Sahnede bir enerji vardır

Sahne karizması diye bir kavram varsa Yurdaer Okur, onun en iyi karşılıklarından biri olabilir. Sırf sahnede değil, ekranda ve beyazperdede yaşam verdiği her rolde silinmez izler bırakan bir isim.

Yayınlanma: 05.02.2023 - 13:00
Sahnede bir enerji vardır
Abone Ol google-news

Demir Kadın filmiyle beyazperdede kendini gösteren Yurdaer Okur, 13 Şubat’ta vizyona girecek Kadınlara Mahsus filminde de ses getirecek bir rolle izleyici karşısında olacak. Tiyatroda da Nâzım Hikmet’e yaşam vermeyi sürdüren usta oyuncu ile keyifli bir sohbet yaptık.

- Önce 27 Ocak’ta vizyona giren Demir Kadın filmiyle ilgili konuşmak istiyorum. Tabii ki bir sosyal sorumluluk projesi ama işin bir drama yönü de var. Nasıl bir kurgusu ve hikâyesi var?

Adından da anlaşılacağı üzere biyografik bir film. Neslican Tay’ın yaşamı, mücadelesi, yaşama sevinci o kadar büyük ki… Binlerce kişiye örnek olmuş bir karakter ve devrimci bir ruh kendisi. Herkesin ortak bir noktası var: Vicdan terazisi asla şaşmaz. İnsan öyle bir varlıktır, aslında hep iyinin ve erdemlinin yanındadır. Neslican’ın mücadelesi, onun her seferinde yılmadan yaşamaya çalışması o kadar önemli ki…

- Biyografik filmler “canlandırmalı belgesel” niteliğinde olabiliyor, bunun dışına çıkmak da sinematografik incelik gerektiriyor.

Nalan Merter Savaş iyi ve dokunaklı bir senaryo yazmış. Okuduğum şeyden ben çok etkilendim. Ajitasyona müsait bir konu. Toplum olarak buna yatkınız. O tuzağa düştüğümüzü düşünmüyorum. Neslican yaşasaydı bu filmi severdi diye düşünüyorum. Naz Çağla Irmak bence o kadar doğru bir yorum yaptı ki biz onunla empati kuruyoruz. Birebir fiziksel olarak benzemeye çalışmaktan çok onun enerjisini bize aktardı.

- Siz Neslican’ın doktorunu oynuyorsunuz. Aslında ağır bir rol. Bu nasıl bir duygu, biraz anlatabilir misiniz?

Doktorluk, büyük sorumluluk gerektiren bir meslek, doktoru oynamak da başka büyük bir sorumluluk. Verdiği kararlar sadece hastayı değil hastanın tüm ailesini etkileyebiliyor. Doktorlar elbette bilimsel verilerin ışığında hareket ederler ama bazen de vicdanlarının sesini dinlerler. Neslican’ın karşılaştığı ilk doktoru, onunla mücadele vermişler. Tabii ki hasta-doktor ilişkisinin ötesinde bir ilişki ve bağ var aralarında.

Özel ve bıçak sırtı yerlerde dolaşan bir karakter. Sonra doktoru Nevzat Bey’le galada karşılaştık, sarıldı, hıçkıra hıçkıra ağladı. Neslican’ın çok özel bir hastası olduğunu söyledi. Çok değişik anlar yaşadık galada, ilk defa böyle bir filmin içindeyim. Annesi, babası, dayısı bir yerde; oynayanlar da orada. Tuhaf duygulardı gerçekten, zordu.

- Özellikle tiyatro sahnesinde izleyiciyle çok değişik bir bağ kuruyorsunuz. Bunu da Ran oyununda görüyoruz. Tek kişilik bir oyun. Nâzım Hikmet’in şiir seçkilerinden oluşan bir metni var.

Nâzım Hikmet oynamak benim hep hedeflediğim bir durumdu. 2015 yılında bir oyunumuz İngiltere’de bir festivale davet almıştı. Sonra vizeyle ilgili bazı sorunlar yaşadık, gidemeyecektik. Ne yapacağız? Biletler satıldı… “Ben tek gelsem olur mu?” dedim, “Olur” dediler. Nâzım Hikmet’in şiirlerinden oyunlaştırılmış tek kişilik bir oyunla geleceğimi söyledim. Bir şekilde oyunu telefonda yaptım. 15 gün gibi bir süre içerisinde oyunu prova edip Londra Millfield Tiyatrosu’nda oyunun prömiyerini yaptım.

- Nâzım Hikmet’i nasıl özümsediniz?

Nâzım’ı ben gençlik yıllarımdan beri okurum, çok severim. 1960’larda yazılmış bir şiir sanki bugünümüze, yarınımıza bir şeyler söylüyor. Ayrıca onun savaş karşıtı tutumu, çocuklara olan inancı, geleceğe olan umudu, evrene, toprağa olan saygısı… Bunlar beni çok etkiledi. Nâzım Hikmet zamanında bunları yazmış hem ülkemizde de dünyada da hâlâ geçerliliğini koruyan bu durumlarla yüz yüzeyiz.

O yüzden bir yüzleşme oldu. Benim Nâzım’la olan yüzleşmem, ortaya çıkan enerjinin seyirciye aktarılması... Aslında bir ritüel var işin içinde. 4 metrekarelik hücrede inanılmaz şiirler yazılmış. O 4 metrekarelik alandan bütün evrene açılan enerji nasıl çıktı? Bunları irdeledik. Seyirciler çıkan bu ana ilk kez tanıklık ettikleri için çok etkileniyorlar. Hem bir oyunculuk seyrediyorlar hem Nâzım’ın yaşadıklarını görüyorlar hem o sözleri günümüz dünyası için değerlendirmiş oluyorlar.

- Sanırım tek kişilik oyunlarda oyun bir kişinin performansına odaklı olduğu için kendisini zaman içinde yeniliyor.

Evet, biz de oyuncu olarak büyüyoruz, oyun da bir şekilde bizimle büyüyor. Gelişerek değişiyor.

- Bunlar belki tiyatrocuların kendi aralarında konuştuğu şeyler ama seyircilerin de bilmesinde fayda vardır.

Bilsinler, hiçbir oyun bir öncekiyle aynı olmaz. Dediğim gibi bu bir enerji meselesidir. Sahnede bir enerji vardır, seyircinin de enerjisi vardır. O iki enerji buluşur ve ortaya çıkan şey tiyatroyu özel kılan şeydir.

KÖTÜYÜ OYNAMAYA ALIŞIĞIM

- Yaşamın sosyal yönüne dokunan rol aldığınız bir başka yapım da 17 Şubat’ta vizyona girecek Kadınlara Mahsus. Bu film için “7 kadının güçlenme öyküsünü anlatıyor” diyebilir miyiz?

Aslında kadınların birbirine gösterdiği dayanışmanın çok güzel bir örneği. Bu ülkede bir Aydınlanma olacaksa bu kadınların sayesinde olacak. Kadınlar her zaman erkeklerden ülkemizde bir adım öndedir. Anadolu kadını büyük değişimlere sebep olmuştur. Şimdiki çağda da farkındalık geliştiren kadınlar çoğalmaya başladı.

- Film 7 kadının öyküsünü anlatıyor. Kadınlardan birinin eşi ve aynı zamanda başka birinin sevgilisini oynamak birtakım tepkilere yol açacaktır diye düşünüyorum. Siz alışkınsınızdır tabii oynadığınız diğer rollerden.

Evet, oynadığım diğer karakterlere bu anlamda benziyor. Kötü örnek bir karakter ama ben çok alışığım böyle şeylere. Bu karakter de gerçekten insanlarda kötü duygular uyandıracak. Sonuçta işimizi yapıyoruz, gerçek hayatın içinden bir karakter.

YALNIZCA DEĞİNMEKLE OLMAZ

- “Sözlü kültürü yüksek bir toplum olduğumuz için kendi özümüze dönüp oradan hikâyeler çıkarırsak çok başarılı işler yapabiliriz” demiştiniz. Peki şu an televizyonda yapılan işleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Öncelikle bizim hikâyelerimizi bizim senaristlerimizin yazması gerekiyor, o önemli bir detay. Batılı mecralar ellerinde hikâye kalmadığı için bize doğru gelmeye başladı. Güzel eserler çıkmıyor değil ama derinlemesine bakınca biraz üstten geçerek yapılıyor işler. Hikâyenin de o dönemin de hakkını veremeden proje heba olup gidiyor. O yüzden burada bizim yönetmenlerimize ve senaristlerimize büyük iş düşüyor.

Oyunculukta da sadece saç sakal uzatarak karakter oyuncusu olunmuyor. Umarım daha iyi projeler, daha genç beyinler ve yaratıcı insanlar iş bulabilirler ve kendilerine yol açılır. Onlara yol açılınca eminim ortaya çok güzel şeyler çıkacaktır.

- Yer aldığınız Hakan Muhafız da özgün bir yapımdı.

Hakan Muhafız, konu itibarıyla çok özgündü fakat belirttiğim sorunlar onda da vardı. En önemli kriter bizim senaristlerimizin eserlerini, kendi sinema dilimizi ortaya çıkarmak. Dışarıdan bize “biz” gibi bakamazlar, orada bir sorun var.


İlgili Haberler

Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler