Neden Selfie Çekiyoruz?

Felsefecilerin teknolojiye ilişkin yaygın olarak yaptığı okuma, bir eleştiriden çok tamamen olumsuz bir yaklaşım olarak öne çıkıyor.

Yayınlanma: 10.09.2023 - 10:57
Neden Selfie Çekiyoruz?
Abone Ol google-news

“Selfie benliğin boş biçimidir.” Bu tanım Byung Chul Han’a ait. Konu üzerine yaptığı analiz biraz can sıkıcı. Kabaca şöyle diyor:

“Yüzün yakın çekimi bütün arka planı bulanıklaştırır ve dünyanın kaybına neden olur. Bu kayıp selfie öznesinde kendini iç boşluk olarak ele verir. Özne yüzün yakın çekimiyle sürekli sözü edilen boşlukta kendini üretmeye çalışır.”

Chul Han’ın tespitine can sıkıcı dememin nedeni, birilerine “Rica etsem fotoğrafımı çeker misiniz?” demeyeli yıllar geçmiş olması ve kişinin kendi yüzünü kendisinin fotoğraflıyor olmasının son derece olumlu bir gelişme olduğunu düşünmemden kaynaklı. İnsan kendi yüzünü başkasının gözünden değil kendi gözünden bir nesne olarak seyretmekte, fotoğraflamakta ve böylece kendi yüzüne alışmaktadır. Bu iyi bir şey. Çünkü insan hâlâ kendi yüzünü, bedenini ve sesini yadırgamaktadır.

İnsan, tüm evreni gören ama kendi yüzünü aracısız göremeyen varlıktır. Varoluşun en büyük esprisi de bu olsa gerek. Belki de tarih insanın kendi yüzünü bizatihi görmeye ya da eğer göremeyecekse onu ortadan kaldırmaya doğru evriliyordur, kim bilir!

Gerçekten yapıp etmelerimiz nereden nereye doğru akıyor, bunu kimler biliyor? Şunlar diye işaret edeceğimiz mutlak bir entelijansıya olmasa da Chul Han gibi felsefecilerin bu sorunla ilgilendiği biliniyor. Felsefecilerin teknolojiye ilişkin yaygın olarak yaptığı okuma bir eleştiriden çok tamamen olumsuz bir yaklaşımdır. Bu okumalarda Heidegger, Fukuyama, Chul Han ve başka isimler son derece haklı oldukları etik ve estetik kaygılar tarafından ele geçirilmiş gibidirler. “Neden selfie çekiyoruz” sorusuna felsefe çevrelerinde henüz anlamlı bir yanıt verilmiş değildir.

"Modern hayatın çökmesini ve her yeri yabani otların kaplamasını sabırsızlıkla bekliyorum" diyor Miyazaki. İnsanın doğasının otlarla kaplanmış bir dünya olması gerektiğine ilişkin bu görüş ola ki her yerin otlarla kaplandığında ne yapacağımızı, otların bizde ne tür bir değişikliğe neden olacağını bize söyleyememektedir.

Antik Yunan’ın temel felsefi kavramlarından olan “tekhne”, ortaya çıkarma anlamına gelir ve teknoloji kelimesinin kökeninde bulunur. Teknolojiyi insanın, insan olmanın karşıtı olarak okumak ortaya çıkanın insan eylemlerinden bağımsız bir şey olduğunu ima etmektir. Bu olgunlaşmamış bir eleştiri denemesidir. İnsan eylemlerinin ürünlerini bir tür “kendinde şey” olarak değerlendirmek dualite çukuruna bir de bu yolla bir daha düşmekten başka bir şey değildir.

Yaşadığımız temel sorun teknoloji aracılıyla ortaya çıkan şeffaflaşmanın hangi gereksinimden kaynaklı tarih sahnesini belirlemeye başladığını kavrayamamaktır.

İçinde bulunduğumuz dönem “dijital” kelimesiyle iş yapılan bir dönemdir. Dijital, Latince parmak anlamına gelen “digitus” sözünden gelir. İnsan, el-beyin diyalektiğiyle iş yapmaktan el-parmak diyalektiğiyle iş yapmaya geçmiştir. Chul Han, “Dijitalleşme bizi çocuksulaştırıyor” dese de dijitalleşmenin yeni bir zaman ve mekân, dolayısıyla yeni bir varlık ürettiğini de sezmektedir.

Şöyle diyor:

“Heidegger özneyi ‘varoluş’la ikame etti. ‘Dünyaya fırlatılmış’ değiliz artık. Dijitalleşme, Heidegger’in şey/eşya (ding) kavramını nihai olarak ortadan kaldırdı.”

Neden selfie çekiyoruz? Bu soruya anlamlı yanıt verilmesi için dijital bir epistemolojinin gündeme getirilmesi gerekmektedir.

İnsanın bedenden ele, elden parmaklara doğru ilerleyen zekâsı belli ki evrilmeye devam etmektedir. Bir sonraki adımda zekânın, bedeni biyolojik bir yığın olarak değerlendirip ardında bırakmayacağını kimse garanti edemez.


İlgili Haberler

Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler