Tekrarın tekrarı: Foça’dan İzmir’e: 4 Nisan 1739

KONUK YAZAR | Bergama eski Belediye Başkanı Sefa Taşkın, Cumhuriyet Ege için yazdı...

Yayınlanma: 03.03.2023 - 15:08
Tekrarın tekrarı: Foça’dan İzmir’e: 4 Nisan 1739
Abone Ol google-news

Tarihi yabana atmamak lazım!

Toplumumuza tarih yön gösteriyor aslında.

Olası olumsuzluklara karşı insanlarımızı uyarıyor.

Sürekli değişmesine rağmen dünyamızda ve insan yaşamımızda, alınacak yolda çok fazla seçenek yok, çünkü.

Örneğin Doğa’yı iyi tanıdığında insan, bir yerde depremin olabileceğini ya da olmayabileceğini bilebiliyor.

Olacaksa ya küçük sarsıntılarla gelip geçecek ya da şiddetle yeri yerinden oynatıp felaketlere neden olabilecek.

17-18. yüzyılda İzmir.

***

Tarihin kaydettiği, 1688 yılında meydana gelen deprem İzmir için büyük bir felaketti.

İzmir Körfezinin doğu sahilini güneyden kuzeye dolanan, Güzelbahçe’den Pınarbaşı’na uzanan “İzmir Fayı”nın kırılması ve burada, yer kabuğundaki kırıkta birikmiş enerjinin hızla boşalması bu depreme neden olmuştu.

İzmir yıkılmış, yaklaşık 50 bin kişinin yaşadığı kentte, muhtemelen 16-19 bin kişi ölmüştü.

Coğrafyasının konumu, bölgenin doğası gereği birçok fayın, yer kabuğu kırığının var olduğu, sık sık yer sarsıntısının yaşandığı İzmir çevresinde ikinci büyük yıkım, Osmanlı zamanında meydana gelen ikinci büyük deprem Foça çevresinde yaşandı. 

1688 felaketine yol açan şiddetli sarsıntıdan sonra İzmir irili ufaklı birçok deprem görmüştü.

Tarihçi Prof. Erhan Afyoncu’nun verdiği bilgiye göre 1690, 1694, 1702, 1705, 1706, 1707, 1708, 1709,1713, 1716, 1717, 1718, 1723, 1728, 1732 ve 1737 yıllarında İzmir'de meydana gelen depremler korku ve hasara yol açmıştı.

Belki de bu depremlerin çoğu, 1688’deki büyük depremin tetiklediği fayların kayması sonucuydu. 

Bunların en etkililerinden biri olan, 1723’te İzmir’de meydana gelen deprem yine hatırı sayılır bir yıkıma neden oldu.

Prof. Mübahat  S.Kütükoğlu’nun kaydına göre, bu depremde kentte altmış civarında ev yıkılmış, 500 kişi ölmüştü.

Balçova yöresinde İzmir fayının genel görünümü. Sağ öndeki eğim kırıklıkları yapay olarak değiştirilmiş fay sarplıklarına karşılık gelir -bakış doğuya. (Foto ve tanım: Ömer Emre-MTA). 

*** 

Deprem doğa yasaları gereği yeri yerinden oynatıyor, sarsıyor, insanlara kendini hissettiriyor, önlem yoksa acımıyor.

İzmir çevresi 1688’in ardından, zaman zaman meydana gelen daha hafif sarsıntılardan sonra en şiddetli depremi 1739’de yaşadı.

Ülkemizin ilk kadın jeologu ve deprem uzmanı Prof.Nuriye Pınar’ın ve Ervin Lahn’ın 1952’de hazırladığı Türkiye’nin Deprem Kataloğuna göre 1739 yılında meydana gelen Foça merkezli, İzmir’i de şiddetle etkileyen deprem 6.8 büyüklüğündeydi.

İstanbul doğumlu, yurt dışında eğitim almış ve uzun süre çalışmış Nuriye Pınar 1939 Erzincan depremi sonrasında Türkiye’de geliştirilen yapı yönetmeliği çalışmalarında bulunmuştu.

1956 yılında ABD’de "Dünya’daki tek kadın deprem uzmanı jeolog" olarak ilan edilmişti.

Yani, depremle ilgili bilimsel birikim daha 1939’larda Türkiye’de vardı.

Ülkemizin karar vericileri ve yöneticilerinin elinde onların davranışlarını yönlendirebilecek veriler o zamanlarda da mevcuttu.

Prof.Pınar çok yönlü bir hanımefendiydi. Dönemin Demokrat Parti Genel başkanı ve Başbakan Adnan Menderes tarafından TBMM, 10. ve 11. Dönem İzmir Milletvekilliğine getirildi.

O günün koşullarında, siyasal nedenlerle 1960’da Yassıada da yargılandı ve 2.5 yıl hapis yattı.

***

Son Seferihisar (2020) Depreminde zarar gören Eski Foça Dış Kale duvarları 

Bölgede yaşanmış etkili yer sarsıntıları hakkında “İzmir “Depremleri” adlı kapsamlı bir kitabın yazarı olan Prof.Melih Tınal’ın, bu kitapta anlattığı olaylar ve gösterdiği kaynaklardan “1739 Foça Depremi” hakkında ayrıntılı bilgi sahibi olunabiliyor.

İngiliz deprem bilgini Prof. Nicholas N.Ambraseys ve Caroline Finkel’in de 1995’de aktardığına göre, İzmir’i bir kez daha yıkan 1739 depreminin merkez üssü Foça çevresi idi.

Bu şiddetli sarsıntıyla Foça koyundaki kuleler ile  “Yeni Foça”, “Eski Foça ve “Yeni Boğaz” kalelerinin surları tümüyle yıkılmıştı. Eski Foça’nın dörtte üçü harap olmuştu. 

Eski Foça Kalesinin kapıları, duvarları yıkılırken Kale içindeki Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılan, daha sonra Kanuni Sultan Süleyman tarafından imar edilen Fatih Camii olarak anılan cami de harap olmuştu.

Bu depremin yaydığı yıkıcı dalgalar yakın çevreyi de yerinden oynattı. 

Prof.Tuncay Baykara, Prof. E.Afyoncu gibi bilim insanları, “bu depremin etkisiyle Gediz Nehri deltasını oluşturan büyük bir kara parçasının sulara gömüldüğünü” yazıyor.

İTÜ’den Prof. Şafak Altunkaynak Foça çevresinde canlı, yanal yönde hareket etme potansiyeline sahip üç adet canlı fay hattının saptandığını bildiriyor. 

Son günlerde, 9 Eylül Üniversitesinden Prof.Derman Dondurur, İzmir Körfezi açıklarında, Foça-Karaburun arasında, denizde yeni birçok canlı fayın bulunduğunu açıklıyor.

***

Prof.Afyoncu ise 4 Nisan 1739’de olan bu depremin İzmir’de meydana geldiğini, bu depremle birlikte denizde büyük bir gürültü duyulduğunu ve etrafa pis bir koku yayıldığını yazıyor.  

Bu pis koku 1688 İzmir depreminde de vardı ve muhtemelen depremle oluşmuş yer yarıklarından sızan gazlardı.

Bu değerli bilim insanımızın çoğunun çalışmalarından 6.8 büyüklüğünde olduğu ifade edilen Foça merkezli depremin İzmir kentinin özellikle deniz kıyısında, yumuşak zemine sahip yerleşim alanlarında etkili olduğu öğreniliyor.

Menemen-Foça-Aliağa’ya yakın Türkmen Köyü’nde fay (Foto: Ömer Emre-MTA)

1600-1700 yıllarında da İzmir kentinin üzerinde bulunduğu toprağın üzerine yapılmış yapıların depreme karşı dayanıklılığının   zeminin yapısına bağlı olduğu, kenti ziyarete gelen Avrupalılar tarafından fark edilmişti.

Daha 1694’de İzmir’e uğrayan Fransız Jean Du Mont, Prof.Necmi Ülker’in aktardığına göre, “şehrin Pagos Dağının (Kadife Kale) üzerinde ve eteklerinde kalan kısmının, depreme karşı düz alanda ve deniz kıyısında bulunan bölgeden daha güvenli olduğunu” kaydediyordu.

İzmir’in “Hizmet Yanık Yurt” gazetesi yazarı Raif Nezihi’nin 1925’de yazdığına göre, 1739 “depremi İzmir halkı üzerinde büyük bir manevi çöküntü yarattı. Halk ya kent dışına kaçtı ya da evlerinin avlularında yaşamaya başladı.” 

Prof.Melih Tınal’ın, İzmir’deki Marsilya temsilciliğinin arşivlerinden yararlanan Fransız yazar Jean Vogt’dan aktardığına göre, “bu depremde İzmir’in Frenk Mahallesinde (Alsancak-Kordonboyu) yıkılmayan ev yoktu”. 

23 temmuz 1949 depremi

Bu depremin sarsıntılarıyla İzmir’de altı minare çökmüştü. 

Kentte Gayrı Müslimler arasında çıkan söylentilere göre, bu depremin nedeni, İzmir baş papazının yaptığı yolsuzluklar karşısında Tanrı’nın onlara verdiği cezaydı!

Demek depremin yanı sıra o dönemde bile yolsuzluklar vardı!

Bilginin olmadığı yerde insanlar hurafelere inanarak ya gerçeklerden kaçıyor ya da olaya ilahi bir neden bulup kendilerini rahatlatıyor/kandırıyorlardı.

Oysa bilim dışılık insanları ölüme götürüyor.

Yine Jean Vogt’un verdiği bilgilere göre, Foça depreminin İzmir’deki etkileri artçı sarsıntılarla yaklaşık bir ay daha sürmüş, bu sürede İzmir’de 1.500 kişi ölmüştü.

***

Piri Reis’in (1465-1553) İzmir Körfezi haritası ve Gediz’in körfeze döküldüğü İzmir Körfezindeki o zamanki yer.

Constantinos İkonomos ve Bonoventura Slars’ın, 1925’de “Etud de Smyrne” adlı çalışmasında verdiği bilgiye göre de “1739 yılı nisanında Foça’da meydana gelen deprem çok şiddetliydi (hatta depremlerin en şiddetlisi). 

Depremin, 6.8 gibi sayılarla ifade edilen gücüne, “depremin yüksekliği”, yaptığı zarar ve tahribatın ölçüsüne, “şiddeti” deniyor.

C.İkonomos’un anlatısına göre, bu deprem sırasında İzmir’de birçok ev yıkılmış, birçok insan yataklarından yıkıntılar altında kalarak, ezilip ölmüştü.  

Depremden halk öyle korkmuştu ki herkes bütün yazı evlerinin avlusunda ya da bahçesinde geçirmişti. Bir kısım halk da başka yere taşınmıştı.”

Prof. E.Afyoncu, bu depremde İzmir’de 80 kişinin hayatını kaybettiğini, artçı sarsıntıların eylüle kadar dinmediği için İzmirlilerin kışı açık alanlarda geçirdiğini,  1739 depremi sonrasında yabancıların ve Gayrimüslimlerin yaşadığı bölgenin yeni bir mimariyle inşa edildiğini bildiriyor.

Demek bu deprem yıkılan şehrin yeniden imar edilmesine neden olacak kadar şiddetliydi.

Prof.Nahide Şimşir ise İzmir’de kent yerleşimi ile ilgili köklü değişimin, Foça depreminden iki yıl önce, 6 mart 1737’de İzmir’de meydana gelen daha az güçlü depremden sonra çıkan yangında kentin büyük kısmının yanması sonucu olduğunu yazıyor:

“İzmirlilerin yazı bahçelerde geçirmesinden sonra başlayan yeni yapılaşmada, sınırları kesin çizgilerle ayrılmış Müslüman ve Gayrı Müslim mahalleleri arasında ayrımın kalmadığını, Gayrı Müslimlerin de Müslüman mahallerinden ev aldıklarını, arsa da alıp konut hatta havra gibi kendi ibadethanelerini yaptıklarını” kaydediyor.  

Deprem ve yangın zarar verirken etnik ve dinsel ayrılıklar tanımıyordu.

Acı ortaktı!

****

İzmir-Karşıyaka sahili-1927

Prof.Melih Tınal, 1739 Foça depreminin İzmir’e olan yansıması hakkında, 1688 “İzmir Fayı” kırılması sonucu olan meydana gelen yıkım ve ölümlerin daha fazla olduğunu ifade ediyor.

Görülüyor ki çok şiddetli depremler oluştukları merkezlerden uzaklarda da zarar verici olabiliyor.

2020’de Sisam adasında meydana gelen deprem İzmir-Bayraklı’da çok gevşek zemine sahip bir dolgu alan üzerine yapılmış yapıları yıktı ve onlarca insanımız hayatını kaybetti.

Prof. Naci Görür, zayıf zeminli Bayraklı bölgesini sarsan ve 117 kişinin hayatını kaybetmesine neden olan Sisam depreminin merkezinin İzmir Körfezine 70 kilometre uzak olmasına rağmen yaptığı yıkıcılığa dikkat çekiyor.

1739’da Foça’da oluşan sarsıntı dalgalarının da İzmir’e kadar ulaşıp bir felaket yaratmasını tarih unutmuyor. Bilim uyarıyor.

Bu bağlamda TC Devletinin 1935 yılında kurduğu ve bugünde Türkiye’nin en önemli devlet kurumlarından MTA’nın (Maden Tetkik Arama Enstitüsü) ülke çapında yaptığı araştırmalarda verdiği bilgiler çarpıcıdır.

MTA’n kıymetli uzmanlarından Bergamalı Jeomorfolog Dr.Ömer Emre ve ekibinin 2005 ve 2016 yıllarında MTA adına yazdığı ve yayınladığı raporlar dikkat çekicidir.

MTA Resmi İnternet sitesinde yayınlanan ve yine Dr.Ömer Emre ve ekibi tarafından hazırlanmış “Türkiye’nin Diri Fay Haritası”ndaki  veriler, “Menemen, Yeni Foça, Güzelhisar” faylarının 6.63-6.68 yüksekliğinde depremler üretebileceğine işaret ediyor.  

Bu fayların hemen yakınındaki alüvyonlu toprakları zemin alan yapıların bu yükseklikteki depremler karşısında büyük riskler taşıyacağı kesindir.

***

Günümüzde, üstteki mavi çizgi yatağı değiştirilmiş Gediz Nehri ve aşağıda bugünkü Bostanlı-Mavişehiri kapsayan Gediz Deltası ve İzmir Körfezi

Bilginlerin bildirdiği gibi Foça merkezli 1739 depremiyle Gediz Nehrinin denize döküldüğü bölgedeki delta çökmüş ise bu çevre İzmirlilere hiç de yabancı değil.

İç Batı Anadolu’dan, Kütahya ve Uşak illerinde yer alan Murat Dağı’ndan doğan Gediz Nehri; yüzyıllardır, binyıllardır, yaklaşık 400 km boyunca güneye doğru akıyor.

Nice vadiler, ovaları aştıktan sonra, 1739’larda İzmir-Karşıyaka’nın hemen kuzeyinde denize ulaşıyor, sularını denize boşaltıyordu. 

Tabii ki beraberinde tonlarca toprak birikintisi getiriyordu Gediz.

O yıllarda, Foça depreminden önce İzmir’i ziyaret eden İngiliz soylusu Richard Pockocke seyahatnamesinde, “Hermos (Gediz) Irmağı’nın denize döküldüğü yerin ucunda, güneye doğru uzanan ve ırmağın getirdiği millerle meydana geldiği tahmin edilen geniş bir kum yığını bulunduğunu” yazıyordu.

Bu durum İzmir Körfezinde sıkıntı yaratıyor, nehrin taşıdığı alüvyonla körfez yavaş yavaş doluyordu.

Daha güneyde Büyük Menderes Nehri, getirdiği alüvyonlarla Söke yakınlarında denizi doldurmuş, antik bir liman kenti olan Miletos/Milet’in önü kapanmış, kent denizden içerde kalmıştı. 

Eskiden denizin bir parçası olan bugünkü Bafa Gölü bu doğal olayın sonucu oluşmuştu.

Bu böyle devam ederse İzmir Körfezi’nin kaderi de böyle bir göl olmaktı.  

Bu duruma Osmanlı Padişah II.Abdülhamit zamanında el konuldu.

1886 yılında Gediz Nehri’nin yatağı değiştirildi. Gediz’in ağzı Foça’nın güneyinde denize açıldı.

***

1935’lerde bir İzmir gazetesi küpürü.

Gediz böylece farklı bir noktadan denize kavuştu ancak geride sorunlu bir bölge bıraktı.

Yani bu tarihten önce, 1688 ve 1739’da İzmir’in büyük deprem felaketleriyle karşılaştığı yıllarda Gediz Nehri bugün Karşıyaka/Bostanlı/Mavişehir dediğimiz bölgeden denize dökülüyordu.

Gediz’in deltası olan bu geniş alan nehrin getirdiği birikintilerle bir bataklıktı.

1739 yılı nisanında meydan gelen, bilginlerin verdiği bilgiye göre  6.8 büyüklüğündeki Foça depreminin etkisiyle, Karşıyaka-Çiğli’nin bir parçası olan bu yöre suya gömülmüştü.

Karşıyaka/Bostanlı/Mavişehir Foça’ya kuş uçuşu yaklaşık 38 km uzaklıktadır.

Üstündekilerle birlikte çökmüştü demek burada toprak.

Bu yetmemiş, bu depremin sarsıcı dalgaları körfezi aşmış, kadim İzmir’i derinden vurmuş, birçok can almış, onulmaz yaralar açmıştı. 

Bugün yüksek, kimisi çok yüksek binaların bulunduğu eski Bostanlı bataklığının 1930’lu yıllarda nasıl kurutulacağının tartışıldığı, o zamandan kalma gazete küpürlerinde var!

Sonra bataklık kurutuldu. Yakın zamanda imara açıldı.

İzmirli 9 Eylül Üniversitesinden deprembilimci Prof.Hasan Sözbilir, İzmir/Karşıyaka-Bostanlı-Mavişehir altından diri fay geçmemesine rağmen bu semtlerin deprem açısından problemlerinin zemin ve yapı stoku kalitesiyle ilgili olduğunu kaydediyor.

***

Eski Bostanlı, 1960-70’ler.

Bunlarla beraber görülüyor ki İzmir sık sık, böyle şiddetli yıkımlara yol açan depremlerle birlikte yaşamak zorunda!

2000 yıl önce, antik çağda, İ.S.179 depremiyle mahvolan Smyrna/İzmir’i yeniden ayağa kaldırması, yardım etmesi için İzmirli bilge Aristides’in Roma İmparatoru Marcus Aurelius’a yazdığı mektupta;

“Denizden esen yeller ıssız topraklarda dolaşıyor şimdi”,   

dediği günleri yaşamış bu kent.

***

Çok geçmeden gerçekle yüzleşmeli mi?

Yaşanan tecrübelere göre şu nokta çok açık:

Çok yeterli projelerle, uygun tekniklerle, kusursuz imalat ve sıkı denetimle yapılmadıkça;  fazla yük taşıyamayan gevşek, yumuşak zeminler üzerine inşa edilen binalar depremlerden felakete yol açacak kadar çok etkileniyor.

Bu tür toprakların deprem dalgalarını yavaş geçirmesi; bu zeminlerde sarsıntının uzun sürmesine ve daha çok sallantı, çalkantı olmasına, bu nedenle şiddetli depremlerin bu yerlerde yapılmış önlemsiz binalar için çok yıkıcı olmasına neden oluyor.

Üstelik depremin etkisiyle toprakta meydana gelen sıvılaşma denilen olayla, alüvyonlu/dolgu zeminler yük taşıyamaz hale geliyor.  

1688 İzmir depreminde İnciraltı-Sancakkale, 1739 Foça depreminde Karşıyaka/Çiğli-Gediz Deltasında olduğu gibi yer, yapılar suya batar gibi toprağa gömülüyor.

Kayalık ve sert zeminler daha çok yük taşıyor ve güçlü deprem dalgalarını daha hızlı geçirdiği için daha kısa süreli sallanmalara neden oluyor ve zeminin daha güvenli olmasını sağlıyor.

İzmir-Karşıyaka-Alaybey’in, eski Gediz deltasından biraz uzak doğal sahili- 1920

Bu nedenlerle kentler ve yeni kentsel alanlar planlanırken bu açıdan kente bakmak ön koşul olmalı.

Yapıların boyutları, oturdukları alanın çevre düzenlenmesi, toplumsal kullanım alanları buna göre belirlenmeli.

Gevşek ve yumuşak zeminlere inşaat yapma zorunluluğu var ise zeminin güçlendirilmesi, özellikle ve özellikle en güvenli inşaat proje ve uygulamaların, çok sıkı denetimlerle gerçekleştirilmesi mutlak olmalı.

Bu önlemler sağlanamıyorsa ve zorunluluk yoksa böyle zeminlerde yapılaşmadan vaz geçilmeli.

Hali hazırda böyle yerlerde yapılaşma varsa, durum bilimsel yöntemlerle uzman kurumlar ve kamu yetkililerince değerlendirilmeli. Gereken uyarılar yapılmalı ve gerekli kararlar alınmalı.

***

İzmir bildiğimiz, bilmediğimiz zamanlardan beri depremlerle sarsılıyor.

Belki de bu durum on binlerce yıl daha böyle devam edecek.

Kent zaman zaman yıkılıyor ama konumu o kadar güzel ve toplumsal gelişmeye uygun ki terk edilmiyor, yeniden kuruluyor.

Gerçek her zaman uyarıcı ve değiştiricidir.

Günümüzde rantçı kapitalizm bu talepten yararlanarak bilime aldırmıyor, her yönde duyarsızlığı kullanarak, en az yatırımla imal ettikleri yapılardan çok kâr elde etmeye bakıyor.

Ama ne pahasına, ne bedeller ödenerek!

Günümüz: İzmir-Karşıyaka-Mavişehir/Bostanlı. 

***

Artık tekrarlanmamalı bunlar!

Büyük şair Nazım Hikmet o eşsiz üslubuyla, Avrupa'da Barok müziğin büyük bestecisi Sebastian Bach’ı dinlerken yazdığı, doğa ve insan yaşamındaki tekrarlardan söz eden şiirinin sonunda,

Ancak tekrardaki mucize gülüm,

Tekrarın tekrarsızlığı!”, diyordu.

Aslında doğa ve insan kendini tekrarlamıyor, değişiyor.

Bu değişimi anlamayı, doğayla uyumlu olarak yaşam koşullarını geliştirmeyi hedeflemeli insan.  

Bunu sağlayacak mucize ise insanın aklı.

Üstelik elinde bilim gibi bir yol gösterici var!

Bunu sık sık tekrarlamak gerekiyor.

Sefa Taşkın

İnşaat Mühendisi (ODTÜ)

03.03.2023

Karşıyaka/İzmir


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler