız, halifesiz hiç de payidâr olamaz bir milletiz. Dinimiz, kesinlikle bunu gerektirir” der. Sevr’i reddeden Mustafa Kemal ve arkadaşlarını yeniçerilere benzetir.

SOLUĞU ELÇİLİKTE ALDI

Küçümsediği Türk milleti büyük zaferi kazandığında Hafız soluğu İngiliz elçiliğinde alır. 17 Kasım 1922’de Mısır’a gönderilir. Müsavat’ı yeniden çıkarır. Taşnak Ermenilere sütunlarını açar, Hoybun’u destekler, Ethem’in Nutuk’a yanıtlarını da o yayınlar. İngiliz ajanlığı kimliğine İtalyan ajanlığını da ekler. Ayasofya’da zorda kalınca Yunan işgallerini kınayan Hafız İsmail Kahire’de Yunan kültür ve medeniyetini övmeye de başlar. “Üç Yunanlının bulunduğu yerde bir küçük Yunanistan daima vardır” der. Türk-Yunan karşılaştırmasında Türkleri hor görmeyi sürdürür. (Ş. Halıcı, Yüzellilik Gazeteciler) Paris sürgünü Mehmet Ali Gerede’nin Kahire şubesi gibi yaşamının sonuna değin Kemalist Türkiye’ye saldırır da saldırır. Sonra yakasına dizanteri yapışır. Tedavisini Kahire’de muayenehanesi olan Nihat Reşat Belger yapar. O şikâyet eder. İskenderiye’de gönüllü sürgün hayatı yaşayan Doktor Selahattin Ali’ye yazdığı mektuplarda tedavinin işe yaramadığını söyler. Önce iyileşme umudunu sonra yaşamını yitirir. 

Tevhid-i Efkâr’ın en müthiş yabancı casusu olarak tanımladığı ve mütarekede üç yıl boyunca din kisvesi altında işlemediği cinayet kalmadığını vurguladığı Hafız İsmail, 5 Ağustos 1930 günü yaşamdan ayrıldığında Türkiye Cumhuriyeti altıncı yaşını sürmekte ve çok partili demokrasi deneyimine hazırlanmaktadır. Ne var ki Serbest Cumhuriyet Partisi kurulduğunda Hafız’ın memleketi İzmir’de tatsız olaylar çıkacak, olayları kışkırtanlar Hafız’ın o güne değin gizlice kente sokulan Müsavat’ından ve broşürlerinden güç alacaktır. (F. Ş. Benlioğlu, Demokrat Parti’nin İçyüzü ve Hataları, s. 22) 

Sözün özü emperyalistlerin maşaları ölse de maşanın tuttuğu korun tehdidi Türk Devrimi’nin üzerindedir. Uyanık olmak gerekir.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler