İzmir’de büyük isyan: Yıl 1727

KONUK YAZAR | Bergama eski Belediye Başkanı Sefa Taşkın, Cumhuriyet Ege için yazdı...

Yayınlanma: 05.05.2023 - 14:52
İzmir’de büyük isyan: Yıl 1727
Abone Ol google-news

Pek anılmaz ama yaklaşık 350 yıl önce, küçük bir köy olmaktan çıkıp yavaş yavaş büyük bir Akdeniz kenti olmaya evrilen İzmir şiddetli bir isyan yaşamıştı.

Bu isyanın etkileri, belki de çok geçmeden İstanbul’a yansıyacak, Osmanlı Devleti’nin üst yönetiminde önemli değişikliklere yol açacaktı. 

O zamanlar Dünya yeni, büyük bir ekonomik ve politik sıçramanın sancılarıyla karşılaşmaya başlıyordu.

Bilim ve sanatın, antik çağın birikimini de kullanarak muhteşem bir yükselişe geçtiği “rönesans”, bir anlamda “yeniden doğuş” rüzgarını da arkasına alan yeni Avrupa burjuvazisi, biriktirdiği sermayenin gücüyle, şatolara sığınmış feodal beylerin/toprak ağalarının iktidarını yıkmaya hazırlanıyordu.

1700’lü yıllardı.

Macaristan Ovalarından Arap çöllerine dayanan, birçok Avrupa Kralını dize getirip haraca bağlayan Osmanlı İmparatorluğu da elbette bu sancılardan nasibini alacaktı.

Padişah III.Ahmet, Sadrazam (Başbakan) damadı Nevşehirli İbrahim Paşa idi.

Padişah III.Ahmet

Genellikle, kırsaldaki köylünün bir kısmına el konulan geleneksel tarımsal üretimine, doğu batı arasında ve içte yapılan ticaretten edinilen “baç”a, paya, fethedilen ülkelerden alınan vergilere dayanan Osmanlının ekonomik düzeni bu koca imparatorluğun varlığını sürdürmek için yeterli olmamaya başlıyordu.  

Köylünün asker gücüyle, fethedilen ülkelerin çocuklarından devşirilenlerden oluşan Yeniçerilerin bel kemiği olduğu Ordu düşmanlarla baş edecek durumdan yavaş yavaş çıkıyordu.

Fetihler dönemi yavaş yavaş kapanıyordu.

Yakın gelecekteki “Sanayi Devrimi”nin ayak sesleri duyuluyor; Avrupa’nın silah yapım tekniği, özellikle topçulukta Osmanlıyı aşıyordu.

Macaristan ve Ruslarla 1690’larda yapılan savaşların kaybedilmesi Osmanlı Devleti’ni derinden etkilemiş, toplum içinde sık sık hoşnutsuzluklar ortaya çıkıyordu.

Avrupa’daki toplumsal ilerlemeyi, Osmanlıdaki gerilemeyi gören, yaşayan Padişah III.Ahmet, bunu önlemek amacıyla olsa gerek, Osmanlı Devleti’nde de birtakım değişikliklerine gitmeye, teknik yenilikler getirmeye başladı.

Bu gelişmede Sadrazam Damat İbrahim Paşanın da büyük etkisi vardı.

Sadrazam Nevşehirli ibrahim Paşa

1727’de Macar asıllı İbrahim Müteferrika Padişahın izniyle ilk matbaayı kurdu. Yalova’da kâğıt, İstanbul’da kumaş fabrikası, çini imalathanesi açıldı. Bir itfaiye örgütü oluşturuldu. 

Sanat ve kültür alanında ilerlemeler kaydedildi. Doğunun klasik eserleri Türkçeye çevrildi. 

Bu şehr-i Sitanbul ki bimisl-ü behadır

Bir sengine yek pare Acem mülkü fedadır”,

sözlerinin sahibi Nedim gibi şairler yetişti bu ortamda.

Lale devri şairi Nedim

Avrupa’nın birleşik güçleriyle yapılan ve birçok toprağın kaybedildiği uzun savaş yıllarından sonra 1699 yılında yapılmış Karlofça anlaşmasıyla oluşan barış ortamında İstanbul’un birçok yerinde saraylar, köşkler inşa edildi.

Ancak bu durum, toplumsal ilerlemeyi sağlayacak; elinde sermaye biriktiren bir burjuva sınıfının ortaya çıkmasına, üretim araçlarının yenilenmesine, üretici güçlerinin gelişmesine, böyle bir ortamın hukuki bir zemine oturtulmasına yol açmadı.

Geniş halk kesimleri huzursuzdu.

Artan basınç fırtınaya dönüşmek üzereydi.

***

Osmanlıda Lale Devri

“Lale Devri” denilen bu dönemde Devlete yakın üst toplumsal çevrenin parlak hayatı; bu tarz yaşama erişemeyenler, özellikle Ordu’nun temel gücünü oluşturan Yeniçeriler tarafından tepkiyle karşılanıyordu.

Kuruluşundan beri Osmanlı Devleti içinde önemli bir güç merkeziydi, devşirme erlerden oluşan Yeniçeriler.

Bu ortamda Osmanlı Devleti ve toplumu yeni çalkantılı bir döneme giriyordu. 

Üretici güçlerde oluşmayan gelişme ortamında, bu sancılı süreçte yönetici güç tarafından yapılan üst yapı yenilikleri, kültür ve sanat etkinlikleri diğer toplumsal kesimler tarafından yadırganıyor ve dışlanıyordu.

Böyle oluşan rahatsızlıklar güncel ekonomik sıkıntılarla birleşince, geniş toplum kesimlerinin huzursuzluğu mevcut yönetimle iktidar çekişmesi içinde olan kesimleri de etkiliyor, bir çatışma, başkaldırı ortamı doğuyordu.

Bunun en belirgin örneklerinden biri 1730 Patrona Halil İsyanı, Damat İbrahim Paşa’nın katledilmesi ve Padişah III.Ahmet’in tahttan indirilmesidir.

İstanbul’da Lale Devri eğlenceleri

***

Ancak bu büyük kavganın işaret fişeği İzmir’de atıldı. Başkaldırının öncülü belki de 1727 yılında İzmir’de yaşanan ve güçlükle bastırılan isyandı.

Halkın güncel ekonomik koşullardan hoşnut olmama durumu yerel beylerin iktidar, güç kavgasıyla birleşince İzmir’de çarpıcı olaylar yaşandı.

Lale Devri

Değerli bilim adamı Prof.Münir Aktepe’nin çalışmaları, Osmanlı arşivlerinden edinilen belgeler, İzmir İsyanının ayrıntılarının çoğunu gün yüzüne çıkardığı gibi bu gibi olayların anlaşılmasına bir rehber niteliğindedir.

Prof.Aktepe’nin verdiği bilgilerden, İzmir’de yaşanmış bu dikkat çekici olay izlenebilir:

1727-28 Yıllarında İzmir’de yerleşik Yeniçeriler ile İzmir Voyvodası’nın Sekbanları arasında bir kavga çıkmıştı.

O zamanki Osmanlı Devlet düzeninde Voyvodalar (bir tür Vali)  hazineye ait arazi ile Padişah ve Devletin ileri gelenlerinin gelirlerini toplamak üzere görevlendirilen, atanan memurlardı.

Lale Devri

Aynı zamanda gelir elde edilen yerin düzen ve güvenliğini sağlamak görevleriydi. 

Yörede Devleti temsil ediyorlardı.

Para ve güç onlardaydı.

Voyvodalık binaları da günümüzdeki Hükümet Konağına benzer bir işleve sahipti.

Yeniçeriler ise Devletin sürekli askerleriydi. 

Yeniçeriler

Osmanlının ilk yıllarında Padişahın av seferlerinde ona yardımcı olmak üzere oluşturulan Sekbanlık, sonradan Voyvoda gibi yerel yöneticilerin korumalığına dönüşmüştü. Sekbanlar köylüler arasından toplanan erlerdi.

Bu iki güç odağı, Yeniçeriler ile Voyvodalar arasında, muhakkak ki çıkar, daha fazla güç sahibi olma çatışmasından kaynaklanan bir çekişme vardı.

Yaşanan toplumsal hoşnutsuzluk ortamında, yerel yönetimde söz sahibi olmak isteyen Yeniçeriler, Payitaht’ın İzmir’deki memuru Voyvoda’nın Yeniçeri subaylarını tayin etmesine karşı çıkıyordu.

***

Her toplumsal patlamanın bir gerekçesi vardır!

Bir Sekban

Anlaşmazlık büyüdü, Yeniçeriler ile Voyvoda’nın Sekbanları, korumaları arasında kavgaya evrildi.  

İzmir’de asayiş bozuldu. Olay Yeniçerilerin isyanına dönüştü.

Yeniçeriler yalnız başlarına Devlet’in İzmir’deki temsilcisi olan Voyvoda’ya üstün gelemeyeceklerini biliyorlardı.

Halk olmadan isyan olmazdı!

Yandaş bulmak için Kadifekale yakınındaki Yoncalık denilen yerde bir toplantı yaptılar.

Oldukça büyük bir kalabalık Kadifekale eteklerinde bir araya geldi.

Durumdan etkilenmiş olmalıydılar ki, Voyvoda’dan memnun olmayan kentin saygın kişilerinden, Serdengeçti ağalarından Burnu Çalık oğlu Halil ile Muhtesip oğlu Ahmet de onlara katıldı.

Her ikisi de İzmir’de tanınan, Devlet için fedakarlıklarda bulunmuş kişilerdi. 

Serdengeçtiler Osmanlı askerlik düzeninde, sınır boylarında öncü güç gibi savaşan “Akıncılar”dandı. Ölümü hiçe sayarak düşmana saldıran, her türlü tehlikeli görevi yapan gözü pek savaşçılardı. 

“Yalınkılıç” ya da “Dalkılıç” da denirdi onlara. Toplum bu saygın kişilerin sözünü dinlerdi.

İsyanda başı çeken Yeniçeriler, yanlarına yeni katılanlarla birlikte, kentin ortasında, bugünkü eski İzmir’de, Tilkilik’te bir araya geldiler ve hareket geçtiler.

Eski İzmir

***

Devletler isyanı sevmez!

Ya kurulu düzenin olduğu gibi sürmesini isterler ya da olumsuz koşulların onların eliyle yavaş yavaş değiştirilmesini.

İzmir’de Devletin en önemli memurlarından İzmir Kadısı ve bazı Ayanlar kentte oluşan kargaşayı, isyancıları yatıştırmaya çalıştılar.

“Kadılar”, Osmanlı Devlet düzeninde, büyücek bir yerleşim yerinde Devlet tarafından atanmış, şer’i (İslam kurallarına göre) ve idari yargıdan sorumlu kişilerdi. Bazı başka kamu görevleri de vardı.  

“Ayanlar” Devlet tarafından kentin ileri gelenlerinden seçilip belirlenen, Devletin bir takım yerel işlerini gören, çıkarlarını gözeten kişilerdi. Bir kente birden fazla Ayan görevlendirilebiliyordu.

Mademki İzmir’deki huzursuzluğun nedeni Voyvoda idi, kentte Devletin diğer etkili kişiler ve bazı Ayanlar asilere, Payitahtla görüşüp Voyvoda ve yakınlarının şehirden uzaklaştırılabileceğini söylediler.

Ancak ok yaydan çıkmıştı.

İlk adımda sözlerini geçirdiklerini gören İsyancılar Kadı’yı dinlemediler.

Arkalarına kentin bazı başka ileri gelenlerini ve halkı alan Yeniçerilerin bu kararlı başkaldırısı, kentte yönetimden memnun olmayanların ve bu ortamda daha fazla güç ve çıkar elde etmek isteyen birçok kesimin de isyancıları desteklemesine yol açtı.

Voyvoda’nın yanında duran Ayan Hacı Osman Ağa ile aralarında çekişme olan, yine kentin ağır kişilerinden Derviş Efendi ve Hacı Seferoğlu İbrahim Efendi gibi Ayanlar isyancılardan yana tavır koydular.

Toplumsal hareket büyüyordu.

Cephe genişliyordu.

Yeniçerilerin yanına, önemli Serdengeçtilerin, bir kısmı etkin Ayanların katılımıyla İsyancılar daha da güçlenmişti.

Kadı Efendinin, Devletin İzmir’deki diğer adamlarının asileri yatıştırma çabaları sonuç vermiyordu.

Böyle ortamlarda talep talebi doğurur!

Güçlerinin farkında olan İsyancılar, yerel Devlet yöneticilerinin kendileriyle başa çıkamayacağını anlamıştı.

***

Peki İstanbul, Padişah III.Ahmet ne diyordu bu duruma?

Osmanlı Ülkesinde Devlete karşı çıkmak, baş kaldırmak o kadar kolay değil, çok tehlikeliydi.

Osmanlının tokadı pek yamandı!

Vurdu mu indiriyordu!

İsyancılar bu başkaldırı eylemlerinden dolayı Padişahın onları cezalandıracağından korkmuşlardı. 

Daha önce sözünü dinlemedikleri Kadı Efendiye ve taraf tutmayan bazı Ayanlarla tekrar görüşmek istediler.

İstanbul’un devreye girmesinin kendileri için hiç hayırlı olmayacağını biliyorlardı.

Huzursuzluğun, başkaldırının nedeni halka zulmeden Voyvoda ve yandaşı Ayan Hacı Osman Ağa idi.

Önce onlar görevden alınmalıydı.

“Davranışları Padişaha, Devlete yönelik değildi”.

Merkezi ele geçirme niyetleri,  güçleri olmayan isyancılar çevreyi temizlemek istiyordu!

***

Köklü toplumsal dönüşümler önermeyen, böyle bir önermenin oluşması için gerekli koşulların oluşmadığı bir ortamda yaşanan bir başkaldırı ya ezilir ya da karşıtlarıyla uzlaşma yolları arar.

İsyancılar görüştükleri Kadı Efendi’den, bu durumu anlatması için bazı Ayanlarla beraber İstanbul’a gitmesini, durumu, taleplerini Padişaha bildirmesini istediler.

Güç göstermişler, bazı yönetsel istekleri yerine gelmiş, toplumsal basınç sert bir biçimde kendini ifade etmişti.

Asiler, İstanbul’un yaman sahiplerinden korkularının da etkisiyle kazanımlarını yeterli görmüşler, durmayı mı düşünmüşlerdi acaba?

Ya da Devlet sert bir biçimde üzerlerine gelmeden daha fazla güç toplamak için bir oyalama amacı mı güdüyorlardı?

Bu istem Payitahta iletilince İzmir’deki kargaşayı daha da büyümeden sulh ile yatıştırmak isteyen Padişah III.Ahmet ve damadı Sadrazam İbrahim Paşa, isyancıların isteklerini kabul etti.

Soruna neden oldukları ileri sürülen İzmir Voyvodası ve Ayan Hacı Osman Ağa İstanbul’a çağrıldı ve İzmir’e dönmemek üzere başkentte alıkondu.

Padişah III.Ahmet daha da ileri gitti. 

Kasım 1727’de İzmir Kadısına bir buyruk göndererek; İstanbul’da tutuklanan, isyancıların karşı çıktığı Ayan Hacı Osman Ağa’nın yerine İsyancılardan yana olan Derviş Efendiyi Baş Ayanlığa atadı.

Şikayetçi olunan İzmir Voyvodasını da görevden aldı, yerine Sadrazam Damat İbrahim Paşa’nın deneyimli çuhadarı Hacı Süleyman Ağayı, Devletin İzmir’deki baş adamlığına, Voyvodalığa  getirdi.

Osmanlı Devlet düzeninde “Çuhadar”lar büyük Devlet adamlarının giysilerinden sorumlu kişiler idi.

Giyim kuşam Devletin şanıydı!

Padişahın ve Sadrazamın giyeceklerini koruyup taşıyan, Osmanlı Sarayının önemli memurlarındandı. Çuhadan, yünden yapılmış bir giysi giydikleri için onlara bu ad verilirdi.

İsyancıların taleplerini kabul ederek; yereldeki Devlet görevlilerini değiştirerek, baş kaldıranları affederek Payitaht İzmir’de sükunetin tesis edileceğini umuyordu.

Bu nedenle bunu sağlamak için de bölgeye Çuhadar Hacı Süleyman Ağa gibi yüksek seviyede bir memur gönderiyordu.

***

Ancak Payitahtın ortamı yumuşatma girişimi, bu yeni atamalar İzmir’de halkın hoşnutsuzluğunu giderecek bir sonuç yaratmamıştı. 

Toplumsal basınç patlamayı sürdürmek istiyordu demek! 

İleri geri dolaşıp duruyordu ortalıkta söylentiler.

Dedikodu gergin ortamlarda çok etkili bir silahtır…

Bilinmeyene, belirsizliğe karşı ortaya atılan bir sava inanmak çok kolaydır.

Aykırı sözcükler kulaktan külaha çok hızlı yayılır.

Sevilmeyen, istenmeyen Ayan Hacı Osman’ın İzmir’e geri döneceği söylentisini yayıldı kentte. 

Onlara verilen sözlerin uygulanmayacağından kuşkulu olan isyancılar, Kadı ve yeni atanmış Voyvoda Süleyman Ağa’nın da kararlarına karşı çıkmaya başladılar.

İstanbul bu huzursuzluğa karşı yine sakin davranıyor görünüyordu.

Ateşin üstüne ateşle gitmenin zamanı daha gelmemiş olmalıydı!

***

Payitaht, daha önce görevden alınan Osman Ağanın geri dönmesinin söz konusu olmadığını İzmirlilere bildirdi. Kadının ve atadığı yeni Voyvoda Süleyman Ağa’nın buyruklarına uyulmasını istedi.

Ancak sonuç alınamadı

Önce uzlaşma isteyen, onlara zorbalık yapan yöneticilerin görevden alınmasını bekleyen ve bunu başaran isyancılar bu buyruğa uymadılar.

Belki de istemlerinin karşılanmasını Devletin bir zayıflığı olarak algıladılar. 

Belki de güçlerinin tadını almışlardı.

Baş kaldırının, sonucuna aldırmadan insanı hoşnut kılan bir yanı vardır! 

Belki de isyancıların istemleri tam olarak karşılanmamış, gelen gidenden farklı değildi.

İsyancılar başı buyruk davranmayı sürdürdüler. 

İzmir’de toplumsal atmosfer de buna uygundu demek! 

Halkın huzursuzluğunun, yaşam koşullarından hoşnutsuzluğunun getirdiği başkaldırı ortamı sönmemişti. 

***

Yeni Voyvoda Çuhadar Hacı Süleyman Ağa’ya da boyun eğmek istemiyordu halk. 

Tepki yeniden alevlendi.

Bu yeni ortamda halkın sözcülüğünü, isyancıların isteğiyle Baş Ayanlığa getirilmiş olan Derviş Efendi ile yandaşı Hacı Seferoğlu İbrahim Efendi yapıyordu.

İsyancıların artık kent yönetiminde de temsilcileri vardı.

Sakinleşmiş gibi görünen durum hala dışa vurmak isteyen birikim içeriyordu demek!

Kentteki üst sınıflara mensuplar arasında da çelişkiler anlaşılan derindi!

İsyancılara katılmış zengin efendiler de üstlerinde Osmanlının ağır gölgesini görmek istemiyorlardı!

Bu kadar merkeziyetçi Devlet her kesime sıkıntı veriyordu. 

İzmir’de huzursuzluk ayyuka çıktı. Yeni katılımlarla birlikte isyan daha da büyüdü.

Alttan gelen baskıyla direniş yaygınlaştı.

Devlete başkaldırı İzmir dışına taştı.

Burun-ili (Bornova), Bınar-başı (Pınarbaşı), Kilizman (Güzelbahçe), Tahtalı köylerinden, Turgutlu, Tire, Manisa’dan isyancılara katılanlar oldu.

Direnen isyancıların isteklerini kabul ettirdikleri kulaktan kulağa yayılıyordu.

Daha iyi yaşama koşulları, daha özgür bir ortam istiyor olmalıydı insanlar!

Osmanlı için ise durum giderek tehlike arz etmeye başlamıştı. 

Otorite zaaf gösteremezdi.

***

Gelişmeleri tehlikeli bulan İstanbul’un bu duruma bir çare bulması gerekiyordu.

Koca Osmanlı Devleti’ydi bu!

Geç bile kalmıştı!

Halkı peşine takan üç beş çapulcuya hadleri bildirilmeliydi artık.

Padişah III.Ahmet bu durumun sonlandırılması, “fesat ve şakavet/kargaşa ve bozgunculuğun” önlenmesi için yeni bir ferman çıkardı.

Artık koca devletin gücünü gösterme zamanı gelmişti.

Önce Payitahtta, Devletin en üst din adamı Şeyhülislam Yenişehirli Abdullah Efendi bir fetva yayınlayarak isyancıların katlinin uygunluğunu (vacip olduğunu) buyurdu.

Dinlerine düşkün ve derinden bağlı İzmirlilerin bu fetvaya uyacağı umuluyordu.

Çağlar boyu “din”, kimi yöneticilerin ve çevrelerin emellerine ulaşmak için bir araca dönüştürülmeye çalışılmıştı. 

Devlet İzmirli isyancıların üzerine her yönden yüklenmeye karar vermişti.

Payitaht, İzmir ve çevresindeki kendine bağlı her kuruma birer hüküm/yazlı emir göndererek isyancıların yok edilmesini istedi.

Osmanlı tehlikeyi görmüştü. Tutumunu sertleştirmeliydi.

Ancak bu girişimler de etkili olmadı.

İzmir’de Hükümete bağlı, bu kararların uygulanmasını sağlayacak kadar güçlü silahlı kuvvet yoktu.  

Üstelik bazılarının el altından isyancılarla iş birliği yaptığı biliniyordu.

Sultan III.Ahmet buyruklarına uymayan bu gibi Devlet görevlilerinin de aynı isyancılar gibi cezalandırılacağını ilgililere bildirdi.

Ortam iyice gerilmişti. İp kopmak üzereydi.

İsyancılarla Devlete bağlı güçler arasından yeniden şiddetli çatışmalar yaşandı İzmir’in alımlı körfezinin kıyısında.

O beyaz köpükler al kana bulandı.

Bu ortamda, asiler üstün geliyor olmalıydı ki Osmanlının göreve getirdiği Voyvoda Çuhadar Süleyman Ağa İzmir’den kaçtı. 

Canını kurtarmak için İstanbul’a gittiği söylendi.

***

Önce baş kaldıran, sonra geri çekilen, ardından tekrar davranan İsyancılar, Padişahın bu kararlı ve sert adımları karşısında duraklama gereği duydular.

Tabii ki Osmanlının bin bir deneyime sahip merkezi Devlet gücü bu baş kaldırıyı da bitirecek yeterlilikteydi.

Çekinilecek bir güçtü “O”.

Bütün bu olanlara, başına buyruk olma niyet ve isteğine rağmen isyancılar “akıllı olmalıydı”. Nerede durmaları gerektiğin bilmeliydi.

“İsyancılar şimdilik” güçlerini meşrulaştırmak, kendilerini Devlete kabul ettirmek istiyorlardı ki olan biteni açıklamak için, daha önce yaptıkları gibi İzmir’deki yerel Devlet yetkililerini değil bu kez kendi adamlarını, Derviş Efendi ve Hacı Sefer oğlu İbrahim Ağayı, 15-20 kişilik bir heyetle İstanbul’a gönderdiler. 

Oysa hayli kızgındı Osmanlı başkenti.

Sadık gibi görünüp baş kaldırmak kabul edilemezdi.

Bu tür olaylar ülke çapında yayılmadan bastırılmalı, atılacak tokat herkese ibret olmalıydı.

Payitaht, ayağına kadar gelen isyancı önderlerinden Derviş ve İbrahim Efendi’yi derhal tutukladı.

Oyun olur muydu hiç Osmanlıyla?

Osmanlı oyun kurardı!

Patrona Halil

***

Ancak bazı görüşlere göre; İsyanın iki elebaşısının kendi ayakları ile karşı çıktıkları gücün merkezi İstanbul’a gitmek gibi bir tedbirsizlik yapmaları mümkün değildir. 

Öyle ya da böyle, isyan sürüyordu ki Sultan III.Ahmet isyancılarının üstüne bu kez büyük bir güç göndermeye karar verdi.

İstanbul’u lale çiçekleriyle süsleyen III.Ahmet’in kararıyla İzmir’in isyan çiçekleri ezilmeliydi. 

Aydın Vilayeti muhassılı (vergi toplayıcısı) Vezir Abdullah Paşa bu iş için görevlendirildi.

Ona, daha önce İzmir’e Voyvoda olarak tayin edilen, ancak kentten kaçan Süleyman Ağa ile işbirliği yapması emredildi.

Padişah yayınladığı fermanlarla; (Afyon) Karahisar, Kütahya, Saruhan (Manisa) sancakları mütesellimleri (yerel yönetici vekilleri) ile Bayındır, Bergama, Menemen, Denizli, Turgutlu kazaları Voyvodalarından, bölgedeki bütün Osmanlı güçlerini harekete geçirmelerini, isyancıları derhal yakalayarak Vezir Abdullah Paşa’ya teslim etmelerini buyurdu.

Bütün bu önlemlere rağmen Abdullah Paşa, isyancıların gücünden çekiniyor olmalıydı ki Aydın’dan yürüyüp doğrudan İzmir’e girmedi. Kent dışında konumlandı. 

Ne de olsa koca bölgeyi ayağa kaldırmıştı isyancılar.

Her yerde yandaşları vardı.

Başka bir yola, hileye başvurdu.

Baş kaldıranların önderlerden Çalıkzade Halil ve Muhtesipoğlu Ahmet’e haber göndererek isyandan vazgeçmeleri durumunda onlara dokunulmayacağını ve İzmir’in yönetiminin de onlara bırakılacağını vaat etti.

Söz büyük Osmanlı Devletinden geliyordu ya, asiler Paşa’ya inandılar.

Ya da bu gerginliğin böyle sürmeyeceğini görmüşler, kazanımlarını koruyarak İzmir’de bir sulh ortamı sağlanacağını ummuşlardı. 

Üstelik İzmir’in yönetimi onlara bırakılıyordu.

Demek ki İsyancı elebaşları içinde Devletin onları yine de hoş göreceği yönünde bir beklenti vardı.

Asiler, Osmanlı Devleti’ni üst düzeyde temsil eden Abdullah Paşa ve beraberindekilerle İzmir yakınlarında buluştular.

Paşa, İzmir dışında kurduğu otağda davet ettiği İsyan önderlerine ilk gün gayet iyi davrandı.

Bunu görüp kendilerine zarar verilmeyeceğine güvenen diğer isyancı elebaşları da ertesi gün hiçbir önlem almadan, çekinmeden Paşa’nın huzuruna geldiler.

İsyanda başı çekenlerin bir araya gelmesini sağlayan Abdullah Paşa hepsini tutuklattı ve hızla İzmir’e girdi.

Başsız kalan asileri neye uğradıklarını anlamadan yakalattı ve öldürttü. Kaçanları izlemeye aldı.

İsyancı elebaşlarından: Burnu Çalıkzade Halil, Muhtesip oğlu Ahmet, reis-ül ayan Derviş Efendi, Hacı Sefer oğlu İbrahim Efendi, Sarı İvaz, Ömer Ağa yakalanarak, Çanakkale’nin Anadolu kıyısındaki Kal’a-i Sultaniye hapishanesine kapatıldı.

1728 yılı Mart ayı ortalarında yaşanan bu gelişmeler sırasında asilerin adım adım izlenmesine rağmen bir kısım isyancı Abdullah Paşa’nın İzmir’e girmesinden bir gün önce, olacakları fark etmişlerdi ki, Dubrovnik (Raguza) gemisi ile Sakız adasına kaçmıştı.

Yakalanan isyancılarının bir kısmının affedilmesi bir kısmının cezalandırılmasının ardından 1728 yılı Nisan ayında Abdullah Paşa, Padışah III.Ahmet’in emriyle Aydın’a döndü.

Yakalanmayanların sürdürdüğü kargaşa daha bir müddet devam ettikten sonra söndü.

Bölgede asayiş sağlanmış, isyan bastırılmıştı.

***

Patrona Halil İsyanı-İstanbul

Ancak İzmir isyanının toplumsal nedenleri genelde ortadan kalkmamış olmalıydı ki iki yıl sonra İstanbul’da, Osmanlı tarihini etkileyen önemli olaylardan biri yaşanacaktı.

Patrona Halil adlı Yeniçeri yüzbaşısı önderliğinde başlayan isyan Padişah

 III.Ahmet ve Sadrazam Damat İbrahim Paşa’nın Devleti Avrupa’nın yenileşme girişimleriyle tanıştırma çabalarını kesintiye uğratacak, “Lale Devri” olarak adlandırılan dönem sona erecekti.

İstanbul kan gölüne dönüşecek, yıkılmadık göz alıcı köşk kalmayacaktı 

Kültürel üst yapı değişiklikleri; toplumsal ve ekonomik alt yapı, üretici güçlerin gelişmişliğiyle uyumlu olmadıkça, toplumun önemli bir kesimi tarafından tepkiyle karşılanıyor, reddediliyordu.

Tabii ki bu tepkilerin ayaklanmaya dönüşmesinde, halkın refah seviyesinin düşmesi ve özgürlük istemleri belirleyici oluyordu. 

İzmir İsyanının yakalanamayan önderlerinden Emir Ali de 1730 yılında İstanbul’da başlayan “Patrona Halil İsyanı” olarak bilinen başkaldırının örgütleyicilerindendi.

Emir Ali,  İzmir’de yaşamış olduğu başkaldırı deneyimini İstanbul’a taşımış olmalıydı.

İzmir İsyanı halkın ekonomik sıkıntılarıyla beslenen, var olan düzenin egemenleri arasındaki çıkar çatışmalarıyla gelişen, baskıcı bir yerel yönetime karşı, özünde Devletin kendine yönelik olduğunu kabul ettiği, değişik toplumsal katmanları katıldığı bir olaydı.

İki yıl sonra yaşanan Patrona Halil isyanında asiler “din elden gidiyor” ögesini davranışlarının önüne koyarken,  Avrupa’da yaşanan kültürel ve teknik yenileşmelere uyma çabalarını “günah” kabul eden anlayışı kendine kalkan yapacaktı.

Oysa oldukça muhafazakâr, dine ve geleneklere bağlı bir kent olmasına karşın İzmir’in isyancılarının, İstanbul’dakinin aksine hiçbir dinsel öge arkasına sığınmaması ilginçtir.

Sonucunun Patrona İsyanı kadar çok yıkıcı olmamasının bir nedeni de belki budur.

İzmir’in dağları kırmızı gelincikler; dereleri pembe zakkumlar, mavi hayıtlar; körfez kıyıları beyaz köpüklerle kaplıdır.

Sefa Taşkın

05.05.2023

Karşıyaka/İzmir


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler