‘Oyunculuk ruh çağırmak gibi’

“Ya Çok Seversen”de Füsun ile yine çok tartışılacak bir karakteri oynayan Hatice Aslan’la sahneden yaşama uzanan bir yolculuk yaptık.

Yayınlanma: 20.08.2023 - 13:00
‘Oyunculuk ruh çağırmak gibi’
Abone Ol google-news

Hatice Aslan’la bir araya gelmek her anlamda heyecan verici. Çünkü hem oyunculuk geçmişi hem de güncel yapımlarda üstlendiği roller sorulacak çok soru akla getiriyor. Şu sıralar Kanal D’de yayımlanan “Ya Çok Seversen”de Füsun’a yaşam veren Aslan bu yıl vizyona girmesi beklenen “Derûn”un heyecanını da şimdiden yaşıyor. Ayrıca ekimde sahnede olacak “Küheylan”la yeniden tiyatroseverlerle buluşmaya hazırlanan başarılı oyuncuyla daldan dala atlayan bir sohbet yaptık.

- Bugüne kadar çok farklı karakterlere rol verdiniz. Bunların içinde kötüler de var. Kötülük açısından Füsun kaçıncı sırada yer alır?

Daha kötüsü de vardı, Samanyolu dizisindeki Belkıs karakteri birinci sırada yer alır. Hasta eşinin kalkamayacağını bilmesine rağmen, kapısını kapatıp klimayı sonuna kadar açıp kocasını öldürmüştü.....  Tüylerim diken diken olmuştu senaryoyu okurken. Lale Devri’ndeki Zümrüt de fena değildi bu konuda.

- İyi veya aşık bir karakterin rolüne girmektense kötü karakterle özdeşleşmek daha zor olabiliyor mu?

Zaten içimizde hem kötü hem de iyi var olduğu için birinden birini doğurmak gibi düşünebiliriz. Bir de o tür karakterleri çalışırken gözlemlediğim bir sürü insan da oluyor. Ama gerçek hayatta sürekli o ruh halinde kalmak çok yorucu olsa gerek. Tabii ki bu karakterleri rol olarak oynamak çok keyifli ve renkli.

- Yalan söyleyen bir insanın yüz hatlarındaki değişimi incelemek ilginç olsa gerek.

Bana göre ağız kenarındaki kıvrımdır yalanı yakalatan. Enteresandır, ağızın iki tarafı aynı şekilde açılmaz.

- Bu bilgiyi gerçek yaşamda da kullanıyor musunuz?

Kullanmak zorunda kalmayayım inşallah. (Gülüyor) Yalanın içinde yaşamak yorucu bir şey, ne gereği var?

- Füsun başkasının tasarımlarını çalıyor ama kendince bir gerekçesi vardır diye düşünme ihtiyacı duyuyor musunuz?

Tabii ki… Her insanın bir korkusu vardır. O korku zaten seni yanlışlara iter. Füsun da kariyerini ve maddi gücünü kaybetmekten korkuyor. Yeteneği de yok aslında o yüzden Julide’nin tasarımları üzerinden yürüyor. Füsun da gücünü entrika için kullanmış.

- Dizide çok genç ve başarılı oyuncularla birlikte oynuyorsunuz. Farklı kuşaklardan oyuncular bir proje için bir araya geldiğinde oyunculuk eğitimi ve kavramlar açısından nasıl farklar ortaya çıkıyor?

Genelde çalıştığım oyuncular çok başarılılar. Çok fazla bir farklılık görmüyorum. Herkesten bahsetmiyorum ama bazı oyuncular günlük hayatta gördüğüm fotoğraflarıyla oynadığı karakterde aynılar. Başka bir yapıma geçiyorsun yine aynı. Gerçi yeni nesil bununla dalga geçiyor belki ama "bir karakter yaratmak" benim için çok anlamlı ve keyifli bir çalışma şekli. Senin içinde olmayan bir şeyi yaratırsan çok büyük keyif alırsın. Onun tadını çıkaramıyorlar, yük gibi geliyor. Çok kolay zannediyorlar ama günlük yaşamdan gelip sadece repliklerde yaşayarak oynuyorlar. Asıl yük o! Çok ağır, günlük hayatına da yansıyan bir yük taşıyor o anda. Role girdiğinde üstüne yeni bir kıyafet giyeceksin sonra onu çıkarıp devam edeceksin. Aynı kıyafetle devam ediyorlar. O daha çok yorucu ve yavan.

- İnsanların sosyal medya ile birlikte gerçekle bağdaşmayan farklı bir “persona”sı da oluştu. Oyuncular için de bu böyle sanırım. Siz 80’leri ve 90’ları yaşamış biri olarak bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu kadar maskelenmek bana yapay geliyor. Kendimizi yüceltmemiz, sıradanlığımızı unutmamız… ...Sonuçta bu gezegende tüm canlılar birlikte yaşıyoruz; bitkiler ve hayvanlar vs. Şu anda yeryüzünde dengesiz tüketen tek canlı, insan. Bizim özelliğimiz ne? Maalesef üretim-tüketim dengesini kuramıyoruz... Niye bu kadar dengesiz davranıyoruz? Sosyal medyayı etkilenilmemesi gereken bir mecra olarak görüyorum. Seni harekete geçirmeyen her şey sabun köpüğüdür.

- Bir rol önünüze geldiğinde kendi benliğinizden çıkıp o benliğe nasıl giriyorsunuz?

Sinema için hazırlanıyorsam gerçekten asosyal bir insan oluyorum. Kendimi tamamen o role adıyorum. Yakında “Derûn” isimli bir filmimiz vizyona girecek. Orada Marife karakteri benim için çok güzel bir deneyimdi örneğin. Ortam ve koşullar seni öyle bir yere götürüyor ki, zaten kendini kasmazsan orada oluyorsun. Öyle bir şey geliyor sana doğru, artık kullanmaya da korkuyorum anlamları çok başka yerlere gittiği için yanlış bir şey söylemek istemiyorum, “enerji” diyorlar ya… Bir nevi ruh çağırmak gibi oluyor. Sonra karakteri dinlemeye başlıyorum. Örneğin, Deniz’le röportaj yaparken nasıl bir karakter olurdu? Gittiğim yerlerde hep “Marife" nasıl tepki verirdi” veya “Füsun ne yapardı” diye düşünüyorum. Hologram gibi tarıyorum ve gözlüyorum onları.

YÜZÜMÜZ HER ŞEYİ ANLATIYOR

- Çok güzel bir kadınsınız. Bu çok sık söylenmiştir size. Ancak estetiğe ve fazladan bir bakıma ihtiyaç duymadığınızı söylüyorsunuz. Nasıl bakıyorsunuz bedeninize?

Bedenimizde bir sürü canlıyla bir arada yaşıyoruz. Onların kıymetini biliyorum. Elimden geldiğince organlarımla iyi geçinmeye çalışıyorum. Karaciğerime, mideme akciğerime, böbreklerime iyi bakıyorum. Bir arabanın bile ön panelindeki göstergelere dikkat ediyoruz. Bizim de ön panelimiz yüzümüz. Burnunuz akmaya başladıysa bilin ki, akciğerle ilgili bir sorun çıkabilir veya gözünüzde bir durum oluyorsa karaciğerinizle ilgili bir sorun çıkma ihtimali var, kulağınız böbreklerinizle bağlantılı... Bunlar bizim ön panellerimiz. Dikkat ederseniz kulak böbrek şeklindedir, dudak midedir, dil kalptir. Tabii tek başına bir gösterge değil ama bu uzuvlar bedenimize “Çok güzel olsun” diye konulmamış, hepsinin bir anlamı var.... Onun dışında hazır yiyecek tüketmiyorum. Şöyle bir faydası da var, atığım daha az oluyor, dünyayı daha az kirletmiş oluyorum. Çöp kutumun hemen dolmaması gerekiyor. Çünkü yediğimiz doğal bir şeyin sadece sapı kalıyor. Ancak pakette bir bisküvi bile yersen büyük bir poşeti var, hışır hışır. Öyle öyle birikiyor.

HER CANLI DEĞERLİ

- Yaşama karşı bütüncül bir yaklaşımınız var. Bu yaklaşımı nasıl edindiniz?

Çocukluğumdan beri gördüklerim, duyduklarım ve uyguladıklarımla... Doğanın içinde büyüdüm. Bir ağacım, bir hayvanın nasıl büyüdüğünü biliyorum. Her canlının ne kadar kıymetli olduğunu gördüm. Babadan dürüstlüğün anneden cömertliğin ne kadar önemli olduğunu öğrendim. Hep söylüyorum, dürüstlük ve cömertlik kurtaracak bu dünyayı. Yediğin meyvenin çekirdeğinin en azından birini toprağa atabilirsin. Bu minnettir, teşekkürdür. Toprağın da ağacında canlı olduğunu görünce bu kadar kolay ağaç da kesilmez.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler